1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. Nobel ama… Kiminle?
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

Nobel ama… Kiminle?

A+A-


Çoğunuz için soğuk bir şaka gibi gelecek biliyorum ama… Erdoğan 80 yıllık Kürt sorununu çözmeyi başarırsa Öcalan’la, 50 yıllık Kıbrıs sorununu çözebilirse de Anastasiades ile Nobel Barış Ödülünü alır mı? Alır! Gelişmelere bakılırsa, Öcalan ile alması, Anastasiades ile almasından çok daha mümkün ve yakın görünüyor…
Acelesi var Erdoğan’ın. Önce yeni anayasayı, ardından başkanlık sistemini zorlayacağı ajandasının baskısı altında bir an önce Kürt sorununu hale yola koymaya çalışıyor. Daha 3 ay öncesine kadar MHP’ye rahmet okutan bir milliyetçi söylemden, “her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” çizgisine geçiş hızı ve koskoca Türkiye’nin rotasını da değiştirme kapasitesi baş döndürücü.
Bakın, Türkiye medyası bile “terörist başı” ya da “İmralı canisi” ön eklerinden vaz geçti. Öcalan’dan artık “çözümün en önemli aktörü” olarak söz ediliyor. Öcalan’ın mektupları, İmralı’da yapılan toplantının sızdırılan tutanakları, Kandil ve Avrupa kanadının ne yanıt vereceği Türkiye kamuoyunun gündeminde neredeyse tek konu.
30 yılda on binlerce insanın katledildiği adı konulmamış iç savaşta nihayet makul bir çizgiye gelebildik. “Birbirini kabul etme” çizgisi bu. Konuşabilmek için öncelikle karşındakini muhatap almak zorundasın. Bugüne kadar yaşamadığımız bir deneyim. Kapalı kapılar ardında ve çoğunlukla da yalanlanarak gizlice başlatılan diyalog girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ama daha önemlisi Türkiye medyası ve Türk kamuoyu bu girişimlere şiddetle tepki verirdi bugüne kadar. Süreci anlatmaya yönelik BDP’li vekillerin Sinop ve Samsun’a ziyaretleri sırasında yaşananların “büyütülmemesi” yönündeki özen de dikkate alınırsa, Erdoğan’ın son manevrası “tutmuş” durumda.
Siyasi risk aldığından söz ediliyor Erdoğan’ın. Adı konulmamış bir iç savaş yorgunu toplumun önüne barış ihtimalini koymak neyin riski?
Aksine her koşulda kazanacağı bir manevra yapıyor Erdoğan. Eğer her şey yolunda gider de gerçekten Türkler ve Kürtler adil ve onurlu bir çözümde anlaşabilirlerse; Erdoğan barışın önünü açmış bir lider olarak tarihe geçmekle kalmayacak, yeni Cumhuriyetin ilk başkanı olarak hayallerini gerçekleştirecek.
Yok, eğer korkulan olur ve bir büyük provokasyonla çözüm süreci çökerse Erdoğan, kendisinden önce hiçbir liderin yapamadığını yaparak büyük çözüm fırsatını halkın önüne koymuş, görevini yapmış bir lider olarak anılacak. “Günah benden gitti” diyebilecek zemini yakalayacak.
Aynı şey Öcalan için de geçerli. Eğer savaşı bitirebilecek liderliği sergileyebilir, şu an yönetilmesi hayli zor görünen bir dağınıklıktaki Kürt siyasetinin rotasını demokratik çözüme yöneltebilirse Türkiye’nin Mandela’sı olacak. Özgürlük biletini eline alacak. Bitiremezse İmralı’daki hayatına devam edecek, yeni bir fırsat umuduyla… Geldiğimiz noktadan daha uygun bir fırsat olmayacak ama…
Çözümle birlikte bambaşka bir hayatımız olacak.
