“Normal” Hayatın Unutturduğu Mücadelenin Gücünü Hatırlamak
Yaklaşık bir aydır süregelen eve kapanma hâli, yavaş yavaş ruhsal değişimlere neden oluyor. İnsan ister istemez kendini bir kısır döngünün içinde buluyor. Gözleri açmak ve yataktan çıkmak, rutinin birinci aşaması. Hızlı iş temposu içinde bedenimize öğrettiğimiz erken kalkma özelliği, karantinanın ilk günlerinde etkili olsa da, yerini daha geç saattlere bıraktı. Tabi ki bu, evde bakımını üstlendiğiniz biri yoksa mümkün. Birinden kastım da sadece çocuk – hasta – yaşlı kişiler değil. Karnı acıkan ve mama kabı boş olan iki kedinin çığlıkları da apar topar yataktan kalmanız için yeterli olabilir.
Kahvaltıydı, temizlikti, filmdi – kitaptı, bahçe işiydi, öğle – akşam yemeğiydi derken gün kendini yavaş yavaş karanlığa bırakıyor*. Eğer yorucu bir iş hayatınız varsa, bir süre dinlenmeniz için gerekli olan bu yavaşlama, zaman ilerledikçe sizi rahatsız etmeye başlıyor. Çünkü alışmış olduğunuz düzen, çok hızlı ve tüketici. Bir anda başka bir evreye geçmeyi kabul etmek kolay değil. İşte bu noktada sakinleşmek ve yaşanan değişimi algılamak için düşünmek gerekiyor.
Kendi adıma söyleyebileceğim en bariz değişiklik; gördüğüm rüyaları (bazen kabusları) hatırlamak ve güne başladığım ilk dakikalarda bunların etkisinden kurtulamamak. Meğer ne kadar fazla yaşanmamışlık, pişmanlık, umut, heyecan, mutluluk biriktirmişim bilinçaltımda. Hemen hemen hepsi sembolik olarak karşıma çıkıyor. Zihnim uyanıkken aklıma gelen ve çoğu zaman umursamadığım pek çok duygu, en savunmasız olduğum uyku anında karşıma çıkıyor. Şimdi durup düşündüğümde, hayatı, sevdiklerimi ve onlara hissettiğim sevgiyi ertelediğimi fark ediyorum.
“Normal” hayatta ne kadar gereksiz şeylere kafa yoruyormuşuz, klişesine kapılacak değilim. Bunun çok daha ötesine geçip, mevcut koşulların bizi ne denli esir altına aldığını ve kurmaca senaryolar içine hapsettiğini anlatmak istiyorum. Ama salgının sonuçlarını, “eskinin krize girmiş hâli” diye tanımlayacak olursak, işte o noktada ezberlenmiş kötülüklere alan açmış oluruz.
Bir buçuk ay öncesine gidelim. Kaldığımız yerden devam etmek istediğimiz yaşam nasıldı? Etrafınızda neler oluyordu? Hastanelerin, okulların durumu neydi? Peki ya aylarca maaş alamayan yabancı işçiler, özel sektör emekçileri? Sokak ortasında öldürülen kadınlar? Türkiye’den para gelmezse, maaş ödeyemeyecek duruma gelmemiş miydik? Havaalanlarımız, insansız hava araçlarına açılmamış, anlamsız bir savaşta Türkiye Cumhuriyeti’nin maşası olmamış mıydık? Etrafımızda elektrik faturalarını ödeyemeyen, Türk lirasının değer kaybından dolayı batmaya göz kırpan insanlar yok muydu? Üzgünüm ama maruz kaldığımız hiçbir koşul “normal” değildi. Sadece alışmıştık ve zaman o kadar hızlı ilerliyordu ki, etrafımızdaki eşitsizlikleri, sömürüyü ve aşağılanmayı görmüyorduk. Hani Gülten Akın, “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” demişti ya. İşte, bizimki de o hesap.
Gelelim salgın karşısındaki toplumsal reflekslerimize. Tüm kötülüklerimiz tek tek görünür oldu. Yabancı düşmanlığından tutun da, hasta insanların hedef haline getirilip fişlenircesine dedikodu malzemesi yapılmasına kadar. Bu bencillik yanında ne kadar “hayırsever” bir yapımız olduğu da ortaya çıktı! “Normal” zamanlarda para kazanma yöntemleri sarih olan kalbur üstü pek çok şahıs, yardım yapmaya başladı ve kahraman ilan edildiler. “Bu derenin suyu nerelerden geliyor acaba?” diye sorulan sorular sadece zihinlerde kaldı. Ne de olsa kötü bir dönemden geçiyoruz. Şimdi sorgulamanın sırası değil, dayanışma zamadır. Değil mi?
Her şey bir yana, bugünlerde serbestçe dolaşmaktan daha da fazla özlediğim şey; yaşadığımız toprakları yokluğa mahkûm eden sistemin değişmesi için harekete geçecek bir mücadele yürütmek. Bu yönde alevlenecek bir ışık ufukta görünmüyor. Çünkü hemen hemen her kesim, ardımızda bıraktığımız “normal” hayata ne zaman dönüleceğine dair reçetenin kendi cebinde olduğunu iddia ediyor. Tabi ki bu durumda en az inandırıcı olan, hükümet edenler ama onların dışındakiler de gerçekçi değiller. Çünkü sil baştan yazılması gereken satırlar, döşenmesi gereken yollar ve ilmek ilmek örülmesi gereken işler var. İhtiyacımız olan; siyasi kariyeri değişecek kişiler değil, sistemi tepeden tırnağa dönüştürecek toplumsal iradedir. Kasetin her iki yüzünü de defalarca dinledik. Yıllardır yaptığımız gibi, bir kere daha repeat tuşuna basıp farklı bir sesin geleceğini umuyorsak, bu da bizim hatamız olacak.
*Bu süreçte ev dışında çalışmak zorunda olanlar genellemenin dışındadır.