O otobüs ve çocuklar…
“Büyük aşklar yolculuklarla başlar” der Ahmet Telli. “Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak.”
Elbette söz ettiği “aşk” aklımıza ilk gelen yürek tutuşmasının çok daha ötesindedir.
“Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar.”
* * *
“KKTC”yi çoğu zaman bir buz kalıbına benzetirim.
Hani derin dondurucuda tutarsınız.
Kare kare!
Ne dökseniz içerisine, rengi ya da yoğunluğu fark etmez, öylece donar.
Hep aynı kalıp!
Sağa sola bükersiniz, dökülür.
“KKTC” kalıbı bir yığın düşü, kavgayı, umudu aynı kucakta toplar.
Çok daha fazla serüvencilere ihtiyaç vardır bu nedenle, kalıpları kırabilen, o buz küplerini parçalayabilen yeni çılgınlara!
* * *
Yolculuk demişken OT DERGİ’deki “Ah o otobüs” yazısı günlerdir önümde duruyor.
Ece (Temelkuran) yine döktürmüş.
Aslında “dil” üzerine yazıyor, “Türkçe konuş” kampanyasına haddini bildirerek.
Sonra bir Bedri Rahmi şiirini boynumuza asıyor:
“En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.”
* * *
Şiir öylece yerinde dururken “diploma toplama” yarışının soluk soluğa gençlerine altın bir öneridir bu!
Kaç üniversite bitireceğiniz bir yana… Üç dil, en azından… Türkçe ve Yunanca dışında hatta… İngilizce de “mutlaka” diyoruz… Ve dördüncü bir dil… Bilmelisiniz artık…
* * *
“Niye” demeyiniz.
Çok açık, seçik…
Otobüsü kaçırmış bir toplumun çocuklarının…
Çocuklarısınız siz!
Sizin çocuklarınız bu aptal düzeni görmeden doğmalıdır mutlaka!
Çoğalmalısınız damla damla, ayırmayan ve yaralamayan bir yurt yaratmak için…
Katil nereli?
Kimi süreçler öfkeyle örttüğümüz tepkilerimizi sınamamız için de fırsat yaratır.
İlkesel mi tavrımız, samimi ya da sahici mi, yoksa biçimci ve duygusal mı?
Suçluların iadesine dair yapıcı bir örnek yaşadık.
Meselenin “iletişim dili”yle ilgili farklı bir boyutunu açacağım.
Bu yönde suçlandığımız olur, kimi haksız kimi haklı…
Dünyanın hangi ülkesine bakarsanız, insanla ilgili bir mesele varsa ve o insan o ülkeye yabancıysa, nereli olduğundan söz edilir.
Rus Ressam denir, Fransız golcü, Moldovyalı güzel, Ukraynalı bilim insanı ve bu liste uzar, gider.
Saldırı, suç, soygun gibi olaylarda da böyledir.
İngiltere’de bir Alman katil yakalanırsa, nereli olduğu belirtilir.
Yaşı, mesleği, kimliği, cinsiyeti eğer biliniyorsa açıklanır.
* * *
Günlerdir “Pakistanlı katil zanlısı” ya da “cinayetten aranan Gürcü uyruklu 4 kişi” diye yazılıyor, söyleniyor, konuşuluyor. Sosyal medyada paylaşılıyor, internet ya da geleneksel gazetelerde böyle anlatılıyor.
Bu tanımlamaya dair bir tepki okudunuz mu?
Peki!
Eğer “Türkiyeli” yazılsaydı? Ya da “Türkiye uyruklu” ne olurdu?
O durumda “ırkçılık” üzerinden analizler yapılır, “ötekileştirme” suçlamaları dillendirilir, telefonlar durmaksızın çalardı.
Özellikle altını çiziyorum “haber unsuru” olarak “bilgilendirici” bir tanımdan söz ediyorum.
Yoksa…
Başka başka nitelendirme, gönderme, ima ya da öyküleştirmeden değil.
