1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. O kadar uzun değil
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

O kadar uzun değil

A+A-

 

İnsan ömrü her gün aynı tekrarı yaşayacak kadar uzun değildir.
Bu kadar çok “rutin” varsa, yazıktır, tek nefeslik ömrümüze…
Kopyalanmış günlere isyan etmeliyiz.
“Yeter” demeliyiz.
İçimizde daha çok mevsimler uyandırmalıyız.

Ellen Kullman’ın bir sözünü okudum, tüm bunları düşündüm.
O bir iş insanı aslında ve bize “çalışmayı” öğütlüyor, “daha çok…”
“Çalışmak için ayrı bir zamana ihtiyacınız yoktur; hem özel hem de profesyonel hayatınız 7/24 olmalıdır. Asıl konu, her birine doğru zaman ayırarak her bir günün ne kadar farklı olacağını görmektir.”

“Her bir günü daha farklı kılmak” sözüne takıldım.
Ve bunu düşündüm.
Ne kadar fark yaratıyoruz, her bir gün, her bir gecede…
Birbirine benzer zamanları, nerdeyse tıpkı telaşları, “bugün, aslında dün” dediğimiz ıssızlıkları geçirdim aklımdan, birer birer.

Islak toprağa bırakınız vücudunuzu, her yeni günde…
Bir tohum misali, yeniden uyanmak için...
İnsan ömrü her gün aynı ezberle uyutulacak kadar uzun değil…

 


 

Federe

 

w.jpg

Spor yazarı büyüğümüz Yusuf Karayusufoğlu bir fotoğraf paylaştı.
Çok önemli bir nostalji.
“KKTC-TC Milli Maçı” yazdı, şaşırdım.
Olamazdı!
Elbette, masum bir yanlıştı.
Kıbrıs Türk Federe Devleti milli takımı ile Türkiye A Milli Takımı maçı bu!
İki kaptan.
Biri, Fatih Terim!
Şu anda Galatasaray’ın kaptanı.
Diğeri, Erbay Kaptan!
Meşhur Gönyelili golcümüz.
3 Şubat 1980 tarihli bir anı.
Evet evet, henüz “federe devlet”iz ve Türkiye A Milli Takımı ile maç yapabiliyoruz!
“KKTC” denen yapı ile oturduğumuz dalı kesiyoruz.
İyiden içe kapanıyoruz.
Hani “KKTC kurulurken ağladım” demişti Talat da yadırgamıştı çoğu.
Ettiği en doğru laf!
O gün ağlamayanlar, ananızı ağlatıyor şimdi!

 


Mevcut başkanlar

Demokrasinin aynası partilerin kendi içidir. Hani eğitim aileden başlar derler ya, demokrasi kültürü de siyasi partilerin kendi içinden yeşerir.
O nedenle “mevcut başkanların görevlerine aynen devam etmesi” gibi kararları fazlaca “dayatmacı” bulurum.
Son günlerde bu tartışılıyor.
Bir belediye başkanı başarılıysa, doğalında kendi partisinin üyesi de yeniden aday olmasını ister.
Ya da…
Üye yapısında bir “dengesizlik” varsa, bu durum tartışılır.
Demokrasinin ilacı gene demokrasidir.
Her kim olursa olsun “kimseyle yarışmam, tek isim ve uzlaşma isterim” talebi hem kibirli hem de despottur.
Siyasi partiler kendi içinde dahi demokratik teamülleri ve  yarışma ruhunu ortadan kaldırırsa, toplumun hali pek bir yamandır.
Ülkede “fırsat eşitliği”ni yaralayan en önemli anlayış bu oldu, senelerce!
Pek çok görev için insanlar eşit koşullarda yarışamadı.
Böylece çok sıradan işçiden en tepedeki müdüre kadar onlarca kişiye “bilgisi, görgüsü, kapasitesi, yeteneği” dışında bir sıfat giydirildi.
Fırsat eşitliği içerisinde başkalarının aynı görev için yarışma şansı engellendi.
Adalet duygusu böyle yitirildi.
Çorap ilk böyle söküldü.
O sökükler halen boynumuza dolanıyor.

Böylesi tartışmaların üzerinden hemen şu yorumlar da yapılır:
“Filancayı destekliyor, falancayı kayırıyor.”
Asla!
Tek desteğim demokrasiye, özgürlüğe, şeffaflığa, açıklığa, eşitliğedir.

 


 

Bu çalışanlar, nere ‘çalışıyor’

Çalışan her zaman haklı mıdır?
Soruya soruyla karşılık verelim…
Böyle bir genellemeci yaklaşım olabilir mi?
Belki işe gitmemiştir!
Belki kaytarmıştır!
Belki çalmıştır!
Belki… Belki… Belki…
Her mesele kendi içinde irdelenir.
Erenköy Belediyesi tartışması var ya…
Önceden Lefkoşa için de yazmıştım.
Şu soruyu da sormamız şarttır:
Çalışan “hakkıyla” çalışan mıdır?
Şehirlerin, kasabaların, insanların “cebinden, mahallesinden ve hizmetinden” çalınarak atılan “savruk” adımların ilk sorumlusu elbette ki kimi utanmaz belediye başkanlarıdır.
Ama!
Eğer birileri de göz göre göre bunu kullanıyorsa, “el altından” kendine istihdam ayarlıyorsa, bile bile kendine haksız avantaj sağlıyorsa, fırsatçılık yapıyorsa, “kapağı atmak” mantığıyla hareket ediyorsa…
Masum değildir!


Notçuklarım

  • ‘Korkudan Korkmak’ kitabında Aziz Nesin’in şu hatırlatması var: “Eleştirinin amacı eleştirmek değil doğruyu bulmaktır!.”
     
  • Ve en başında şunu söylüyor:
    “Salt insanları değil, gelenekleri, tabuları, yasaları, görenekleri, yargıları, her şeyi eleştirmelisiniz. Eleştiri her daim haklı olduğunuz anlamına gelmez. Ama bişeyi, eleştirdikten sonra benimserseniz, neyi, niçin kabul etmiş olduğunuzu bilirsiniz.”

     
  • “Lefkoşa Sarayönü civarında gazete almak istiyorum, bulamıyorum, gazete satılmıyor” demiş Halil abimiz. Haklı. Ve doğrusu çok acı. Umarız babadan evlada gazete dağıtım geleneğini devralan Metin Remzi bir gün, Sarayönü’nde gezinir, konuşur, manzarayı gözlemler.
     
  • 9 Nisan’ı hemen not ettim, saat 20.00’de Mağusa’da anı konseri... Gürsel Güngör ve Gökmen Noyan anısına... Kim yok ki? Acar, Girne Gelişim, Kurultay....
    Umarım gidebilirim.


 


Özlemin azı çoğu olmaz, ağırdır işte…

… / Nazım Hikmet

Bu yazı toplam 3092 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar