1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. NORMAGİSTAN
NORMAGİSTAN

NORMAGİSTAN

NORMAGİSTAN

A+A-

Öykülere taşınan hayaller…

Yenidüzen-Deniz Plaza Öykü Yarışmamamızın bu yıl beşincisini düzenledik. Öyküler yine çok sayıda geldi ve dereceler belirlendi. Ödül törenimiz yapıldı ve dereceye girenler ödüllerini aldılar. Daha önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da dereceye giren öyküleri dergimizde yayınlamaya başlıyoruz. 9,10,11 ve 12,13,14 yaş gruplarında yaptığımız yarışmamızda ilk grupta üç yıl birinciliği kaptırmayan Meliz’in öyküsüyle başlıyoruz öykülerimize…

Adı ve Soyadı: Meliz Yurdaer
Okul ve Sınıfı: Alasya İlkokulu - 5 Turuncu

NORMAGİSTAN

Kendinize ait bir ülkeniz olsun ister misiniz? Ben bir ülke kursam, yaz mevsiminde insanlar komşularını, ailesini köpeğini alır denize giderlerdi. Voleybolcular voleybol oynar, tenisçiler tenis, futbolcular futbol oynardı. Çok da eğlenceli olurdu. Denizden, havuzdan çıktıktan sonra arkadaşlarınızla dondurma yemeye giderdiniz. Arkadaşlarınızla evin bahçesinde su savaşı yapardınız.
Kış mevsiminde ben benim ülkeme kar yağmasını isterdim. Çocuklar dışarıya çıkar, bembeyaz krema gibi karın üzerinde yatır, kardan melek yaparlardı. Kardan top yapıp birbirlerine atar, doyasıya güler eğlenirlerdi. Aileler ise isterlerse küçüklerine katılır, isterlerse küçük, tahtadan, şiir kulübelerinde şöminenin önünde oturur, sıcak çikolata içip kahkahalar atarlardı.
İlkbahar mevsimi benim en sevdiğim. İlkbaharda rengarenk çiçekler olurdu. Çiçeklerin üzerinde uçuşan minik, tatlı, büyüleyici kelebekler olurdu ve biz de onları yakalamaya çalışırdık. Yemyeşil ağaçların üzerinde güzel sesleriyle şarkı söyleyen farklı türde kuşlar olurdu. Nemli çimlerin üzerinde yatıp bulutları izlerdik.
Sonbaharda ise her taraf turuncu ve sarı yapraklarla dolu olurdu. Gökyüzünden bazen yağmur, bazen dolu, bazen de kalp yağardı. Kalp yağdığını düşünsenize, her yer kıpkırmızı sevgi sembolleri ile dolu. İnsanlar şemsiyelerini alıp arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor, turuncu ve sarı yaprakları bir buket gibi toplayıp birbirlerine hediye ediyorlar.
Sizce de çok sevimli olmaz mıydı?
Her evde huzur, mutluluk olurdu. İnsanlar birbirleriyle iç içe olurdu. Dışarıda sokak hayvanları bulamazdınız çünkü bu ülke bütün canlılara saygı duyardı. Bu ülkenin adını da “Normagistan” koyardım. Anlamı ise, normal bir ülke, bu dünyadaki diğer ülkeler gibi acımasız değil…
Bir sabah annemin telefonunun çalmasıyla uyandım. Annem uyanmasın diye telefonu alıp, ben cevap verdim. Arayan teyzemdi. Konuşmaya başladı.
-Günaydın
-Günaydın teyzeciğim, nasılsın?
-İyiyim. Bizimle köye gelmek ister misiniz? Ninene gideceğiz.
-Bir dakika dedim. Annemi uyandırıp anneme sordum. Annem izin verince ben de teyzeme geleceğimi söyledim ve arkadaşımın da bizimle gelip gelemeyeceğini sordum, o da izin verdi. Hemen arkadaşım Sevim’i aradım.
- Günaydın Sevimciğim.
-Günaydın
-Bizimle köye gelmek ister misin?
