1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. O HAL, İKTİDAR, HUKUK
O HAL, İKTİDAR, HUKUK

O HAL, İKTİDAR, HUKUK

Öyle bir şey olsun ki; bir tıkla gelsin her şey. Online devrilsin. Şiddetten yoksun yeşersin. Şimdimiz, yeşil ile mavinin buluşmasına evirilsin...

A+A-

 

 

İbrahim Emre Sugel
[email protected]

 

“İktidarın olduğu yerde tahakküm ilişkisi vardır. Tahakkümün olduğu yerde hükmedilen nesneleşir. Parlamento; nesneleşenin özneleşmesi yolunda meydana gelmiş olmakla birlikte, kendine yarattığı yeni nesnelere özneleşme hayali satan bir tezahürdür!!” diye haykırıyorum...

Şaşırıyorlar. Masada sessizlik hakim. Solumda Walter Benjamin var. İçten içe hukukun içindeki gizil şiddete de değindiğimi anlayıp beni onaylıyor. Sağım da ise Carl Schmitt. Egemenlerin hukukunu eleştirmem ona koyuyor. Ve söze giriyor: “Devlet’in kendisi düzen demektir. Senin gibi anarşist kafalar ise düzenin hastalığıdır. Bu istisnai durum, ‘O Hal’ gerektirebilir. Buna da egemen olan karar verir.”

Karşımda Napolyon ardında da Jakobenler. Schmitt’in sözlerini onaylıyorlar. Aklıma Fransız İhtilali sonrası kurulan parlamenter rejim ve karar alma aşamasında ki güçlükleri geliyor. Anımsamak gerekirse; ihtilali bir araya getiren bileşenler monarşiye karşı kendi çıkarları doğrultusunda birliktelik yapmışlardı. Lejyonerler para için savaş istiyor, rahipler aydınlanma sonrası meydana gelen insan merkezli sekülerizmin yerine kilisenin söylevini dayatıyor, çiftçiler  16. Louis devrilsin de yine karnımız doysun diyor, entelektüeller düşünce özgürlüğü istiyor, halk ekmek bulamadığı için pasta yiyin diyen saltanata kızıyor ve ardından monarşi sonrası kurulan parlamentoda çıkar çatışmaları durmak bilmiyor.

Schmitt, “parlamento karar mekanizmasının el freni” dediğinde, Napolyon’un arkasından büyük bir gürültü kopuyor. Jakobenler bunu onaylıyor. “Toplumsal düzeni sağlamak ve devrimi korumak içindi kafası karışık Fransızlara uyguladığımız şiddet”, diyorlar. Walter Benjamin “koruyucu güç diyerek” söze giriyor: “Siz devrim adına zulmedenler hukukun ardına sığınırsınız! Önce kurucu şiddetinizle kendi hukukunuzu inşa edersiniz. Ardından koruyucu şiddetinizi yasalarla ve ona bağlı kolluk kuvvetlerinizle içerisine gömersiniz. Ne tuhaftır ki, o koruyuculuğunuz hukuku da bir garip ucubeye dönüştürür.”

O ucubeden sözü ben devralıyorum: “Ne kadar ilginç öyle değil mi Schmitt? Bir anayasa düşün. Kendisini askıya alacak ‘O Hal’in çerçevesini belirleyebiliyor. Kimin buna karar verici muktedir olduğunu da tanımlıyor. Hukuk kendi kendini idam ediyor. Al sana paradoks. İroniye bakar mısın?”

Schmitt başıyla onaylıyor. Napolyon sıkıldı. Bir kadeh şarap daha söylüyor. Kadeh pek ihtişamlı değil. Eski günlerini özlüyor. “Sen hala hayattasın Napolyon, sıkma canını” diyorum. İlkin dalga geçtiğimi düşünüyor. “Erdoğan ve Türkiye” diyorum. Bir anda ilgisi artıyor. Gözlerini kadehinden kaldırıyor. Etrafı kolaçan ettikten sonra masada duran akıllı telefonumu imha ediyor. Ve söze giriyor: “Yapması gerekenleri yaptı. ‘O Hal’ kaçınılmazdı. Muktedir olan O. Yine de benimle kıyaslanamaz. O daha çocuk sayılır. Ben kurucu erktim. O ise kurulu erkin uygulayıcısı.”

Jakobenler monarşinin böbürlenişine kayıtsız kalmıyor. “Biz olmasak sen bir hiçtin. Senin iktidara geleceğin ortamı yaratan bizim zulmümüzdü. Halk öylesine bezmişti ki, senin varlığını onadı.”

Ve bir anda zihnimde nöronlarım şaha kalktı. “Terör” dedim. Bu kelimenin tarihte literatüre girdiği ilk vaka buydu. Jakobenizm. Statükoya baş kaldıranların değil de, egemen yapının muhafazasından doğan şiddet eylemi. Tanıdık geldi bana. O Hal’e sebebiyet verecek istisnai hallerin oluşumunda ki egemen angajmanın faaliyetleriydi. Önce 12 Mart, Gazi Mahallesi olaylarının 23. yıl dönümü geçti zihnimden. Sonrasında daha yakın bir tarihe geldim. 15 Temmuz kalkışması. Kandırıldık dediler. Kandıranları  kritik noktalara ise onlar yerleştirdiler. Biraz üzerine düşünmek gerek. Otoritenin yaşatmış olduğu terör hangi kuvvetin işine yarıyor? Yanıt; egemen olanın. İktidar her bombalı saldırının ya da toplumsal kalkışmanın ardından statükoyu ve egemenlerin hukukunu korumak için gücünü imtiyazlarla parlamento üstü şekillendirebiliyor. Hatta güçler ayrılığı ilkesini, güçler birliği görüşüne getirecek kendince meşru zeminler yaratıyor. Tıpkı Jakobenizm’de olduğu gibi bundan korkan ya da bezen halk celladına sığınıyor. Stockholm sendromu sandığa yansıyor. Hukuk düzeni, kendini askıya alacak düzene geçiş yapıyor. Kimi toplumsal hareketler totaliterleşme karşısında sesini yükselten Gezi Direnişinde olduğu gibi, muktedir olana baş kaldırıyor. Yanı sıra kimi toplumsal hareketler ise, 15 Temmuz sonrası olduğu gibi egemen olanı destekliyor. İktidarlar her iki durumda da totaliterleşebilmenin tadını çıkarıyor. Otorite daha fazla egemen olabilmek için, sahada ki tüm kozları bilgisi dahilinde olsun olmasın kullanıyor. Walter Benjamin, “bu makus kader. Ezilenlerin geleneği daimi ‘O Hal’dir”, diyor.

Carl Schmitt Napolyon’a dönüyor: “Türkiye’de yaşananlar temsili diktatörlüğe işaret ediyor. Anayasal hukuk kendini tanımladığı ölçüde rafa kaldırsa da, yinede yok olup uçmuyor. Sen egemen diktatördün. O ise değil. Yersiz benzetmeleri takma kafana. Hitler hortlayabilir belki, ama sen şarabının tadını çıkar” diyor...

Napolyon’un parçaladığı telefonumun kapağını yerden alıyorum. O’na üzerinde duran elmayı gösteriyorum. Ve diyorum ki: “Gevezeliğiniz boşuna beyler. Devletler çağı bitiyor. Onlar çok uluslu şirketlerin birer birer uşağı haline dönüşüyor. ABD 11 Eylül’den sonra uluslararası hukuku dahi askıya alabiliyor. Washington dahil dünyanın bir çok başkenti parlamentolarında legolarla oynuyor. Ama muktedir olan güç, New York borsasında ikamet ediyor. Bizim bu leş kokan gezegende yaptığımız ‘O Hal’ tartışmaları ise, sadece neo-liberalizmin varlık sahasında ki fiziksel yansımaları oluyor. Onlar yanı başımızda bitmeyen savaşlara, Rotschild, Rockefeller, Morgan üçgeninin para basan kaynaklarına dönüşüyor. Kapitokrasi, demokrasi kılıfıyla parlamentolarda sahne performansı sergiliyor. Şeker fabrikaları satılıyor. ‘O Hal’de her şey, iki dudağın arasında bir kararnameye bakıyor; Tıpkı ben gibi. Tıpkı bir çokları gibi.. Benjamin, Schmitt, Napolyon, Jakobenler. Ne işiniz var hala buralarda? Ne işiniz var zihnimin salaş barında! Bizi rahat bırakın artık. Öyle bir şey olsun ki; bir tıkla gelsin her şey. Online devrilsin. Şiddetten yoksun yeşersin. Şimdimiz, yeşil ile mavinin buluşmasına evirilsin...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2528 defa okunmuştur
Gaile 451. Sayısı

Gaile 451. Sayısı