Normal bir devlet olmak...
“Normal bir devlet olmak” deyimini son dönemlerde sıkça duymaya başladık. Eskiden bu ifadeyi bizler KKTC için kullanırdık. Ama son dönemlerde Rum ve Yunan yetkililer de sıkça aynı ifadeyi Kıbrıs Cumhuriyeti için kullanıyorlar.
Doğrusu Kıbrıs Cumhuriyeti için bu ifadeyi ilk kez Crans-Montana’daki zirve sırasında Yunan Dışişleri bakanı Kocias kullandı. Ardından Anastasiadis de ısrarla tekrarlamaktadır.
Geçtiğimiz günlerde yurt dışında yaşayan Rumların örgütlerinin 19 uncu toplantısının açılışında yaptığı konuşmada “Kıbrıs’ın normal bir devlet haline gelmesi gerektiğini vurgularken, kritik zamanların ardı sıra gelmesi durumunda herkesin, istinasız olarak dinamiklerini birleştireceğine de inandığını” ifade etti.
Aslında Rum liderlerin bahsettiği normal devlet, garantörlerin ve “işgal askerlerinin” olmadığı, garantörlük sisteminin ortadan kaldırıldığı bir devlettir. Bu anlamda Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu 1960 yılında da normal devlet olarak kurulmamıştı. Çünkü garanti ve ittifak anlaşmaları kuruluş anlaşmasının bir parçası idi.
1960, yani iki kutuplu dünya koşullarında 3 NATO üyesi ülkenin, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla yapılan anlaşmada hem 33 mil karelik egemen İngiliz üslerinin, hem de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantör olmalarının anlaşılır olduğunu düşünüyorum.
Ama iki kutuplu dünyanın ortadan kalktığı yirmibirinci yüzyıl koşullarında hala 1960 garanti ve ittifak anlaşmalarının aynen devamını istemek ne kadar haklı bir talep olur?
Elbette Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu geçmişte yaşadıkları büyük acıların etkisiyle belirli bir süre daha Türkiye’nin garantisine ihtiyaç duyuyor. Rumlar da haklı olarak 1974’de yaşadıkları büyük acıların etkisiyle bundan korkuyor.
İki tarafın taleplerine de anlayışla yaklaşarak bir başlangıç yapmamız gerekir. Önce ortak bir yaşamı birlikte kurmamız, bu sürede birbirimizi daha yakından tanımamız, yeni kuşakların birlikte iş kurma, birlikte çalışma, ya da birlikte eğlenmesine fırsat vermemiz gerekir.
Normal bir devlet olmak için önce bu devletin iki toplumun eşitliğine dayalı ortak bir devlet olması gerekir.
Rum liderler normal bir devlet isterken bu devletin 1963’ten bu yana tek bacaklı olduğunu, Kıbrıslı Türklerin bu devletten uzaklaştırıldıklarını ve 1963’ten bu yana zaten normal bir devlet olmadığını da Kabul etmelidirler.
Evet çeşitli nedenlerle birlikte kurduğumuz bu devleti kısa bir sure sonra tekellerine geçirdiler. Dünya da yine çeşitli nedenlerle bunu görmezden geldi. Rumların tek başlarına ele geçirdiği bu devletin önce Mart 1964’de BM üyeliğine devam etmesine onay verdiler. Ardından da Mayıs 2004’te fiilen AB üyesi olmasına onay verdiler.
Aslında normal olmayan iki toplumlu olarak kurulan ortaklık devletinin yerine tek bacaklı devletin hiçbirşey olmamış gibi yoluna devam etmesidir.
Maalesef olayın bu yanı görünmez kılınmıştır. Bunda en başta gelmiş geçmiş Türkiye hükümetlerinin başka birtakım çıkarlar uğruna buna ses çıkarmaması rol oynamıştır.
Ama yıllarca uzlaşmaz taraf olarak nam salan Kıbrıslı Türk liderleri de unutmamak gerekir. Çünkü Rum tarafı özellikle AB üyelik sürecinde ilerlerken bizim liderliğimiz Meclis’te oy çokluğuna dayanarak “Federasyon tezini” kaldırarak “Konfederasyon tezine” sarılmıştı.
Rum tarafı kendilerine “Türklerle uzlaşın öyle gelin” diyen AB liderliğine “biz herşeyi Kabul ettik ama onlar hiçbirşeyi kabul etmezler, daha ne kadar Türkleri bekleyeceğiz” diyorlardı.
Bizim o dönemdeki liderliğimizin bir adım önünü görememesi sonucu aldığı kararlar ve yaptığı açıklamalar Rumları haklı duruma geçirdi. Böylece kimse onlara “Kıbrıs Cumhuriyeti bir ortaklık devletiydi, hani ortaklarınız?” diye sormadı.
Normal bir devlet olmak için önce ortaklık devletimizi yeniden oluşturmamız, bir süre birlikte çalışmamız, birlikte yaşamamız, birbirimizi daha yakından tanımamız gerekir. Bu süreci kazasız, belasız geçirebilirsek işte o zaman normal bir devlet olabiliriz.
Ama anlaşmanın ertesi günü normal bir devlet olmayı istemek çok da haklı bir istek olmaz diye düşünüyorum. Sonuçta bu ülkede birlikte yaşayacak insanların birbirlerine güven duyması esastır. Geçmişte yaşananlardan dolayı da iki tarafta da önemli bir çoğunluk buna hemen alışmaya hazır değildir.