O pınarlar akarken...
Hepsini de ucundan yakaladım, mutluyum.
Bugünün çocukları ve yeni gençleri, göremediler.
Çok daha fazla teknolojiye ve daha akıllı cihazlara sahip olabilirler...
Ama şansızlar…
O pınarlar akarken, yanında duramadılar, dokunamadılar...
…
Lapta'da, Değirmenlik'te, Kırnı'da pınarlar vardı. Başpınar… Çünkü bir de “yavruları” vardı, bunların…
Her üçünden de buz gibi su akardı.
Gürül gürül akardı, yaz sıcağında…
Lapta’da, Değirmenlik’te, Kırnı’da...
Üçü de dün gibi...
Ve kim bilir, böylesine gürül gürül akan daha ne kadar çok pınar vardı.
Hepsi kurudu...
…
İçine karpuz bıraktığımızı anımsarım.
Yol kenarından satın alırdık karpuzu...
Kamyondan alırdık, sıcak...
Ve her yer yanardı, ateş gibi…
Pınarlar hep serindi oysa…
O karpuz, o pınarın içinde, buz gibi olurdu, yarılırdı orta yerinden, kendiliğinden….
…
Gürül gürül akan pınarlar vardı ve daha az insandık, daha az nüfus...
Beton daha azdı...
Metal daha az…
Gülümsemek daha çoktu…
Güya “geliştik” şimdi!
Kocaman bir yalan bu!
Rezil bir teselli…
…
Yollar bu kadar güzel değildi belki, asfalt bu kadar geniş değildi.
Ama insanlar daha güzeldi.
Çok iyi hatırlarım, insanları…
Geçenlerde birisi dedi ki, “Eskiden, bırakınız insanı, mahalleden geçen köpeği bile tanırdık… Kimin köpeği…”
İllaki daha samimiydi.
Şimdi yollar çift şerit, insanların çoğu çift yüzlü, çifter çifter yalanlar şimdi…
…
“Hep bir geçmişe özlem, hep bir nostalji takıntısı var” diyeceksiniz.
Şunu soracağım size: “Bu kadar çok kalabalık olmamızın şartı neydi?”
Daha çok üniversitemiz var.
Ne oldu?
Daha çok mu bilim ürettik yani, daha çok mu aydınlandık?
Daha çok otel var da, turizmin kalitesini mi artırdık?
Yük oldu bize, nüfus da, plansız büyüme de, kalabalık da…
Hepsi yük oldu…
Memleketi sırtımızda taşıyoruz sanki…
Hep bir yorgunluk hali…
…
Daha az olsak keşke...
Çok daha samimi...
Ve o pınarların kokusu, o suyun sesi, o insanların güzelliği, hep aklımda kaldı.
Memleket, memleket gibiydi…
Yeryüzünde...
“Yeryüzünde bir yer...”
Nasıl bir yer acaba?
Bu soruyu yanıtlamalıyız.
“Güzeli kazımak gerek bu yere” dedi, Lefkoşa Belediye Başkanı sevgili Mehmet Harmancı...
“Bütün farklılıkların kardeşçe ama bu farklılıkların korunarak ve sorgulanmadan özgürce yaşanmasını” diledi...
Ne güzel temenniler bunlar.
Sanat tam da bunun için var.
Tiyatro Festivali’nde, oyunlar öncesi hepimizi yoran “konuşma kalabalığı” bu sene olmayacak.
O nedenle, önceden bir kokteyl düzenlenmiş.
Sponsorların gazını alma gecesi!
İşin şakası bir yana, K-Pet ve Cyprus XP sanata verdikleri destekle takdiri özellikle hak ediyor.
Evet, Kıbrıs Tiyatro Festivali 7 Eylül’de başlıyor ve iyi oyunlar seçilmiş..
Repertuar sorumlusu Aliye Ummanel, kulağıma bunu fısıldadı: “Tüm oyunlar gerçekten de harika...”
Bu seneki ana tema “Yeryüzünde bir yer” ya...
Aliye de konuşmasında dikkat çekti, “Paylaştığımız bir yer, böldüğümüz bir yer... İnsan olabildiğimiz kadar ya da insan olabilmek için...”
Böyle bakınca, manzara pek de umutlandırıcı değil galiba...
O nedenle, dönelim tiyatroya...
Genco Erkal’ın “Güneşin Sofrası” ile başlıyor, tiyatronun mevsimi...
Shakespeare’in “MACBETH”i de dahil farklı oyunlar var.
...
Tanıtım gecesinde dikkatimi çeken üç detayı da not düşmeliyim.
Bir, “alkolsüz” içki servisi yapıldı, sadece... (Ne oluyoruz böyle...)
İki, Yaşar Ersoy usta yoktu... (Veya ben göremedim...)
Üç, çok daha fazla ilgiyi, sevgiyi, desteği hak ediyordu gece...
...
Ve Hakan Çakmak dostumuz... Unutulmadı... Nasıl unutulabilir ki...
“Türbülanstan düşen uçak yok artık…”
Bu kadar az uçan ama uçak yolculukları hakkında bu kadar çok okuyan, az bulunur.
Kendimden söz ediyorum, bir başkası değil (!)
...
İlk ergenlik yıllarımdan 20'li yaşların sonuna dek o kadar çok uçtum ki, şimdilerde, “kasılmaya değmez” diyorum, illaki gerekmedikçe!
“Fobi”nin ya da “korku”nun tesellisi bu...
...
En son İstanbul'dan Ercan’a uçan yolcular, Atlas’la büyük bir tehlike atlattı.
(Yurttaşlık Yasası’nda hani şu “istisnai” bölümü var ya, Bakanlar Kurulu önüne gelene kimlik veriyor, bu maddeyle… Keşke o uçağın Ukraynalı pilotu Aleksandr Akopov'a verseler ya…)
Atlas’ın atlattığı tehlike ve son dönemlerde artan “hava boşlukları” derken, pek çok dostumun, uçak yolculuklarına “ürkerek” gittiğini fark ettim…
Uğur Cebeci, en fazla okuduğum havacılık yazarlarından.
Geçtiğimiz hafta içinde yazdı...
“Türbülanstan düşen uçak yok artık” diye… Şunu diyor…
“Türbülanslar hep vardı. Yine olacak. Belki daha güçlülerini yaşayacağız. Ama korkmayın. Türbülanstan düşen uçak artık yok gibi. İyi yönetildiğinde sorun çıkmıyor. Türbülanslarda örneğin bir A340 uçağının kanatları 1,5 metre aşağı, 5 metre yukarı esner… Kuşlar gibi kanat çırpar uçaklar... Hele yeni yapılmakta olan kompozit kanatlarda çırpınma 8 metre yukarı bile olabilecek. Hatta inişten sonra kanatların bir bölümü yukarı katlanacak.
Türbülanslarda korkmayın… Panik yapmayın… Türbülanstan düşen uçak yok artık…”
…
Paylaşmak istedim…
GÜZEL şeyler!
‘Dünya’nın pistinde bir Kıbrıslı Türk... Tebrikler Yiğitcan... Ah keşke önünde de CYP yazsa, yazabilse...
haftanın notcukları
İYİ DEMİŞ!
- "Bu kafayla yakında bir üniversite seçen öğrenciye bir üniversite bedava olacak."
Hasan U. Altıok
- Yahya Kemal, “Siyasette doğru daima geç söylenir” demiş… Bunu duyan ressam Çallı yanıtlamış…
“Amma da saf adamsın… Siyasette doğru geç değil, hiç söylenmez.”
[ Üstat Çetin Altan’ın eski yazılarını okuyorum, halen, fırsat buldukça…]
- Mağusa ve Lefkoşa’nın güneyinde izlemiştim, seneler oldu. Geçenlerde Baf’da konseri vardı, gidemedim. Goran Bregoviç, Düğün ve Cenaze Orkestrası ile 25 Eylül’de Girne’de olacak… Yerimi ayırttım bile!
- Kusura bakmasınlar da, hiç inandırıcı gelmedi, 10 bin 485 TL yoksulluk sınırı. Yoksulluk mu görmediler ne…
"Kesiyorum durduğumuz yeri ortasından
Ey görünüş! seni bir yerinden hiç anlamıyorum"
Edip Cansever