“Nürnberg’ten Lefkoşa’ya… Tarihsel anılar ve gelecek üzerine düşünceler…”
İlias Dimitriu – AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu Başkanı
(Çok değerli arkadaşımız, “kayıp” yakını İlias Dimitriu’dan, Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşmeye dair bir yazı kaleme almasını istedik çünkü son birkaç yıldan bu yana, Almanya ziyaretlerinde çeşitli anı merkezlerinde ve toplama kamplarında incelemeler yapmıştı… Bizi kırmayarak bu konudaki gözlemlerini ve düşüncelerini kaleme aldı. Biz de onun İngilizce olarak kaleme aldığı yazıyı okurlarımız için Türkçeleştirdik. İlias Dimitriu, EDON lideri iken “Aynı Gökyüzü Altında” festivalleri çerçevesinde onunla “kayıplar” konusunda pek çok etkinlik düzenlemiştik: “Birlikte Başarabiliriz” İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları Örgütü’nden “kayıp” yakınları, EDON’un gençlik kamplarına katılan 12-18 yaş arasındaki gençlere yaşadıklarını aktarmışlar ve barış mesajı vermişlerdi… EDON’la gerçekleştirdiğimiz etkinlikleri Lefkoşa’da, Pervolya (Bahçalar) Larnaka’da, ayrıca Larnaka’da, Baf’ta, Leymosun’da yapmış ve CTP Gençlik Örgütü ve EDON’un ortak organizasyonuyla da Lefkoşa’da ara bölgede Fulbright Merkezi’nde de yine “kayıplar” konusunda ortak bir etkinlik yapmıştık… İlias Dimitriu’nun sevgili dedesi İlias Mina, 1974’ten beridir Mia Milya’dan (Haspolat) “kayıp”tır…
EDON’dan sonra AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu’nun lideri olan İlias Dimitriu, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum müzisyenleri bir araya getiren çok sayıda çalışmaya öncülük etti ve çeşitli iki toplumlu müzik konserlerinin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynadı. Kendisine bu yazısı için yürekten teşekkür ediyoruz… S.U.)
Biz Kıbrıslılar özellikle karanlık tarihsel geçmişleriyle nasıl olup da yüzleşebildiklerini ve barışçıl bir gelecek kurmaya katkıda bulunacak tarihsel bir anı süreci yaratmayı başarmış olan dünyadan başka örneklere bakmalıyız...
Elbette Nazi geçmişi nedeniyle nelerden kaçınılması gerektiği yönünde klasik tarihsel bir örnek olan Almanya, özellikle önemlidir. Bizzat Almanlar’ın kendilerinin kendi karanlık geçmişleriyle nasıl yüzleştiklerini ve ülkede yeni bir Hitler’in yükselişini önleyen tarihsel bir anılaştırmayı nasıl başardıklarını görmek ilginçtir.
GENÇ KUŞAK ALMANLAR’A EĞİTİM...
Auschwitz ve Dachau’daki müzeleri ziyaret ettiğimde – bunlar Naziler’in yarattığı büyük cehennemlerdi – beni ilk etkileyen şey, Almanya’dan öğrenci gruplarının ziyaretleriydi. Genç kuşak Almanlar’a yönelik eğitim turlarıydı bu, kendi tarihlerinden neleri çöpe atmaları gerektiğini öğretmeyi amaçlıyorlardı bu eğitim turlarıyla... Bu yaz Almanya’daki bu iki önemli müzeyi ziyaret ettiğimde bunları düşünüyordum. Bunlardan birisi Nazi partisinin doğumyeri olan Münih’teki “Nazi Partisi Belge Merkezi” idi. Bu modern müze, Almanya’da aşırı sağın ortaya çıkışını, 1920’li yıllarda hızla yayılmasını, 1933’te Naziler’in iktidara gelişini ve Üçüncü Reich’ın (*) oluşturulmasından İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemle ilgili olarak tarihsel bir yaklaşımla bunların nedenlerini ortaya koymaktadır.
NAZİ KARARNAMELERİ SERGİLENİYOR...
Müzede ülke içerisinde Nazi oluşumlarının gelişimine özel bir vurgu yapılıyor. Buna karşı çıkan muhalif seslerin ve azınlıkların kovuşturulması, anti-komünist ve Yahudi karşıtı histeri, kadınların marjinalize edilmesi, homoseksüellerin ve engelli insanların yok edilmek maksadıyla peşlerine düşülmesi, erkeksi askeri mentalitenin ileri götürülmesi vs. de aktarılıyor. Nazi partisinin güçlenmesinde Münih’in rolüne de özel bir atıf yapılmaktadır.
