1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. No land’s human
No land’s human

No land’s human

Üzerinde durdukları şehirlerindeki yaşam hakkı. İkimiz de yersizleştirildik. Onlar şehirlerini istiyorlar, ben, ben mi? Ben de ülkemi istiyorum. Ülkem olsun istiyorum.

A+A-

Nafia Akdeniz
[email protected]

Çenem düştü, taşınma kolilerine hitap şiirini içeriklerde görünce çenem ayaklarıma düştü. Soğuk ter döktüğüm bir rüyadan kaldırıp kendimi sürükleye sürükleye aşağıya getirmiş, gözlerim kısık, görüşüm bulanık inmiştim merdivenlerden. Biliyordum o kitabın yerini, gece uyur gezer gibi kalkıp gittiğimiz tuvaletin yerini bilir gibi biliyordum. Öyle emin uzattım elimi sürekli uzattığım kumanda sepetinin içine. 2 ciltlik şiir kitabı, naylon poşetinden çıkarmadan koymuştum oraya aylar önce. Elimin altında olsun, mutlaka okuyayım diye. İyi şiir vakit ister, akıl ister, okuru sayfalarında mürekkep eder. Bu okur olabileceğimde okuyacaktım. Sıra gelmedi, okuyamadım. Zaman geçti. Rüyama girdi. Bir savaş alanındayım. Maraş değil, Lefkoşa’yı bölen bölge değil, buralarda bir sınır değil, Kıbrıs’ta değilim. Tanıdık olan insansız savaş alanı. Evler yıkılmış, yakılmış. Moloz yığınlarının arasında ayırt edebildiğim kişisel eşyalar var, parça parça oyuncaklar, koltuk kolları, elbise askıları, tencereler, tavalar, kitaplar. Üzerlerine basmadan geçmeye çalışıyorum ama her yerde her şey. İnsanlar yok. Kocaman kamyonların gürültülü motor sesleri geliyor kulağıma. Sese doğru gidiyorum. Evimi arıyorum.

Tanımadığım bir ön cephe. Biraz ilkokuluma benziyor, evimmiş. Başkasının ilkokulu da olabilir, bilmiyorum. Askerî pantolonlarının içinde kırmızı tişörtlü adamlar parçalanmış kolilerdeki eşyalarımı yüklenip kamyona taşıyorlar. Kalan eşyalarımı. Kalıntılarımı. Döke döke taşıyorlar. Kan yok, kırmızı var. Koliler var. Neden kolilerdeydi ki benim eşyalarım yine? Bu savaş nereden çıktı? Öncesinde nihayet kendi evime yerleştiğimi hatırlıyorum. Bazısını temelinden, bazısını yangın merdivenlerinden terk ettiğim o evlerden sonra nihayet kendi yerime yerleşmiştim. Bir daha hayatımı taşınma kolilerine tıkıştırmamaya yemin etmiştim. Küçücük bir adada kendi kuyruğunu kovalayan köpek gibi yer değişiyorum sanılsa da dışarıdan, ben galaksiler arası taşındım her bir hayattan. Kendi hayatıma en yakın olduğumu düşündüğüm yerdeydim nihayet. Kırklı yaşlarıma yeni girmiştim. Çok da geç değildi. Rahattım. İyiydim. İstemediğim her şeyi dışarıya kilitleyebildiğim bir yaşam alanı yaratmıştım kendime. Yattığım yerden denizin sesini her duyduğumda, hayatımda doğru giden bir şey var diye diye uyduğum gecelerim vardı. Bir adalının denize yakın yaşaması doğru bir şeydir çünkü, doğaldır. Ne oldu? Neden eşyalarım yine kolilerdeydi rüyamda? Neden o kolileri bile talan eden savaşlar çıkıyordu insanın hayatında hâlâ?

Her taşındığımda şikâyet eder taşımacılarım, ne var hocam bu kolilerde bu kadar ağır? Benden ne kaldı yerde diye bakınıyordum. O ağır kolilerden ne kalır insana? Naylon poşeti parladı ucu görünen şiir kitabının – aynayla göze sokulan güneş sahnesi. Kırdım dizimi dibine, yavaş çekimle çıkarıyordum yığının arasından, üfleye üfleye üzerindeki toza, küle. Uyandım. Koşarak çıkmam gereken bir rüyayken bu neden kendi kendimi okula gitmek istemeyen bir çocuk gibi çekiştirerek çıktım o yığından, o rüyadan, o uykudan, bilmiyorum. Yüzümü gözümü yıkamadan indim kitabın olduğu yere, öyle pırıl pırıl duruyordu sepette. O günün yapılması gereken onca işini elimin tersiyle ittim kenara, kabul ettim ne talep edecekse etsindi o şiirler benden, artık okuyacaktım. Gerçekten düştü çenem açar açmaz kapağını, taşınma kolilerine hitap mı? Gözden ırak yaşadığınızı sanırsınız da ansızın fark edersiniz ya izlendiğinizi, irkilirsiniz, öyle irkildim. Rüyamı bile gören bir gözün nezdinde yedim şiirden tokadı;