* * *
Kimi meseleler her daim üzerinde konuşulduğu kadar “organize bir kötülük” ya da “art niyet” içermez. Çok sıradan bir “bilgilendirme” ya da “haber” hazırlanır bazen...
Elbette “ırkçılık” ya da “ayırımcılık” üzerine yapılan nice haklı uyarı, yorum ya da eleştiri vardır.
Ama kimi zaman da “bilmişlik” gösterisine dönüşüyor bu yorumlar, ilgili, ilgisiz yerde…
Günlerdir “Pakistanlı katil” diye yazanların, ne Pakistan’a ne de Pakistan halkına karşı hiçbir art niyeti yoktur. Nasıl ki çoğu zaman “Türkiyeli” ya da “Kıbrıslı” yazanların olmadığı gibi!
Paylaşım siyasetinden, Dışişleri’nde Eski Eserler ve Müzeler’e
“Paylaşım” (Üleşme) siyasetine karşı “temiz siyaset” önerisi yapanların, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’ni Dışişleri Bakanlığı’na bağlamasını nasıl karşılarsınız?
“Siyasi Etik”le ilgili olabilir mi?
Neyse!
Şimdi yapmamız gereken bu yeni mantık üzerinden çok daha yaratıcı, çarpıcı, önemli adımlar atmaktır.
Hangi daire nereye bağlanabilir?
- Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları, Cumhuriyet Meclisi’ne.
- Nüfus Kayıt Dairesi İdari yönden Güvenlik Kuvvetleri’ne, mali yönden Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı’na.
- Piyangolar Birimi, Meteoroloji Dairesi üzerinden Ulaştırma Bakanlığı’na.
- Maliye Bakanlığı, Yardım Heyeti’ne.
- Devlet Üretme Çiftliği Dışişleri Bakanlığı’na.
- Din İşleri Dairesi, Eğitim Bakanlığı’na; İlköğretim Müdürlüğü de Vakıflar İdaresi’ne.
- Şeker Sigorta Tarım Bakanlığı’na, yeni kurulacak Bal Sigorta Orman Dairesi’ne.
- Kıbrıs Türk Süt Endüstrisi Kurumu, Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’na.
- Kooperatif Merkez Bankası, Sağlık Bakanlığı’na.
- Yataklı Tedaviler Kurumu, Tanıtma Dairesi’ne.
Yalan-Doğru
Hani geçenlerde yazmıştım, “Yalanı doğru gibi söyleyenler, en korkutucu olanlardır.”
Ekrem Danış’dan gelen maili de paylaşmak istedim.
Üzerinde düşünmeye değer…
…
<<…İnsanları yalanın yalan olduğuna, doğrunun da doğru olduğuna ikna etmek zordur; ama yalanın doğru olduğuna, doğrunun da yalan olduğuna kolayca inanırlar...>>
NOT DÜŞTÜM
- Metin Münir anımsattı, köşesinde... Pisagor’un lafı. O kadar çok insana, öylesine güçlü bir mesaj ki: “Ya sessiz kal ya da söyleyeceğin şey sessizlikten daha iyi olsun.”
- Polis basın subayının iyi niyetinden, çalışkanlığından hiç şüphem yok, kendisini çok da seviyoruz. Ama şu “intihar” haberlerinde yöntem tarif etmekten nedense vazgeçiremiyoruz. “Nokta nokta nokta suretiyle hayatına son verdi”, diyor yine, en son haberde… O “nokta nokta” dediğim de tarif ediyorlar. “Ölecekseniz, böyle yapınız” der gibi. Yapmayınız, etmeyiniz.
- Anadolu Ajansı’nın haberi: Bulgaristan’dan ırkçı karar.
Diyor ki, “51 ilçede toplam 838 yer adını değiştirerek Bulgarca isimler koydu.”
Bilmem size bir şey hatırlatıyor mu?!