Nostalji
Nostalji
Doğuş Derya 23 Şubat 2015
Siyah giyip maraz edeceğimize, morları giyip mücadele etmeyi denesek?
Tecavüz başta olmak üzere cinsel şiddet fiilleri, psikopatalojik kişisel fiiller olmaktan öte, bir toplum içerisinde cinsiyet ve cinsellik üzerinden kurulan iktidar ilişkilerinin tezahürüdür. Eril düzen içerisinde kendisini güçlü ve muktedir olarak görmeye koşullandırılmış erkek, (fetheden) bedenini ve toplumsal cinsiyet ilişkileri içerisinde kendisine sağlanan egemenliği, güçsüz, itaat etmesi gereken ve tabi (fethedilmesi gereken) olarak görmeye koşullandığı kadın üzerinde denetim ve tahakküm kurma aracı olarak kullanmayı “doğal” bir hak olarak görerek büyür. Eril düzen içerisinde kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı olan yegâne özne “erkek” olarak inşa edildiğinden, “kadın” bu yegâne öznenin potansiyel haz nesnesi olarak konumlandırılır ve kadınların özne(l)liği yadsınırken, ortaya koydukları fiiller de inşa edilmiş “erkekliğin” tahrif edici bakışı içinde filtrelenir. Eril düzen içerisinde “güçlü, sert, taarruz eden, arzulayan, nüfuz eden, etken” vb. olarak inşa edilen “erkeklik” konumuna mukabil, “zayıf, yumuşak, taarruz edilen, arzulanan, nüfuz edilen, edilgen vb.” olarak kurulan “kadınlık” konumu toplumdaki genel kanının aksine doğal/insanların doğuşundan getirdiği/biyolojik konumlar değildir. Bu “kadınlık” ve “erkeklik” konumları sosyal süreçler içerisinde, toplumsal olarak ve çoklu bir iktidar ağı boyunca inşa edilen konumlardır. Tam da bu yüzden bu konumların inşa edilmesini sağlayan politik, ekonomik, kültürel, tarihsel ve sosyal koşullar ile doğrudan bağlantılıdır ve bu koşulları sorgulamadan cinsel şiddet vakalarını anlamak mümkün değildir.
Tegiye Birey 28 Aralık 2015
Toplumsal cinsiyetin ötekisi: Erkeklik
Kişiler ve örgütler, eril olmayan bir siyaset için uğraş göstermektedir, belirli bir değişim de yaşanmaktadır. Ancak, hegemonik erkekliğe meydan okumak, azımsanmayacak ölçüde zaman, enerji, dayanışma ve başka bir kültür yaratma çabası gerektirmektedir. Nasıl iktidardaki sınıf kendine bahşettiği ayrıcalıklardan vazgeçmek karşısında direnecek ve diğerlerini aşağılayarak, şiddet uygulayarak, görmemezlikten gelerek aklının ürünü olan farazi yerlere oturtmaya devam edecekse, hegemonik erkeklik de anlamda aynını yapacaktır ve yapmaktadır. Hegemonik erkekliği anlamaya çalışmak, mücadele yöntemlerimizi de bilgilendirecek bir adım olacaktır. Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın erkek hepimizi tektipleştirerek belirli çarkları döndürme amacıyla kimimizle geçici veya süreğen işbirlikleri yapmakta, kimimizin canını almaktadır. Acil ihtiyaçlarımızı gidermek için yasal düzenlemelere ihtiyaç duyarken, içinde bulunduğumuz toplumsal cinsiyet hiyerarşisini ve bunun değişken ama sistematik yapıtaşlarını görmezden gelirsek, eşitlik kültürünü kuracak araçlara erişmekte hayli gecikebiliriz.
Cansu N. Nazlı 1 Aralık 2014
Kadına Yönelik Şiddettin Önlenebilir Yükselişi
Her kadın şiddet mağduru olabilir. Kadına yönelik şiddet; belli bir ekonomik seviye, eğitim düzeyi, kültür ya da etnik kökene ait bir sorun değildir. Sivil toplum örgütleri işbirliği ile devlet organları konuyla ilgili farkındalık yaratmak için kapsamlı kampanya yürütmelidir. Kadını fiziksel olarak şiddet ortamından uzaklaştırmaya yarayacak sığınma evi tek başına yeterli bir çözüm değildir. Şiddet uygulayan kişinin cezalandırılması yanında rehabilite edilmesi de gerekir. Kadına şiddet vakalarının önlenebilmesi sağlık servisleri, polis, sosyal hizmetler ve hukuk mercilerinin işbirliği içerisinde çalışmasıyla mümkündür. Bu alanda mücadele eden kadınlar olarak biz, kadına şiddetin son bulacağına inanıyoruz, dayanışıyoruz ve direniyoruz çünkü biliyoruz: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!”
Pembe Behçetoğulları 21 Haziran 2009
Biz Acılar Müzesinde dolaşa-duralım
“Kıbrıs’ın Kadınları”ında yan yana gördüğüm, evet, çözüm istiyoruz mesajını veren o kadınların sözleri içime su serperken, güzel yüzlü bir başka Kıbrıslırum kadının “ben plana hayır diyeceğim, çünkü çocuklarımın ileride daha kötü günler yaşamasını istemiyorum” demiş olan o kadının ve onun gibi diğerlerinin sözünü daha fazla duymak, korkularını dillendirebilmesini ve onu dinleyebilmeyi ister(d)im. “Evime dönsem evimi bana verir misiniz?” diyen barışçı bir Kıbrıslırum’un “evet, olabilir” cümlesini duymasını mümkün kılan bir anlatı, barışçı bir jestten öteye gitmese de, çözümsüzlüğün “barışçı” anlatılarının mahiyetini değiştirebilirdi. Annan Planı’na hayır diyeceğini söyleyen bir Kıbrıslırum kadını, ezberlerimiz içinde “Rum milliyetçiliği” hanesine yerleştiriyorsa bu yeni anlatılar, ama o kadın bunu “barış” içinde yaşamak için yaptığını söylüyorsa, Kıbrıslıtürk’ün gerçeğini Kıbrıslırum’a, Kıbrıslırum’unkini Kıbrıslıtürk’e tercüme eden tüm bu anlatıların “kör kuyularında” adanın çocuklarının geleceğinde/yarınlarında geçmiş olarak anılacak olan bugün de tehlikede demektir. Yüzleşmeyi sürekli erteleyen bir hikaye etme tarzını müze-adamızda sergileyeduralım, bugün, geleceğin geçmişi olarak müzede yeni bölümler aralıyor olmasın kendine.