Yahudilere karşı Nazi kararnamelerinin tarihsel sırayla sergilendiği müzedeki koridora girdiğinizde çok duygusal bir an yaşarsınız. Ağır vergilendirmeden tutun da iletişim ve ulaşım araçlarının Yahudiler tarafından kullanılmasının yasaklanması, işyerlerinin zorla kapatılması ve nihayetinde tümüyle yok edilmeleri hedefiyle zorunlu olarak toplama kamplarına gönderilmeleri sıralanmaktadır bu koridordaki kararnamelerde...
HERŞEY ÖĞRENİLMELİ Kİ AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ ÖNLENSİN...
Müzedeki en önemli bölümlerden birisi de Nazizmin yenilgisi sonrası dönemle ve Nazileştirilmiş ülkede her düzeyde bundan kurtulunmasına ilişkin süreçle ilgiliydi. Ve elbette resmi tarihsel anlatının oluşturulması konusu ile gelecek kuşak Almanlar’ın büyüyeceği değerlerin oluşturulması konusu da ana konulardan birisiydi.
Bu süreç tarihsel bilgi içeriyordu (sessizlik değil) ve ayrıca, ülkede aşırı sağın yeniden yükselmesini önlemek maksadıyla herşeyin öğrenilmesini içermekteydi.
NÜRNBERG DURUŞMALARI ANI MERKEZİ...
Münih’ten sonra kendimi yakınlardaki Nürnberg’te buldum ki burada “Nürnberg Duruşmaları Anı Merkezi”ni ziyaret etme olanağım oldu – bu merkez, Nürnberg Duruşmaları’nın 1946’da yer almış olduğu binadaydı.
Bu duruşmalar insanlık tarihinin en önemli tarihsel duruşmalarıydı ve şimdilerde “uluslararası insan hakları mahkemesi”ni tanımlayışımıza damgasını vurmuştu. Bu duruşmalarda insanlık tarihinin en büyük insan kıyımıyla ilgili olarak Nazi temsilcilerinin geriye kalanlarını çeşitli ülkelerden delegasyonlar yargılayacaktı...
Savaşı, savaş meydanlarında kaybetmiş taraf olarak Nazileri işledikleri suçlardan ötürü kınamakla kalmadı bu duruşmalar. Onları esas olarak insanlık düşmanı ideolojilerinden kaynaklanan suçlarından ötürü mahkum etti. Yahudiler’in Soykırımı, milli ve sosyal azınlıkların yok edilmesi, toplama kamplarında işlenen suçlar, bilim adına yapılan canice deneyler, siyasi muhaliflerin kitlesel olarak öldürülmesi ve buna benzer pek çok başka suçtan mahkum edildiler.
HANGİ DÜŞÜNCE VE PRATİK TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILMALI...
Bu iki müze şahane ve modern müzelerdir. Her iki müze de bizzat Almanların kendileri için kendi tarihlerinde neleri tekrar etmemeleri gerektiği ve geleceğe ilişkin sayfayı çevirmek için karanlık geçmişlerinden ders çıkarmalarına yönelik birer açık okuldur... Bunlar, tarihin çöplüğüne hangi düşünce ve pratiklerin atılması gerektiğine işaret eden, insanlığa yönelik okullardır. Naziler’e kıyasla çoğu durumda her ne kadar da farklı özellikler ve ortaya çıkış nedenleri gösteriyor olsa da, Avrupa’da aşırı sağın yeniden ortaya çıktığı bir dönemde önemli mesajlar içermektedir.
KIBRIS ÖRNEĞİ...
Bu arada bu deneyimi Kıbrıs örneğiyle bağlantılandırdım (dikenli tellerin her iki tarafıyla da)... Her bir tarafın çağdaş tarihini göklere çıkaran müzelerle çevrilmiş, tarihsel anlatı aracılığıyla her bir toplumun kendini esas kurban olarak görmesini sağlayan eğitime yönelik kitaplarıyla, bölünmüş bir ülkede yaşıyoruz.
İnsan merak ediyor. Kendi tarihimizde hiç mi hata yapmadık? Aşırı sağın şovenizmi bu adaya hiç mi zarar vermedi? Tüm siyasi sorunlarımız çözüldü mü? Yoksa tek taraflı anlatı, en “uygun” anlatı mıdır?
İKTİDARI VE GANİMETİ MEŞRULAŞTIRAN SÖYLEMLERİN DEĞİŞMESİ GEREKECEK...
