O KOKU
Pazar sabahı erken saatte yürüyüşe çıktım. Ciğerlerime dağ kokusunu çektim. Etraf lavanta kokuyordu. Bir de lazmarin…
Platres köyünün içinde ve etrafında tempolu bir şekilde turlarken, Pazartesi için bu nefis kokuların bende yarattığı duyguları, izlenimleri yazayım diye düşündüm.
1952 metrelik Olimpos Tepesi’nin, yani Trodos’un zirvesinin hemen güneyindeki sırtta yer alan Platres’in insana huzur veren doğasını paylaşmak hoş olurdu.
O kadar yüksekte olmasına rağmen hava yine de çok sıcaktı, ama asırlık ağaçların gölgesinde yürümek mümkündü. Yollar bakımlı, temiz ve güvenliydi. Sadece araçlar için değil, yayalar, hatta benim gibi spor yapanlar için bile…
Pek sık yürüyüş yaptığım Lefkoşa sokaklarını, yollarını, kaldırımlarını, atlattığım tehlikeleri ve burnuma gelen kokuları hatırlamak dahi istemiyordum.
Mis gibi lazmarin ve lavanta kokuları karışıyor, çam ağacının ve sakızının keskinliğiyle beraber adeta büyüleyici bir esansa dönüşüyordu.
Birazdan başlayacak toplantı ve Pazartesi başlayacak yeni iş temposu öncesinde tam anlamıyla fiziksel ve ruhsal bir ziyafetti bu…
İnsanın hem bedensel, hem de psikolojik bakımdan huzura ermesi için bütün koşullar mevcuttu o an…
Böyle başlayan bir gün ve peşi sıra gelecek yeni hafta ful enerjiyle kolay çıkarılırdı.
* * *
Gelin görün ki 50 dakikayı bulan, 5 kilometreyi aşkın yürüyüş sırasında bana eşlik eden lavanta-lazmarin-çam karışımı kokunun etkisi ‘yatsıya’ kadar süremedi!
Adeta ‘yalancı terapi’ oldu.
Bırakın akşamı, öğleni bile çıkaramadı.
Bir anda kokular değişti.
Trodos’u aşıp Güzelyurt Ovası görünür hale geldiğinde, manzara korkunçtu. Çok uzak mesafeden bile gökyüzüne yükselen dumanların öbek öbek birikmiş hali ürkütücüydü.
Oraya kadar ulaşmıyordu, ama yangının kokusunu genzimde hissettiğimi fark ettim.
Bu kaçıncı yangındı?
1995’teki Beşparmaklar felaketi…
Yeşilırmak yangını…
Kantara’daki felaket…
Her yıl çıkan irili-ufaklı yangınlar…
Ve değişmeyen aciz hallerimiz.
Yok olup giden ağaçlar, bitki örtüsü, telef olan hayvanlar…
* * *
Lefkoşa’ya sürerken burnumda lavanta yerine is kokusu tüttü.
Bir gün önce yanmıştı Değirmenlik, Kalavaç, Beyköy…
Yangın aylarındayız evet, ve fakat neden hep aynı son?
Niçin her yangın sonrası ‘ders alalım’ sözleri ve o hiç alınmayan dersler?
Ne diye hep çelişkili açıklamalar, tutarsızlıklar?
‘Göçebe’ bir yaşam tarzımız var ve bu yüzden çevreyi korumuyoruz toplum olarak.
Biz bu toprakları ‘vatan’ görmüyoruz sanırım.
İhmal, kuralsızlık, umursuzluk, denetimsizlik genlerimize işlemiş.
Tepeden tırnağa…
Hele yöneticilerin tavrı!..
* * *
Lavanta-lazmarin-çam kokusuyla başlayıp kapkara bir cesede dönmüş ormanın yanık kokusuyla tamamlanan bir günün hikayesini dinlediniz.
‘Lağım kokusuyla biten günün hikayesi’nde buluşmak umuduyla…
Elveda lavanta…
Elveda lazmarin…
Elveda asırlık çamlar…
Elveda memleketim…