1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. O YAPRAK… O SON YAPRAK…
O YAPRAK… O SON YAPRAK…

O YAPRAK… O SON YAPRAK…

O YAPRAK… O SON YAPRAK…

A+A-

 

Neriman Cahit

Bazen, yaşamın ne kadar uzağına düştüğümüzün ayırdına varamayız… Labirentlerinde, kendimizi yitiririz de, bunun yorgunluğunu, işimize, eşimize, komşumuza ya da dostlarımıza yükleriz…
Şair, “Zordur, bir insanın başka bir insanı anlaması” der… Doğru… Doğru da, acaba: “Bir insanın, kendini anlaması daha mı kolaydır… Hiç sanmıyorum… Başka bir insanı anlamak zorsa eğer… Bir insanın, kendi kendisini anlaması zorun da daha zorudur…
Hele de, bu durum kendini dayatırsa size… Ansızın… Sizin haberiniz olmadan… Size dayatıverirse… Güzel bir mekanda… Güzel dostlar arasında… Ve siz onları, biraz daha anlıyor,., Biraz daha tanıyor ve biraz daha ‘Sevme yolculuğuna’ çıkıyorsanız… Ve bu yolculuk, sizi ‘kendinize de’ götürüyorsa…
Yani, başkalarını daha iyi tanımanın ve kendinizi daha çok sevmenin yolu, ‘kendinizi tanımadan geçiyorsa…’ Ve size, o yolda Kybele… O doğayı canlılığı, üretkenliği temsil eden: “Ana Tanrıça” eşlik ediyorsa…

NE GÜZEL OLUR…
Ne güzel ne doyumsuz olur, böyle yolculuklar… Kendinizi bulurken, yanı başınızda, artık bir daha ayrılmayacağınıza emin olduğunuz güpgüzel dostluklarda sürdüreceğiniz yolculuklar…
“Son yaprağın öyküsünü” dinledim mi yoksa ben mi anlattım… Hani, ağır bir düş kırıklığı ve hastalığı birlikte yaşayan bir genç kızın öyküsü…

***
Genç kız, yataktan kalkamayacak kadar hastadır…
Onu, sadece hasta yatağından görebildiği karşı duvardaki sarmaşıklar oyalamaktadır… Ne ki, yağmur ve güz yelleri sarmaşıkların yapraklarını bir bir söküp götürmektedir… İçindeki tüm yaşam pınarları kuruyan genç kız, son yaprak da düştüğünde öleceğine inanmaktadır… Genç kızı seven genç ama çok yoksul bir ressam vardır… Bir gün, kızın bu saplantısını ablasından öğrenir…
Günler geçer, güz gider kış gelir… Yapraklar bir bir düşer. Ama, o son yaprak, yerinde durmakta… Bir türlü düşmemekte, güze, kışa, yağmura, fırtına ve kara direnmektedir…
Ve, o yaprak, o tek ve son yaprak ayak diredikçe, kızın, ölüm karşısındaki boyun eğmişliği, yerini, yaşam direncine bırakmaktadır…

***
Sonunda, bahar gelir, düşmeyen son yaprağın yanında, yenileri tomurcuklanmaya başlar… Ölüm de artık gerileyip, yerini ‘YAŞAM TOMURCUKLARINA’ bırakır…
Ve genç kız, yeni umutlarla dirilir, iyileşir…

***
Ama o, hiçbir zaman o son yaprağın düşmeme mucizesinin, komşu ressamın fırçasında fışkırdığını… Bu güzel yürekli, umutsuz sevdanın fırtınalı gecede duvara, ‘son yaprağın’ resmini  yaparken, düşüp öldüğünü bilmeyecektir…

YAŞAMA UMUDU VE DİRENCİ
Bu satırları okuduğunuzda, belki de sadece sonraki ‘buruk sürpriz’ hoşunuza gidecek, bazılarınızı etkileyecektir de…
Ama, bana göre, asıl önemli ve üzerinde durulması olay… Hep çürümemekte, düşmemekte direnen, ‘tek bir yaprak görüntüsünün bile’ insanda yarattığı: Yaşama Tutkusu ve direnci…
Gerçekten, güç anlarda nice değerlerin çürüdüğü, nice yüksekliklerin düşüp, ayaklar altında çiğnendiği, nelerin nelerin rüzgara kapılıp sürüklendiği… Her şeyin yok pahasına heba olup çamura bulanma eğiliminin güçlendiği bir dönemde… Yaşam kaynağınızı yitirmemeye, çürümemeye, yerlerde çiğnememeye, rüzgara kapılıp sürüklenmemekte direnmeye…
Nice maddi ve manevi güçlüklere karşın, hayata hala umutla bakmanızı sağlayan ‘GÜZEL İNSANLAR’, size o son yaprak görevini yapar… O son yaprak ki… Nice umudun, nice zengin baharların küllenmiş yaşam sevinçlerinin ve ‘İNSAN OLMANIN DA’ onurunu duyururlar size…