Türk ve Kürt çocukları birbirlerini öldürmek zorunda kalmayacaklar artık. Varlığını özellikle son 40-50 yıldır “iç tehdide” odaklamış Ordu asli görevine, savunmaya dönecek. Adı konmamış iç savaş için denetimsiz biçimde harcanan milyarlar, alt yapı yatırımları için değerlendirilebilecek.
Cumhuriyet, artık eski Cumhuriyet olmayacak. Türklerin ve Kürtlerin, Türkiye coğrafyasında yaşayan bütün halkların demokratik Cumhuriyeti olacak.
Ama bir şartla: Erdoğan’ın sıkışan ajandasını ve büyük çözüme doğru Türkiye’de ortaya çıkan fırsatları iyi değerlendirebilme becerisi gösterecek bir muhalefet ile…
Türk ve Kürt demokratik muhalefeti Erdoğan ve Öcalan’ı, Kandil’i büyük çözüm için cesur, uzlaşmacı adımlar atmaya, silahları susturmaya ve ülkeyi mezbahaya çeviren şiddeti bitirmeye zorlamalı.
Çözümün önüne mayın döşemekten, ülkeye barışı getirebilecek iki liderin, Erdoğan ve Öcalan’ın ayağına çelme takmaktan ve “bölünme korkusunu” ya da “Kürt ve Türk halkına diz çöktürme” endişelerini pompalamaktan vazgeçip, barışın tökezlediği anlarda kolaylaştırıcı ve yüreklendirici olabilecek bir muhalefete ihtiyacımız var şimdi.
Sağlanacak barışın kimsenin yenilgisi ya da zaferi olmayacağını anlatacak, demokratik Cumhuriyetin tam da olması gerektiği gibi egemenliğin adil paylaşımına dayalı yeniden yapılandırılması için toplumsal mutabakat anlamına geldiğini anlatacak bir muhalefete ihtiyacımız var.
Basın, ifade, örgütlenme özgürlüklerinin genişletilmesi, her türlü azınlığa yönelik ayrımcı ve baskılayıcı yasaların değiştirilmesi, Cumhuriyetin gerçekten demokratikleştirilmesi meseleleri muhafazakâr-sağcı Erdoğan ve onun partisinin vizyonuna bırakılamayacak kadar önemli konular. Muhalefetin öncülüğünü, katkı ve zorlayıcılığını gerektiren konular…
Avrupa Yerel Yönetim Şartı’na Hükümet şerhini kaldırma noktasına gelen Erdoğan’ı destekleyip, “Çok güzel hareket bu ama yetmez… Türkiye’nin önünü Demokratik Federal Cumhuriyet açabilir ancak” diyebilecek bir muhalefetten söz ediyorum…
Erdoğan Başkanlık istiyor. Olur. Ama ancak Federal Demokratik Türkiye Cumhuriyetinde…
Söze “Erdoğan Nobel yolunda” diye başlamış ve “Anastasiades ile de alabilir” demiştim ya hani. Çiçeği burnunda Başkan’ın açıklamalarını okuyunca “Öcalan ile alması daha kolay” diye düşünüyorum.
Öncelikle “Türkiye’nin çözüm vizyonunu” duymak istiyormuş Bay Anastasiades. Demek Hristofias’ın 5 yıllık tecrübesinden ders almamış yeni başkan.
Eğer Kıbrıslı Rumları ve Türkleri gerçekten ikna edecek bir çözüm yaklaşımını hazırlayıp koltuğunun altına koymazsa çok bekler.
Malum, Bay Anastasiades’in Türkiye dağlarında gerillaları ve arkasında kan dökmekten yorgun, çözüm için yanıp tutuşan bir halk desteği yok…
Ve Bay Anastasiades tam da şu aralar Erdoğan’ı dikkatle izlerse anlayacak ki, egemenliğin adil paylaşımına dayalı Federal Kıbrıs Cumhuriyeti için kendi toplumunun karşısına çıkmaya cesaret gösteremezse, başkanlığı döneminde çözümü de göremez…

Bu yazı toplam 2382 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar