“Nokta hem bir bitiştir hem de bir başlangıç”
Türkiye’nin en önemli kadın sanatçılarından Gencay Kasapçı’nın 2017 yılında aramızdan ayrılmasından sonra ilk kapsamlı sergisi Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk ismiyle, Ankara Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
Simge ÇERKEZOĞLU
Türkiye’nin en önemli kadın sanatçılarından Gencay Kasapçı’nın 2017 yılında aramızdan ayrılmasından sonra ilk kapsamlı sergisi Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk ismiyle, Ankara Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
Sergide sanatçının İtalya ve Türkiye’de yaşadığı dönemde yaptığı eserleri, uzun yıllar sonra ilk defa bir arada sergilenme şansı buluyor. 1960’lı yılların Roma sanat ortamında ürettiği resimler, fotoğraflar, açmış olduğu sergilerle özellikle ZERO grubu ile olan birlikteliğine ait belgeler sergiye dair öne çıkan detaylar arasında... Sergide, ayrıca 2019 yılında hazırlanan “Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı” belgeseli, sanatçının yaşamına tanıklık edenlerin anlatımlarıyla dikkat çeken detaylar arasında.
25 Şubat tarihine kadar Ankara’da ziyarete açık olacak olan serginin detaylarını, serginin metin yazarı Dr. Dilek Karaaziz Şener anlatıyor.
Sohbetimize serginin oluşum süreciyle başlıyoruz, devamında ise, dünyada kendine yer bulan, Türkiye’nin en önemli kadın sanatçılarından Gencay Kasapçı’yı daha yakından tanıyoruz.
“Sergiyi hazırlamamız beş ay sürdü. Türkiye’nin en önemli kadın sanatçılarından biri Gencay Kasapçı. 1950’li yıllarda özel bir burs alarak İtalya’ya giderek, burada avangart sanatın öncüleriyle birlikte olmayı başaran bir isim… Roma’daki yaşamı süresince Sırp ve Japon sataçıların atölyelerinde çalışıyor. Önemli yerlerde sergiler yapıyor. 1966 yılında yeniden Türkiye’ye dönüyor. İtalya’da eğitimini aldığı ve eserlerinde de kullanmaya başladığı Zero grubunun etisi ise hiç bitmiyor. Türkiye’yede ilk Zero akımıyla eserler veren avangart sanatçılar arasında yer alıyor. Ömrü boyunca da noktanın sonsuzluğu üzerine eserler inşa ediyor.”
“Türkiye’de kadın sanatçı olmanın zorluğunu göstermeye çalıştık”
Serginin hikayesi kızı Yasemin Devrim’in yeni nesillere sanatçı Gencay’ı ve onun Zero akımını anlatma, yaşatma çabasıyla başlıyor...
Serginin adı başlangıç, bitiş, ve sosuzluk... çünkü nokta aslında hem bir bitiştir hem de bir başlangıç. Kızı Yasemin Devrimci annesinin eserlerini korumaya yaşatmaya çalışırken aslında onun da özündeki çabası sonsuzluktu diyebilirz. Bu sergide farklı malzemeler, farklı deneysel işler ve özellikle noktayı üç boyutluya taşıdığı eserleriyle ziyaretçilere göstermeye, anlatmaya yeni kuşaklara aktarmaya çalıştık. Özellikle de Türkiye’de kadın sanatçı olmanın ne denli zor olduğunu, kendi uslubundan ödün vermeden koskoca ömrü geçirdiğinin göstergesini aktarmaya çalıştık.”
“Savaşın yıkımıyla durgunlaşan ve duygusallığını kaybeden dünyanın yeniden sanatın varlığıyla canlanması”
Tam da bu noktada Zero Akımının ne anlama geldiğini Şener bizim için detaylandırıyor. Öyle sanıyorum ki bu akım savaş ile birlikte yıkılan Avrupa’yı sanatla ayağa kaldırma çabası...
“1957 de Düseldof’ta Zero olarak isimlendirilen bir grup kuruluyor. Bu akımın beslendiği nokta savaşın yıkımıyla durgunlaşan ve savaşın yıkımıyla duygusallığını kaybeden dünyanın yeniden bir başlangıç noktası olarak sanatın varlığıyla canlanması... Bu hedefle sanatçılar yola çıkıyor. Bu nedenle Zero sanatçıları dünyada çok önemlidir. Zero sanatçılarının benimsediği bu sıfır yada optik harf, nokta hareketinin Gencay’ı etkilmesi de önemli. Sanatçı akademide Cemal Tollu’nun öğrencisi olarak figuratif bir eğitim alıyor. Düşünün o yaşlarda ve o yıllarda genç bir kadının Türkiye’den çıkıp, İtalya’yı eğitim için seçmiş olması, Roma’da Zero sanatçıları ile tanışıp, aralarında kendine yer bularak, onlarla toplu sergilerde yer alması önemli bir ögörü. Şunu da belirtmek isterim ki bu akımı devam ettirirken kendi üslübuyla doğaya bakarak sanatını yorumluyor.Bu da onu tamamıyla natürmort bir sanatçı olmanın ötesine taşıyor.”
Doğayı kendine örnek alan, doğadan beslenen ama kendi doğasını yaratan bir sanatçı Gencay Kasapçı, tüm bunların ötesinde Zero akımında yer alan tek Türkiyeli sanatçı olmayı da başaran isim...
“Ankara’da yaşayan sanatçı daha sonra İstanbul Kuzguncuk’ta da kendine bir atölye açtı. Uzun süre Ankara İstanbul arasında gidiş gelişleri oldu, daha sonra 1990’lı yılların ortalarına doğru İstanbul’daki atölyesini kapatarak, bir dönem Vakko Sanat Galerisi’nin yöneticiliğini yaptı. Bu yöneticiliğin özellikle Ankara sanat ortamında oluşan koleksiyoner yapısının başlangıcında önemli katkısı oldu. Bu nedenle Gencay’ı sadece sataçı yönüyle değil aslında sanata adanış uzun bir ömrün film şeridi gibi bir anlatımı yoluyla kurgulanmasını sağladık. Daha sonra da uzun yıllar Mersin’de yaşıyor. Burada bir atölye kurarak üretimlerine devam ediyor. Ölümünden üç ay önce Roma’da Zero grubunun sergisine katılıyor. Daha sonra da aramızdan ayrılıyor. Mersinde’ki atölye kızı tarafından Ankara’ya taşındı. Ankara Oran’da yaşadığı evi hala duruyor. Fakat kızı Yasemin Devrimci yeni bir mekan satın alarak annesinin eserlerini, fırçalarını, boyalarını, çini mürekkebi kalemlerini, 1960’da Türkiye’ye gelirken özellikle getirdiği baklalardan yaptığı resimleri, kesitleri, ilk deneysel işlerini hepsini buraya taşıdı. Sergide de tüm bunlardan bir seçki sunarak, ruhunu buraya taşımaa çalıştık. Kendisi nasıl bıraktıysa bunları, o şekilde de buraya geldi. Zaman içinde Ankara’daki atölyeyi kızı küçük bir müzeye dönüştürmeyi de planlıyor. Böylece sanatçının amaçları adım adım gerçekleşiyor diyebiliriz. ”
Bu sergi için retrospektif ifadesini kullanabilir miyiz merak ediyorum.
“Bu sergi tam bir retrospektif değil. Bana retrospektif sergiler de çok anlamı gelmiyor. Bu sergi bir seçki. Her döneminden eserler var. 1956’lı yılların eserleri de var, Roma’da yaptığı çini mürekkebli eserleri, Zero akımlarını görüyoruz. Özellikle ilk dönemleri figürden soyutlamaya geçtiği, daha çizgisel, noktasal natüralist imgelerini görüyoruz. İstanbul’dan Roma’dan gittiği Venedik’ten yapmış olduğu eserleri. Zero optik sanat dediğimiz yanılsamaya dayalı, o uslupa giren resimler... sergide ayrı bir bölümde sanatçının 1990’lı yıllarla birlikte yeni bir yola girdiğini görüyoruz. Bu yıllarda Vakko Sanat Galerisi’nde çalışırken ağaçlar çiziyor. Bu ağaçlar kökü olmayan, havada duran ağaçlar. Uzamın sarmaladığı ağaçlar. 2010 ve 2011 yılları arasındaki eserlerinde ise doğayı yeniden yorumladığını görüyoruz. Eserlerinde daha çok noktalarla yaparakların biribirine karıştığı daha kompozit resimler ortaya koyuyor. Tüm bu eserlerle bunları ortaya koymaya çalıştık.”
Sergi özel bir mekanda Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde hayat buldu. Mekan Ankara’nın çok öne çıkan mekanlarından ...
“Bu müzenin kurulumasını sağlayan Yüksel Erimtan Ankara’nın en önmeli koleksiyoncularından birisi. Sadece arkolojik eserler değil Türkiye’nin plastik sanatlar tarihinin kesiti olan resim, heykel ve seramik koleksiyonu var. Onlar içinde Gencay’ın eserlerinin yer alması geleceğin koleksiyoncularını da Ankara sanat ortamına kazandırması açısından önemli... Bu mekanda açılması da önemli. Eserlerin bir kısmı Yüksel Erimtan’nın koleksiyonundan. Öte yandan Murat Balkan’da sanatçının eserlerinin en önemli kolksiyoncularından birisi. Kendisiyle de sanatçının hayatını anlatan Gencay kitabını hazırlamıştık ayrıca.”
1996 yılında Mersin'deki portakal bahçelerinin kesilip, sökülüp yerlerine binalar dikilmesini simgelemek adına Mersin’e “portakal ağacı heykeli” yapan Gencay Kasapçı’nın yaşadıkları ise hayli üzücü bir anı olarak karşıma çıktı...
“O yıllarda Mersin’de sanatçı bir anıt heykel yapıyor. Portakal ağaçları isimiyle... Bu heykel maalesef çeşitli dönemlerde saldırıya uğruyor. Seramikleri kırılıyor parçalanıyor. Portakal ağaçları vandalizme uğrıyor. Sanatçı tamir ediyor. Tekrar kırılıyor, tekrar topluyor. Son seferde çok zarar görüyor. O da parçaları toplayarak yeni baştan yapmak için yerel yönetime başvuruda bulunuyor. Başvurusu kabul görmüyor, hukuk mücadelesi veriyor. Gazetelerde de haberleri çokça çıkıyor. Maalesef, sonunda bu mücadeleyi kaybediyor.. Yerel yönetim tarafından aynı yere büyük bir Türk bayrağı boyanıyor. Bu da sanata ve sanatçıya yapılan çok büyükm ayıp. Oysa portakal ağaçları Mersin için bir simgedir. Bu seramikler de çok özel üretim seramiklerdi. Yüzeye uygulama bağlamında noktanın üç boyutlun hali ve çok avangart bir yaklaşımdı.. Bu heykelden geriye kalanları da burada sergiledik. Heykele yapılan kent vandalizmin gösterilmesi ve kalanlarla sanatçının devam etmesinin, yok edilememisinin göstergesi olarak sergiye taşıdık. Bir eserin üç boyutlu yansımasına dönüşen bu eser çok değerli. Sanatçının bu şekilde daha başka panoları da var ve bugün hala ayakta. Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Divan Otel’de yer almakta. ”