-Bir dakika Melek, Anneme sorayım dedi ve Melek annesine sorup, bizimle geleceğini söyledi. Ninem yaşlı olduğu için ona bir hediye götürmeye karar verdim, bu yüzden kumbaramdan para aldım. Tabii teyzemin oğlu Mert’i de unutmamalı. Mert 8 yaşında olsa da balonları çok sever, bu yüzden ona balon alabilmek için kumbaramdan daha para aldım. Teyzem beni almak için bizim evimize geldi. Arkadaşım Sevim’i almak için yola çıktık. Sevim’in evi gerçekten de çok tatlıdır. Bahçesi yemyeşildir ve çiçekleri de rengârenktir. Sevim’i çağırdığımda yanımıza koşarak geldi. Üzerinde tatlı pembe bir elbise vardı. Köye giderken arabada şarkı açıp dans ettik. Teyzeme bir marketin önünde durmasını rica ettim. Bir süre daha yol aldıktan sonra bir markette durduk. Arabadan inip yeğenim Mert’e balon, nineme de bir el kremi aldım. Yolumuza dans ederek, şarkı söyleyerek birbirimize şakalar yaparak devam ettik. Köye vardığımızda biraz dolaşmaya karar verdik. Köy bir harikaydı, güneş sıcacıktı, tabii rüzgâr esip, şimşekler çakmaya başlayıncaya kadar. Neler olduğunu biz de anlayamadık, hava sıcakken birden soğuyup, yağmur yağmaya başlamıştı.
O sırada hemen yan tarafımızdaki kiliseye koştuk. Kilisenin duvarlarında bir sürü meşaleler vardı. Öğlen olmasına rağmen içeride hiç cam olmadığından dolayı içerisi karanlıktı. Kilise sadece ateş ile aydınlanıyordu. İçerisinin karanlık olmasının yanında kilise hem korkutucu hem de soğuktu ama dışarıda çok şiddetli yağmur yağdığı için kiliseden çıkıp başka bir yere saklanamazdık. Kilisede hepimiz korkudan ve soğuktan dolayı birbirimize sarılmıştık. Yağmurun dinmesini beklerken uyuya kalmışız. Sonra arkadaşım Sevim’in çığlığıyla uyandık.
-Hadi, hadi uyanın, yağmur dindi…
Hemen hepimiz yerimizden fırlayıp kapıya koştuk. Kapıyı açar açmaz hepimizin gözünde bir ışık parladı. Dışarıya çıktığımızda hala uyuduğumu sandım.
Teyzeme:
-Teyze beni çimdiklesene çünkü galiba rüyadayım.
-Hayır asıl sen beni çimdikle dedi ve birbirimizi çimdikledik ama rüya değilmiş, her yer bembeyazdı, sanki her şey yok olmuştu. Birileri bizi alıp  duvarları bembeyaz olan bir odaya koymuştu. Bence kiliseye geri dönmeliydik, en azından belki yine dışarıya çıkacağımızda köy yerine gelirdi. Ama maalesef mümkün değilmiş çünkü bu fikrimi herkese söyleyip arkamıza döndüğümüzde kilise yok olmuştu. Tekrar önümüze döndüğümüzde yerde binlerce boya fırçası vardı. Bu sefer de teyzemin kızı Deniz çığlık atmıştı.
-K…k… kıyafetlerimize bakın…
Hepimiz kıyafetlerimize bakıp bağırdık…
-Bu nasıl olur?
Hepimiz süper kahramanlara benziyorduk. Benim sarı saçlarımın bir tarafına biraz kırmızı, diğer tarafına ise biraz mavi renk girmişti. Kendimi çok enerjik ve esnek hissediyordum. Üzerimde kırmızı, beyaz ve siyah baklava şekilleri olan bir hırka vardı. Teyzem bir kot giyiyordu. Bir de havalı, kırmızı bir tişört. Elinde ise bir kalkan vardı. Yeğenim Deniz, siyah pantolon, mavi bir tişört ve sarı botlar giyiyordu. Arkasında küçük kanatları vardı. Sevim’in yeşil bir elbisesi ve yeşil ayakkabıları vardı. Yeğenim Mert’in kırmızı bir pelerini, kırmızı botları ve mavi bir tişörtle, mavi pantolonu vardı.
Hiçbirimiz neler olduğunu, nerde olduğumuzu anlayamamıştık.
Sonra birden farklı farklı insan sesleri gelmeye başladı, yukarıya baktığımızda gökyüzünde çizgi film kahramanları gördük. Batman diğerlerine:
-Arkadaşlar gelin bir neler olduğuna bakalım.
Yanımıza gelip neler olduğunu sordular. Önce kendimizi tanıttık. Sonra beyaz duvarları göstermemiz yetti. Durup biraz düşündüler, gezindiler ama bir şey bulamadılar. Ben de artık bir çözüm bulmamız gerektiğini düşünüp bu beyaz duvarlar arasında dolaştım, yerdeki fırçalardan birini alıp beyaz duvara sürmeye başladığım an fırçayı sürdüğüm duvar resimlerle doldu…
Daha sonra fırçayı tekrar aynı yere sürdüm ve resim daha farklı oldu. Hepimiz hayranlıkla duvara bakıyorduk. Her çizgi film kahramanı eline birer tane fırça alıp resimler yapmaya başlamıştı. Günün sonunda bizim de bir ülkemiz olmuştu, fark ettim ki herkes benim istediğim gibi bir ülke istiyormuş, sevgi, saygı dolu, sokak hayvanı olmayan, her mevsimin birbirinden güzel olduğu, her evde huzur, mutluluk olan bir ülke. Hayallerindeki ülke benimki gibiymiş. Ülkemizde neler olduğunu tam olarak bilmek için gezintiye çıkmaya karar verdim. Caddeleri, mahalleleri gezerken Pamuk Prenses’i evinde, cüceler ile şarkı söyleyip, dans ederken gördüm. Sinderella’yı, arkadaşları Deniz kızı Ariel ve Papunzel ile çay içip kahkahalar atarken gördüm. Güzel ve çirkindeki Bella’yı Çirkin ile birlikte bahçedeki çardaklarında mutlu birer şekilde kitap okurken gördüm. Uyuyan Güzel Aurora’yı terastaki koltuğunda iyilik Perileri ile gülümseyerek uyuduklarını gördüm.
Pinokyo ise babası Geppetto ile Pinokyo’ya oyuncak yapıyorlardı. Her yerde farklı türde çiçekler, ağaçlar vardı. Gezdikçe geziyordum, gördükçe görüyordum.
Her şey harikaydı, her şey rengârenkti. Bir gün daha bitmişti. Artık ben de kendi evime dönmeliydim. Ben, teyzem, yeğenlerim ve Sevim ile aynı evde kalıyorduk. Evimizi çok kolay bulduk çünkü kapının üzerinde “Meliz Y. Ve ailesi” yazıyordu. Ev, tahtadandı. Etrafında çiçekler vardı. İçeride 3 yatak odası ve 5 yatak vardı. Her yatak odasında birer tane çalışma masası vardı. Ben Sevim ile aynı odada kalıyordum, yeğenlerim birlikte, bir odayı paylaşıyordu. Teyzem ise tek başına kalıyordu. Yorucu bir gün olduğu için hemen uyuya kaldık.
Uyandığımda daha sabah olmadığını düşündüm çünkü her yer grinin tonlarındaydı. Etrafıma bakındım, yatağım, duvarlar, kapı, her yer renksizdi. Hemen, evdekileri uyandırdım. Hiç kimse neler olduğunu anlamadı. Mert:
“Neler oluyor yine? Nasıl oldu da renkler kayboldu?”
“Bilmiyorum Mert” diye cevap verdi teyzem.
Bu sorunu ancak herkes birlikte hareket ederse çözebilirdik. Hemen evleri tek tek dolaşıp çizgi film kahramanlarını uyandırdık. Sonra birden bir ses duyduk. Bu yanımıza koşarak gelen Kedi Kız’dı.
“Her şeyi gördüümmm!!!!”
“Neler oluyor Kedi Kız?” dedi Deniz.
“Her şeyi gördüm. Ülkemizin renklerine neler olduğunu biliyorum.”
“N’olmuş renklerimize” diye sordu Sevim.
“Onlar ÇALINDI!!!” diye cevaplayan Kedi Kız anlatmaya devam etti;
“Ben evde uyumaktansa, çatılarda uyumayı daha çok severim. Dün de evimin çatısında uyurken bir ses duydum. Sanki biri kısık bir sesle kahkaha atıyordu, hemen uyandım. Pamuk Prenses’in üvey annesi kötü kalpli Kraliçe elinde elektrikli süpürgeye benzeyen bir aletle hem kahkaha atıp, hem de ülkemizin renklerini çalıyordu. Ben de çığlık atıp sizi uyandırmak istemedim çünkü eğer bağırsaydım beni de aletinin içine alabilirdi, bu şekilde de size neler olduğunu söyleyemezdim. Siz de renkleri asla bulamazdınız.”
“Haklısın. En doğrusunu yaptın” dedim. Arkamdan Mert ekledi;
“İyi de sen zaten o makinenin içine sığamazdın ki.”
“Hayır. Aslında çok rahat sığardım çünkü ağzı gerçekten büyüktü, o yüzden bütün ülkenin renklerini hemen aldı. Çok uzun sürmedi. Eğer makinenin ağzı küçük olsaydı sabaha kadar uğraşırdı, uyanınca da onu görürdük.”
Tam o sırada telefonum çaldı. Annem arıyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum ama bir şeyler söylemek zorundaydım çünkü eğer telefona bakmasam daha çok endişelenecekti. Telefonu açıp:
-Merhaba anneciğim…
-Kızım, nerdesiniz? Çok merak ettim!!!
-Tamam anneciğim sakin ol. Biz teyzemlerle birkaç gün köyde kalmaya karar verdik. Geldiğimde her şeyi anlatacağım. Söz.
“Peki” dedi ve telefonu kapattık.
Şimdi ise bütün çizgi film kahramanları toplanıp bir şeyler yapmalıydık. Birden aklıma bir fikir geldi. Hemen Kedi Kızı ve Prensesleri çağırdım. Ve planımı anlatmaya başladım:
- Pamuk Prenses, Kraliçe hala sizin sarayda mı kalıyor?
“Evet” dedi Prenses.
- Peki, sizin sarayın yolunu biliyor musun?
“Evet”
- Tamam. Kraliçenin gidebileceği başka bir yer var mı?
- Bildiğim kadarıyla yok.
“Harika. O zaman Pamuk Prenses sen bizim pusulamız olacaksın. Sindirella, sen parlak ayakkabılarını al. Kedi Kız, Uyuyan Güzel ve Rapunzel sizin almanız gereken bir şey yok. Pamuk Prenses sen yanına cücelerini ve hayvan dostlarını al. Planı size saraya vardığımızda anlatacağım” dedim ve Pamuk Prenses’i hayvan dostlarını ve cücelerini almak için, Sindirella’yı ise parlak ayakkabılarını almak için evlerine yolladım. Hepimiz hazırdık. 
Yola çıktık, yürüyorduk. Her yer yemyeşildi, rengârenk çiçekler, böcekler vardı. Pamuk Prenses’in hayvanları etrafımızda koşuyordu. Daha sonra Pamuk Prenses birden;
“Durun! İşte burası. Geldik.”
Hemen koca bir ağacın arkasına geçtik. Kapıda iki tane muhafız vardı. Pamuk Prenses’e onları tanıyıp tanımadığını sordum. O da bu muhafızları ilk defa gördüğünü, prensi ile yeni bir saraya taşınmadan önce başka muhafızların olduğunu söyledi. Ben de “Tamam” deyip planı anlatmaya başladım.
-Pamuk Prenses, sen hayvanlarınla şarkı söyleyerek onların karşısına çık, arkadan 7 Cüceler çıkacak. Dikkatlerinizi iyice üzerinize çektikten sonra hep birlikte üstlerine atlayacaksınız. Bu sırada Kedi Kız koşarak size yardıma gelecek. Ben, koşarak içeriye gireceğim ve jimnastik hareketleri ile içerdekileri geçeceğim. Ben daha sonra Mert’i çağıracağım. Mert, sen uçarak yanıma geleceksin ve bana yardım edeceksin. Biz aşağıdaki muhafızlarla ilgilenirken, teyzem de uçarak, aşçıların yanına gidecek. Yaptıkları yemekleri alıp yukarıda bizi bekleyecek. Teyzemin arkasından koşarak yeğenim Deniz gelecek. Tabaktaki yemeği Deniz’in şapkasına boşaltacağız. Bu yemekler bizim acil durum silahlarımız olacak. Biz bütün bunları yaparken Rapunzel ve Sevim arka kapıdaki muhafızlarla ilgilenecek. Rapunzel bir tanesini saçları ile dolarken, Sevim sarmaşık gücü ile diğer muhafızı dolayacak.  Rapunzel muhafızı doladıktan sonra, saçını hızla çekip, muhafızı fırlatacak. Sevim ise diğer muhafızı öylece bırakacak. Çünkü ikisini de fırlatırsak, birbirlerine yardım edip kalkabilirler. Hadi başlayalım!..
Herkes üzerine düşen görevi yerine getirmişti, plan çok güzel işliyordu. Hepimiz görevimizi bitirince ikinci katta toplandık. O sırada üçüncü kattan muhafızlar gelerek, etrafımızı sardılar. Hiç kimse ne yapacağını bilmiyordu. Yeğenim Deniz acil durum silahlarımız olan yemekleri şapkasından çıkartıp muhafızlara fırlattı ve bize:
“Kaçın, Kraliçeyi bulun!” dedi.
Koşmaya başladık ama Sindirella ve Aurora gelmiyorlardı.
“Hadi gelin, kraliçeyi bulmalıyız” dedim. Sindirella ise;
“Biz birazdan geliriz merak etme, siz gidin.”
Mecbur kalıp Deniz’i, Sindirella’yı ve Aurora’yı orada bıraktık.  Deniz yemekleri fırlattıktan sonra Sindirella ayakkabılarını çıkartıp muhafızların gözünü kamaştırdı, Aurora ise onların kucağına atlayıp, dengelerini bozdu ve onları yere düşürdü. Daha sonra koşarak yanımıza geldiler, biz onları üçüncü katta bekliyorduk…
