O YOL BELLİDİR
Bölgede bir kez daha gerilim sürecine gireceğiz anlaşılan. Pandemi nedeniyle biraz durulmuştu ortalık ama son günlerde Doğu Akdeniz’de suların yeniden ısınacağına dair emareler var.
Türkiye-Libya deniz paylaşım anlaşması sonrası Ankara’nın bazı Yunan adaları etrafında hak iddia etmesi Yunanistan ile Türkiye arasında yeni bir polemik konusu oldu önce. Yüksek perdeden atılan nutuk ve naraların ardından iki ülke yetkilileri diyaloğa açık olduklarını söylediler.
Lakin Ankara-Atina arasında ‘adalar sorunu’ şimdiki mesele değil. Yarım asırdan fazladır ‘ana kara’ ile ‘ada kara’nın denizde kaç kilometre egemenliği olduğu tartışması yapıyorlar.
Ve elbette üçüncü bacakta da Kıbrıs var. 1963’te fiilen bitmiş, 1974’te ada bölünmüş olsa da 1960’ta oluşan ‘üç garantörlü statüko’ uluslararası hukuk bakımından hala geçerliliğini koruyor. Karada olduğu gibi denizdeki ve havadaki ‘egemen kimdir’ sorunsalı devam ediyor.
Kimilerine göre ‘barış’ 46 yıl önce gelmiş olsa da, 16 Ağustos 1974’te ilan edilen ‘ateşkes’ dışında bir ‘barış antlaşması’ yapılmadığı için aslında adada ‘savaş hali’ sürüyor.
İmzaların atılacağı ‘o gün’e kadar da bu hal öylece sürüp gidecek.
* * *
Savaşlar yıkım demek. Bu ada üzerinde çok ciddi yıkımlar yaşandı.
Bölgemizde birçok ülke sürdürülebilir bir rejime sahip değil. Bir savaşa ara verilirken bir diğer ülkede yenisi patlak veriyor.
Ekonomik dengesizlikler, sömürünün sebep olduğu gelişmemişlik halleri göçleri, modern köleliği, her türlü insan hakları ihlallerini tetikliyor.
Kıbrıs adası, konumu gereği ‘stratejik’ sayılıyor ve ‘fillerin tepişme alanı’ olarak kullanılıyor. Onlar tepişirken kuşkusuz ezilen de çimler, yani adada yaşayan insanlar oluyor.
Şövenist politika ve onun aygıtı durumundaki propaganda algıları köreltiyor, dar milliyetçi zihniyetler sayesinde adadaki ‘belirsizlik’ hala sürüyor.
* * *
Oysa bu adada yaşayan toplumların önünde duran en mantıklı, en akılcı, en kolay yolun adı uzlaşı değil midir?
Bütün milliyetçi, şöven, ötekileştirici duygu ve düşüncelerden arınalım ve düşünelim.
Ormanlar yanıyor bu ülkede, beraber daha kolay söndürebiliriz, ağaçları koruyup doğanın daha da tahrip olmasının önüne geçebiliriz. Yapmıyoruz ve oksijensiz kalıyoruz. Sanki havada asılı duran karbon monoksit gazı hepimizi zehirlemiyormuş gibi!..
Corona virüsü yayılıyor, belli ki daha da yayılacak. Ama biz virüse karşı birlikte hareket edemiyor, sağlık uzmanlarımızı bir araya getirip ortak çalışma yaptıramıyor, Corona’ya adeta davetiye çıkarıyoruz. Sanki virüs kuzey-güney, Türk-Rum, Müslüman-Hristiyan tanırmış gibi!..
Ada turizmle geçiniyor ama biz turist kapasitesini artırmak için el birliği yapmayı beceremiyoruz. Kıbrıs’ın dört bir yanında yer alan doğal ve tarihi güzellikler aynı pakette tanıtılabilse, üç-dört misli turist gelecek, hesap belli. Ama yok. Beceremiyoruz. Sanki paranın dini, dili, kitabı varmış gibi!..
* * *
Kıbrıs’ta geleceği birlikte tasarlamak şarttır.
Gerginlikler, belirsizlikler bitmeli, burası bir huzur adası olmalıdır.
Akıl ve mantığın tarif ettiği yol çözümdür.
O yol için çaba sarf etmek gereklidir.
Aksi halde bu topraklar huzur yüzü görmeyecektir.
Kaç nesildir çekiyoruz.
Yetmedi mi?