***
BÖYLE BİR TEK YAPRAK, NİCE KOF AĞAÇTAN DEĞERLİDİR… Ve, çoğu kez de güzel bir ormanın da muştucusudur…


--------------------------------------------------------------------------------------

ÜLKEMİZ İÇİN NE YAPABİLİRİZ…

Geçen gün bazı arkadaşlarla sohbet ederken, bir arkadaşın: “Hade gelin ülkemizde gittikçe daha da zorlaşan ‘Hayatımız’ konusunda ne yapabiliriz olgusunu tartışalım…” deyiverince… Önce herkeste derin bir sessizlik oldu… Bu sessizlik uzayınca: “Bu güne kadar yurdumuz bize hayat verdi… Ama artık yoruldu, çok yoruldu… Şimdi ona hayat verme sırası BİZDE…” deyince sessizlik daha da derinleşti ve uzadı…
Daha fazla dayanamayarak, söz aldım:
- Artık yurdumuza daha çok zarar vermeden hep birlikte – Ortak bir barışta – nasıl yaşayacağımızı düşünelim… Bu tekliften sonra, sanki herkesin dili açıldı… Bir arkadaş:
- Ben tek başıma ne yapabilirim ki! Hiç kimse bir şey yapmıyor. Benim yapmamın da pek bir anlamı olmayacak…
UMUTSUZLUK – KÖTÜMSERLİK…

Dayanamayıp, yine söze karıştım: İnsanın, umudunu hiç yitirmemesi gerek… Çünkü onu yitirmek hayattaki birçok ‘olumlu yolu’ da tıkamak demektir…
Çok okuyan bir arkadaşımız, hemen söze karıştı:

- İyimserlik ve umutlu olmak, her zaman kazançlı çıkmaz belki; çünkü, gerçekten de zor olan budur… sorunlarla mücadele etmek, savaşmak birçok yolu açabilir…
Savaşta, hayli uzun süren bir tartışmadan sonra, bazı notları ben tuttuğum için unutma olgusu olmadan, sadece arkadaşlara değil, siz okuyucularımıza da seslenebilmek için, biz “çağrı” şekline soktuk:
“Bu ülkede yaşayan herkesin: ‘Ülkemde barış ve refah içinde yaşamayı nasıl öğrenebilirim? Sorusunu sorması şart… Yaşarken, hem ülkemizi ve dolayısıyla de dünyayı parça parça öldürüyoruz… Ülkemiz – dolayısıyla dünya – giderek kirleniyor… Ülkemiz ve insanına – dini, ırkı ne olursa olsun, ‘insanca’ davranmalıyız…
Yediğimiz – içtiğimize – ama özellikle de çocuklarımıza ne yedirip içirdiğimize çok dikkat etmeliyiz; çünkü,  müdahale edilmiş yiyeceklerle onların hayatını çalıyoruz… Buna hakkımız yok…

***
Yıllardır, hem komşularımız hem de birbirimizle savaşarak çok zaman yitirdik…
Oysa, yapmamız gereken:
Bu ülke ve dünyada ortak geleceğimiz için birlikte mücadele etmeliyiz…
Kuşlar, birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha uzaklara ulaşabiliyorlar…
Biz de hem acımızı hem de huzurumuzu paylaşarak birlikte daha huzurlu yaşayabiliriz…
Meyve, yalnızca ağacın dalının ucunda…
Elimiz kolumuz bağlı oturursak onu nasıl yiyebiliriz ki…
Ya komşularla toplayıp, sonuçta paylaşarak…
Ya da birimizin topladığını diğeriyle bölüşerek
YETER Kİ BUNA NİYET EDELİM…


--------------------------------------------------------------------------

SIRA BİZDE…

Beni artık yanına çağırma,
Sen yanıma gel.
Güzel şeyler anlatıyorsun
Öğretmenim… Teşekkürler
Ama,
Artık biraz da biz konuşalım,
Öğretmenim, lütfen izin ver...

İzin verin
Anneler, babalar, öğretmenler
Biraz da biz çocuklar konuşalım
Siz dinleyin ey büyükler…

Artık soru sormak sırası bizde:
Söyleyin bakalım: Nedir dünyadaki
En önemli şey…
Para mı, mevki mi, çocukların geleceği mi…
Ama iyi düşünün,
Yoksa sınıfta kalırsınız
Sizi hollolar yer…

İzin verin de
Artık biz de konuşalım
Eyy,  büyükler…
    Neriman CAHİT

Bu haber toplam 1705 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 182. Sayısı

Adres Kıbrıs 182. Sayısı