Halbuki kolileri sevmekmiş işin [BÖ] Büyük Özeti,
koliler arasında güzel bir uyku, koliler arasında güzel
bir yemek, koliler arasında [KGB] Kurtarılmış Günahsız
Bölgeler, [OH] Oluş Hali” (1).
 

Sevdiğimizden değil şiir efendi, gönülsüzüz bu arafa! Senin [OH] Oluş Hali dediğin no land’s human doğuruyor sürekli, yersiz insan. İnsanlar yersiz. No man’s land ne ki bu halin yanında? Yerin ağzından dinliyoruz hep hikâyeyi – dikenli tellerle kapatıldı, törenlerle açıldı, alındı, satıldı, masalara yatırıldı, envanteri çıkarıldı, ziyaretçi saatleri mevsime uyarlandı. Falan. Kıbrıs’ın Kapalı Maraş’ı bu. Yerinden edilen insanının ağzından dinlediğimiz hikâyede güzel değil uyku, güzel değil yemek, günahsız hiç değil bölge. Kurtarılamamış. Taşınma kolisi yok ellerinde, çünkü taşınma yok. [AKVA] Ansızın Koparılma Valizi Arafta diye bir tamlama da ben ekleyeyim şiire. O valizden çıkan bir yersizlik Maraşlılarınki. Zenginlik içinde evsizlik dinledim titreyen seslerinde. Savaş sonrası hayatlarına [YH] Yerleşememe Hali, dinle (2);

“Sonsuz iş fırsatları sunuldu anneme altın tepsilerde, reddederken hep ayni cümle vardı dilinde, ‘ne gereği var, haftaya Maraş’a dönüyoruz’. Hep ayni klasik cümle, ‘ne gereği var? Biz yerimize dönüyoruz’. Halbuki Londra’nın merkezinde bir otel açıp hayatımızı yeniden kurabilirdik. Annem Maraş’ta çok başarılı bir otel işletmecisi olduğundan Londra’daki turizmciler onu tanıyordu ve sürekli iş teklif ediyorlardı. Kredi alıp oteli yapmak ve işletmek, sıfırdan başlayıp yeniden parlamak çok kolay olabilirdi annem için. Yapmadı. Yapamadı. ‘Ne gereği var, haftaya Maraş’a dönüyoruz, oradaki işimize devam edeceğiz’ dedi durdu yıllarca, öldü sonra.”

Bunu da dinle;

“Bir yandan artık Maraş’tan vazgeçip içinde yaşadığımız hayatlarımıza yerleşmeliyiz diye düşünüyorum, ki bu çoğunluğumuzun düşüncesi, bir yandan da bunu yaparsak evimizi, şehrimizi, yerimizi ikinci kez terk etmiş olacağız gibi geliyor. Şizofrenik bir durum. Yani eve dönmeyi bekliyor olmasaydık geçen yarım asırlık ömrümüzde bambaşka kararlar alır, bambaşka hayatlar yaşardık. Herkes için en iyisi ne bilmiyorum. ‘Artık yeter, bu kadar, bitti, umurumda değil Maraş’ta kalan hayatım, unutuyorum’ deyip bu yükten kurtulmak, yerimizden edilirken açılan yaranın kapanmasına izin vermek de var, yarayı açık tutup bunca zamandır çektiğimiz acıyı anlamlı kılmak da. Eve dönmek var. Ya da var mı böyle bir seçenek gerçekten, hiç bilemiyorum.”

Ev değil çünkü dert ettikleri. Pahası biçilebilen, mal mülk olarak kayda geçen ev değil dertleri. Benim de bir evim var. Taksitlerini ödeyebilmek için kapısını çekip işe gittiğim, döndüğümde ağır kafamı hafif yastığıma koyup denizi dinleyerek uyuduğum için hayatımda doğru giden bir şeylerin olduğuna beni inandıran bir evim var. O yastığın uykularında gördüğüm rüyalarda ama hâlâ kahrolası taşınma kolileri – yer-le-şe-mi-yo-rum. Sonra yine heceleyeceğim burayı. Önce Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurup evine, mal evine sahiplik iddia etmeleri beklenen Maraşlılardan bir de bunu dinle;

