Nisap sorunu mu, demokratik anlayış yoksunluğu mu?
Bugünlerde yaşanan ve mecliste ‘nisap sorunu’ şeklinde ortaya çıkan tıkanıklığın nedenini aslında daha derinlerde aramakta fayda vardır.
Konuyu biraz irdelediğinizde, sadece ‘nisap sorunu’nda değil, siyaset sahnesinde göze çarpan bir dizi diğer akıl almaz tutum ve davranışın kökeninde, demokrasi kültürü noksanlığı olduğu anlaşılacaktır.
Azınlık hükümetini oluşturan partiler, mecliste yeterli çoğunluğa sahip olmadıklarını bildikleri halde, hem hükümet etmeye çalışmışlar hem de tüm alanlarda yaşanan tıkanıklıklara rağmen erken seçime gitmekten kaçınmışlardır.
Meclis çalışmayınca muhalefetin suçlu ilan edilmesi, yaşanan sorunların nedenini izah etmediği gibi, çıkış yolunun bulunmasını da zorlaştırıyor.
Halbuki parlamenter demokrasilerde bir azınlık hükümetinin kurulmasının belirli şartları vardır.
Öncelikle, bir çoğunluk hükümetinin kurulmasının imkansız olduğu durumlarda, azınlık hükümeti geçerli bir model olarak devreye giriyor.
Ama şartlar bununla sınırlı değil.
Ayni şekilde, bir erken seçimin mümkün olmaması ya da bunun çözüm üretmeyeceği konusunda genel bir uzlaşının bulunması halinde, azınlık hükümeti bir seçenek olmaktadır. Halbuki, bizim örneğimizde, muhalefet, parlamentoya hakim siyasal dinamiklerin sorun üreteceğini düşünerek erken seçimin bir çare olabileceğini ileri sürmekteydi.
Yani, azınlık hükümeti son çare olmadığı gibi, erken seçime gitmek de imkansız değildi. Ama gözü ve kulağı Lefkoşa’nın dışına, çok ötelere yönelen bir siyasal anlayış, demokratik ilkelerden sapmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Azınlık hükümetinin, sonradan unutacağı bir ‘erken seçim sözü’ verdiği herkesin aklındadır.
Başka alternatiflerin denenmemesi ya a erken seçime gidilmemesi aslında Lefkoşa’nın sesine ihtiyaç olmadığını söyleyenlerin marifetiyle gerçekleştirilmiştir.
Bir azınlık hükümetinin kurulmasının diğer bir şartı ise, çoğu zaman nuhalefetin de açık ya da örtük desteğinin bulunmasıdır.
Başka bir alternatifin olmadığı durumlarda, azınlık hükümetinin kimi proje ve uygulamalarını uygun bulan muhalefet, kamu yönetiminde aksamalara yol açmamak ve siyasal istikrarın korunması için kendi dışında oluşan bir hükümete şartlı destek olabilir.
Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız örnek oldukça farklı.
Muhalefet, azınlık hükümetinin tüm icraatlarını sadece eleştirmekle kalmıyor, ayni zamanda bunları toplumsal çıkarlar açısından zararlı ve tehlikeli buluyor.
Buna rağmen ‘muhalefet meclise girerek nisabın sağlanmasına yardımcı olsun’ demek, azınlık hükümetinin bu ‘zararlı ve tehlikeli’ bulunan icraatlarına muhalefet de ortak olsun demektir.
‘Sorumlu muhalefet’in olabilmesi için hukuk kurallarına ve demokratik değerlere saygılı bir hükümetin bulunması şarttır.
Temel sorun zaten budur.
Yönetici grubu, kendi partisi içinde bile etkisiz kılan bir anlayışın, KıbrıslıTürk demokratik muhalefetinden beklediği tek şey var: Ses çıkarmamak!
Demokrasi anlayışındaki bu eksiklikler başka alanlarda da kendini gösteriyor.
Örneğin, Yeşil Hat üzerindeki geçiş noktalarında yaşanan sorunlar bunlardan biridir.
Bu geçiş noktalarından daha fazla yarar sağlayan tarafın KıbrıslıTürkler olduğu bilinmesine rağmen, otoritelerimiz bu alanda yaşanan sorunların çözümü konusunda büyük bir uyuşukluk içinde davranmaya devam ediyor.
Var olan geçiş kapılarında, önceleri pasaport kontrolü yapılarak, bu kapıları kullanp güney ve kuzey arasında seyahat eden kişilerin neredeyse caydırılmaya çalışıldığı bir dönemi yaşamıştık. Bu dönemi, sayın Akıncı’nın girişimiyle, beş dakika içinde, daha insani bir düzenlemeyle atlatmış olduk. Ama o güne kadar, yönetim sistemimiz içinde ilgili herhangi bir otorite kılını bile kıpırdatmamış, niçin böyle bir uygulamaya gidildiğini açıklama gereğini bile hissetmemişti.
Yani ‘demokratik duyarlılık’ bizim yönetici elitimizin yabancı olduğu bir kavramdır.
Ayni şekilde, güney ve kuzey arasındaki geçişleri sınırlayan, kimi yerde neredeyse işkenceye dönüşen tıkanıklıklar nedeniyle, yeni kapıların açılması zorunlu hale geldiğinde, bizim otoritelerimiz yine atalet içinde hareket etmeyi tercih etmişlerdi.
Derinya ve Lefke-Apliç kapılarının açılması ancak her iki bölgede de sivil toplumsal girişimlerin çabalarıyla mümkün olabilmişti.
Dr. Okan Dağlı’nın naklettiği bir olay ve bu olayla ilgili olgular, yöneticilerimizin halkın ihtiyaçlarına ne kadar yabancı olduklarını göstermektedir.
Bilindiği gibi KıbrıslıRum otoriteler, geçmişte yapılandan farklı olarak, güneyden kuzeye geçenler için kimlik kontrolü öngörmeye başladılar. Böyle bir uygulama geçmişte yapılmamaktaydı veya sadece, rastgele kontrollerle araçla geçenlerin sigortalı olup olmadığı kontrol edilmekteydi.
İkinci yeni bir uygulama ise, sadece Derinya geçiş kapısında yapılmaktadır: Kuzeyden gelenlerle, güneyden gelenler artık ayni kontrol noktasında, çoğu zaman tek bir görevli tarafından kimlik denetimine tabi tutuluyor.
Böyle bir uygulama, kapıda karmaşaya, tıkanıklıklara ve gereksiz zaman kaybına neden olmaktadır.
Güney bu yeni uygulamayı niçin başlatmıştır?
Bizim otoritelerimizin bu konuda bilgi alma gayreti olmuş mudur?
Bu sorunu çözmek için ne tür girişimlerde bulumdular?
Bunu bilen yok!
Ama bu konunun en ilginç tarafı, böyle bir uygulamadan şikayet eden ve çözüm arayan KıbrıslıTürkler’in, kuzeydeki otoritelere değil de, Dr. Dağlı’nın ifade ettiği gibi, bir sivil toplum örgütü olan Mağusa İnsiyatifine başvuru yapmakta oluşlarıdır.
Göründüğü kadarıyla, atalet içinde davranarak halkın sorunlarıyla ilgilenmeyen bir yönetim anlayışı her yerde kendini eele vermektedir.
Onca yıldır yapılmayan, ama halkın talep ettiği bazı uygulamalardan kaçınılması, ancak halka karşı sorumluluk duymayan bir anlayışın sonucu olabilir.
Bunun nedeni de yöneticilerin ‘demokratik anlayış’tan yoksun olmalarıdır.