“ Ne oldu? Ne yaptınız?” dedi Rapunzel.
“ Merak etmeyin. Bize bir süre karışamazlar” diye cevapladı Aurora.
Kötü Kalpli Kraliçe konuşmalarımızı duymuş, kızgın bir şekilde yanımıza gelmişti.
“ Ne işiniz var burada! Eğer renkleri almaya geldiyseniz hiç uğraşmayın çünkü alamayacaksınız” dedi ve çok korkutucu, yüksek bir sesle kahkaha attı. Kraliçe çok tehlikeli görünüyordu. Bu yüzden hemen harekete geçmeliyiz. Ben jimnastik hareketleri yapmaya çalışıyordum ama olmuyordu, yere düşüyordum. Mert ise uçmaya çalışırken yere düşüyordu. Deniz, dengede duramıyordu, bayılacakmış gibi oluyordu. Teyzeme kalkanı ağır geliyordu. Sevim, sarmaşık gücü ile Kraliçeyi yakalamaya çalışırken sarmaşıkları Kraliçeyi tam tutacakken yere düşüyordu. Rapunzel kendi saçlarına dolanıyordu. Pamuk Prenses artık hayvanlarını anlayamıyordu.
Aurora düşüp uyuya kalıyordu. Sindirella’nın ayakkabıları ise onun gözlerini kamaştırmıştı. O yüzden önünü göremiyordu. Kedi kız çok kötü kaşınıyordu. Belli ki yorulmuştuk. Kraliçe:
“İşte şimdi işiniz bitti… Sizi aynaya hapsedeceğim! Ha, ha, ha, ha… Ayna, ayna, hapset onları, senin yanına!!!” dedi. İşte şimdi gerçekten işimiz bitmişti. Ayna sallanmaya başladı, hepimiz çok korktuğumuzdan birbirimize sarılmıştık. Tam aynadan siyah bir ışık çıkıp, bizi hapsetmeye çalıştığı an etrafımızdan pembe bir kalkan oluştu ve o kara ışığı ters yöne, yani Kraliçeye doğru fırlattı. Sonra kraliçe aynanın içine hapsoldu. Yukarıdan bir ses bize:
“Bu sevginin gücü. Birbirinize sarılarak oluşturduğunuz bu sevgi kalkanı, kraliçeyi aynaya hapsetti. Sizi tebrik ediyorum.”
Yukarıya baktığımızda bu konuşanın iyilik perisi olduğunu gördük. Sözlerini bitirdikten sonra ortadan kayboldu. Kedi Kız koşarak renklerin bulunduğu kutuyu aldı ve biz de diğer çizgi film kahramanlarının yanına döndük. Gittiğimizde renkler geri döndüğü için bir kutlama yaptık. Renkli balonlar astık, Aurora’nın iyilik perileri bize hemen sihir ile birbirinden güzel pastalar, kekler, kurabiyeler yaptılar. Bazı pastaların üzerinde çiçekler, periler, kelebekler vardı. Şarkılar söyleyip dans ettik. Bir gün daha bitmişti. Artık evlerimize dönmeliydik.
Ben bir köşeye geçip eve nasıl döneceğimizi düşünürken yanıma beyaz sakallı uzun boylu Sihirbaz Henry geldi.
-Neyin var kahraman?
- Eve nasıl döneceğimi düşünüyorum Henry.
- İstersen sana yardımcı olabilirim.
- Nasıl?
- Normagistan ile senin yaşadığın ülke arasında bir pencere açabilirim. İstediğiniz zaman buraya, istediğiniz zaman oraya gidebilirsiniz. Hem bu pencere sayesinde insanlar Normagistan’ı tanıyabilirler.
“Teşekkür ederim” deyip Henry’ye sarıldım ve:
“Hey millet!! Hadi biraz gezelim!!!” deyip Henry’nin planını herkese anlattım ve bütün karakterler bu planı onayladı. Henry hemen bir pencere açtı. Yaşadığım ülkeye döndüğümde hemen bizim eve gittim ve her şeyi annem ile babama anlattım, artık çizgi film karakterleri ile insanlar birlikte yaşıyordu. İsteyen istediği zaman gidip Normagistan’da kalabiliyordu ve artık herkesin kendine özgü karakter kostümleri vardı. Normagistan’ın her yerinde güvenlikler geziyor, ülkemizi koruyordu.

Bu haber toplam 2740 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 262. Sayısı

Adres Kıbrıs 262. Sayısı