Ve tüm bunlar geçmişiyle uzlaşmaya ve yeni temeller üzerinde bir gelecek inşa etmeye çağrılan bir yerde oluyor. O gelecek, basit biçimde geçmişi unutarak gelmeyecektir. Tam tersine bu, geçmişimize net ve tarafsız biçimde bakmayı ve bu geçmişte neleri tekrarlamak istemediğimizi seçmeyi zorunlu kılan bir gelecekle ilgilidir bu. Elbette bu şekilde bakıldığında, pek çoğunun söylemlerini değiştirmesi gerekecektir. Bu söylemler, her bir toplumdaki siyasi gücün bir bölümüyle savaş ve çatışmaların getirdiği ganimetleri güvence altına alıp meşrulaştırmıştır.
Gelecekte bu ülkeyi farklı temellerde yeniden kurmak isteyen güçlerin bu hedefle, vizyonlarına ve istekliliklerine ihtiyaç vardır.
BİR HAKİKAT KOMİSYONU’NA İHTİYAÇ VARDIR...
Herkes kendi aşkınlıklarına bakmalıdır çünkü ancak bu şekilde modern tarihimizin pek çok açısıyla tek bir tarihsel anı oluşturulabilir. Böylesi bir söylem, yalnızca her iki toplumun gözüyle görmez olayları, aynı zamanda tüm sosyal katmanlar, erkekler ve kadınlar, ekonomik elitler ve de çalışan halk açısından da bakar buna... Tarihsel anılaştırma, diyalog ve farklı görüşlerin bir sentezine alan yaratmalıdır, dogmatik bir yaklaşıma değil...
İşte bu nedenle bir Hakikat Komisyonu’na ihtiyaç vardır – bu komisyon yeni bir Nürnberg duruşması yapmayacaktır – ancak gerçekler her bir toplum tarafından öteki topluma anlatılacak ve maksat da hataların ve işlenmiş suçların karşılıklı olarak itiraf edilmesi olacaktır. Ancak bu şekilde her iki taraftaki yaraları iyileştirebiliriz. Bu nedenle bir “Barbarlık Müzesi”ne ihtiyacımız vardır – Denktaş tarafından tek taraflı şoven bir yaklaşımla oluşturulmuş olan gibi değil – ancak şovenizmin işlediği tüm suçları bir araya getirecek bir müze... Aynı çerçeve içerisinde Palekitire, Dohni, Muratağa-Atlılar-Sandallar ve Kördemen duracaktır. Aynı çerçevede Savvas Menikos ve İlias Tofaris’in yanısıra Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan gibi her bir toplum içerisindeki siyasi kurbanlar da duracaktır.
FARKLILIKLARA SAYGIYI ÖĞRENMEK...
Ve tüm bunlar bir toplumun ötekine karşı sorumluluklarını ölçüp tartmak için değil, terörizm, militarizm, savaş ve silahlı çatışmaların birer siyasi araç olarak kullanıldığında ortaya çıkardığı trajik sonuçların altını çizmek için yapılacaktır.
Etnik kökenini, ideolojisini ve diğer özelliklerini beğensek de, beğenmesek de, aynı ülkede, aynı çatı altında bir arada varolmamız gerekenlerin herhangi bir farklılığına sagı göstermeyi öğrenme gibi daha geniş bir hedefle yapılacaktır bu. Böylesi bir vizyonla tarihimizi yeni bir trajedi olarak tekrarlamaktan kaçınabiliriz belki...
(*) Üçüncü Reich:
“Nazi Almanyası, Almanya’nın 1933 ile 1945 yılları arasında, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) idaresi altında, tek parti rejimine dayalı yönetim sistemiyle “Führer” unvanlı hükûmet (1933-45) ve devlet başkanı (1934-45) Adolf Hitler’in liderliğinde egemenlik sürdüğü döneme verilen isim. Alman tarihi içerisinde “Reich”ların üçüncüsüdür; bundan dolayı Üçüncü Reich ismiyle de nitelendirilir.
Üçüncü Reich’ın kuruluşu, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Adolf Hitler’in Paul von Hindenburg tarafından şansölye olarak görevlendirilmesi ile başladı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın teslim olmasına kadar geçen zaman zarfını teşkil eden bu dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik konularında gerçekleştirilen pek çok faaliyet nasyonal sosyalizmin etkisi altında gelişti...”(Vikipedi’den)
(İlias Dimitriu’nun yazısını İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).