“Kaybettiğim mallarıma sahiplik iddia etmem isteniyor benden. Sadece kendi kişisel malım üstünde hak iddia edersem toplumsal olana, kültürel olana bağlılığımdan vazgeçiyormuşum duygusuna kapılıyorum... Değerli anılarımızı hatırlatan, hepimize ait yerler hak iddiasının özünü oluşturmalıdır. Bu kentimizdeki hayattır... Okulum, stadyum, tenis sahaları, kütüphane, klinik, belediye pazarı, sinemalar, barlar, restoranlar, sanat galerileri, hatta her gün bisikletimle geçtiğim kentin sokakları... Hayır, kalkıp da çatımızdaki kiremitler için hak iddia eden başvurular üzerinde durmayacağım... Yoksa özümüz, kökümüz, yerimiz böyle böyle kaybolacaktır.”

Üzerinde durdukları şehirlerindeki yaşam hakkı. İkimiz de yersizleştirildik. Onlar şehirlerini istiyorlar, ben, ben mi? Ben de ülkemi istiyorum. Ülkem olsun istiyorum. Ülkemde yaşam hakkı istiyorum. Adresime ulaşılabilmesi için başka bir ülkenin adını yazmak zorunda kalmayacağım, aynı şehrin sınır ötesinde yaşayan arkadaşımı aradığımda ekranında başka bir ülkenin adının görülmeyeceği bir ülke. Seyahat ederken geldiğim bir yer olsun, ben de bir yerden geliyor olayım diye başka bir ülkenin yerine dokunmak zorunda kalmasın istiyorum uçağım. Basit, günlük şeyler. Netflix, bana başka bir ülkenin tercih ettiği film sıralamasını verme artık, Kıbrıs’tayım. Spotify, YouTube, Kıbrıs’tayım. Hz. Twitter, robot olmadığımı anlayana kadar kaç kez kilitledin hesabımı, sen 357 dedin, ben o Kıbrıs değil dedim, sen başka bir ülke o zaman dedin, ben yok değil dedim, başka bir Kıbrıs var Kıbrıs’tan içeri, orası. Biraz dışarı, ortala, orası. Oradayım. Her Cyprus seçtiğimde bana Rumca içerikler gönderme algoritma, hakkımda yanılıyorsun, ben Türkçe konuşuyorum. Kıbrıslıyım. Ada insanıyım yani, deniz lazım bana. Güneş lazım. Zeytin, limon, yasemin lazım. Anneyim, gelecek lazım. Taşınamıyorum soğuk ve kalabalık ülkelere. Oraları ısıtacak, sakinleştirecek param yok. Gelip bana mikrofon uzatan, gidip beni zaman darlığı gerekçesiyle haberden çıkarıp paranteze alan ey uluslararası medya kuruluşu, Kıbrıs’tayım. Haberine dahil ettiğin Avrupa’ya sığınmaya çalışırken ara bölgede mahsur kalan mülteciler kadar araftayım. Her yerini özleyen kadar ben de Maraşlıyım. Taşınma kolilerinin arasında geçiyor rüyalarım, güzel değil yemek, güzel değil uyku. Çünkü olmayana yer-le-şe-mi-yo-rum, oldurup yerleşmek istiyorum,

“Çünkü
istemem ben de geri dönemeyecek
kadar kıyıdan açılmayı. Kalpten bağlantı

[HB] Hakiki Vatan. (3)

Ya da şöyle – benim terk edecek bir [ÜY] Ülkem Yok. Terk edebilmek için bile yok. Geldiğim bir yer olduğunda giderim belki ben de.

Not: Bir fotoğraf var. Ben Maraş’ta. Kendime bakıyorum sokağını dikizleyen aynada. Maraşlıları görüyorum. Köşecikteki kızım. O uzaklaşanlar da sivil kıyafetleriyle askerler. Kırmızı tişört giyen biri var aralarında.

n2-045.jpg


Dipnotlar:

(1) Taşınma kolilerine hitap, sayfa 42, Hitaplar, 2021. Ahmet Güntan. 2. Cilt, 160. Kilometre.

(2) Anlatılar 2018-2021 yılları arasında doktora çalışmam dahilinde Kıbrıslırum Maraşlılarla yaptığım görüşmelerden alınmıştır. Gizlilik prensibiyle yapılan etnografik bir çalışma olduğundan görüşmeci isimleri kullanılmamıştır.

(3) Dübele hitap, sayfa 34, Hitaplar, 2021. Ahmet Güntan. 1. Cilt, 160. Kilometre Yay.

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 5367 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 488. Sayısı

Gaile 488. Sayısı