Öcalan'ın mektubu ve biz...
Artık ciddi bir aşamadayız. Bakın Türkiye'de Newroz'da çok önemli siyasi mesajlar verildi.
Sayın Abdullah Öcalan'ın Newroz'da okunan mektubu, AK Parti Hükümeti ve HDP yetkililerinin Dolmabahçe'de birlikte ilan ettikleri 10 maddelik deklarasyonla birlikte ele alındığında, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözüm süreci için çok önemlidir.
Bu iki ciddi gelişmeyi ne AK Parti karşıtlığı, ne Kürt düşmanlığı, ne de dar siyasi güncel, hele seçim muhalefeti anlayışı ile ele almak mümkün değildir.
Newroz'da Sayın Öcalan'nın okunan mektubunda işaret ettiği belli hususlar, yalnız Türkiye için değil, ama Kıbrıs ve bitmek bilmeyen diğer çatışma bölgeleri içinde geçerli olan evrensel gerçekleri işaret etmektedir.
"Emperyalist kapitalizmin ve yerel despotik işbirlikçilerinin tüm dünyaya dayattığı neoliberal politikaların yol açtığı kriz, bölgemiz ve ülkemizde çok yıkıcı bir şekilde yaşanmaktadır. Halklarımızın ve kültürlerin etnik ve dini farklılıkları, bu kriz ortamında, anlamsız ve acımasız kimlik savaşları ile tüketilmektedir. Ne tarihi ne çağdaş, ne de vicdani ve siyasi değerlerimiz bu tabloya asla sesiz ve bigane kalamaz. Bilakis acil bir müdahale, dini inançlarımız, siyasi ve ahlaki sorumluluğumuzun gereğidir"
Evet, Sayın Abdullah Öcalan'nın bu ifadeleri, son yüz yılın çatışmalarla geçen ve son 40 yılda da silahlı çatışmalarla, on binlerce Türkiyeli insanın ölmesine neden olan Kürt sorununun çözümü için gerekli olan demokratik sentezi temellendirmek için, esas nedeni ortaya koyan önemli bir tespittir...
Bu tespit ile çıkılan yolda Kürt sorununun çözümü için Türkiye'de ilk adım olarak çatışmasızlık aşamasına geçildi. Amaç bu sorunu, insani, demokratik temelde siyasi ve toplumsal bir çözüme kavuşturmaktır.
BİZDE ÇATIŞMASIZLIK
Ancak, Türkiye topraklarında 40 yıldır çatışma ve savaşla oluşan bu zor, demokratik, barışçı ve insani olmayan durum, bizde 50 yılı aşkın bir şekilde çatışmasızlık ortamında sürmektedir.
Kimlik ve egemenliğini diğerine baskılayarak dayatma yanlışının ağırlığında, Abdullah Öcalan'nın işaret ettiği gerçek, yani etnik, dini farklılıkları temel alan dar milliyetçi anlayışın yönlendirmesinde, Kıbrıs'ın ana dili Türkçe ve Elence olan sakinleri, birbirlerini yıllardır tüketmektedirler.
Bu nedenle adamız, stratejik özelliği ile bizden başka herkesin üzerinde at koşturduğu, plan yaptığı bir yer olmuştur.
Şimdi ciddi ekonomik kriz içinde, bu adanın ister Elence, isterse Türkçe konuşsun, tüm sakinleri, ekonomik krizler içinde hem ezilir, hem debelenirken, 40 yıldır süren çatışmasızlık ortamının aldatıcı görünümü altında, içten içe birbirimize dönük üstünlük savaşı ile kendimizi bu evrensel kriz ortamında daha hızlı tüketiyoruz.
Bunun için artık bu aşamada, çözüme dönük kimse çaresiz, duyarsız kalamaz.
Çünkü bu aşamdan sonra, özellikle Türkiye'de, Kürt sorununun çözüm dinamiğinin getireceği demokratik ciddi adımların yol açacağı, demokratik sinerjinin etkisi ile Kıbrıs sorununda çözümü zorlamak, son derece önemli bir insanlık ve yurt sevgisi görevidir.
Bu yüzden üstümüzdeki miskinliği atmak ve bunun yol açtığı "miskinolojiye" dönük düşünce ve girişim üretmek, ben barışçıyım ve çözümcüyüm diyen herkesin görevidir.
Sayın Abdullah Öcalan şu tespit ve değerlendirmeyi de yapmaktadır.
"Kapitalist emperyalizmin genelde son iki yüz yıllık, özelde son yüz yıllık gerçeği şudur: Ulus devlet milliyetçiliği temelinde etnik ve dini kimlikleri özüne ters biçimde içe doğru kapatıp birbirine düşman etmek, yani böl - yönet politikasına uygun olarak varlığını acımasızca günümüze kadar sürdürmek..."
Evet, Sayın Abdullah Öcalan'nın bu tespiti ve değerlendirmesi tam yerindedir. Hele emperyalist kapitalist sistemin özünde var olan ve ulus devlet sınırlarını aşan ekonomik ve siyasi ilişkiler gerçeğine ters olan bu durum, günümüzde küreselleşmenin çok ileri aşamaya ulaştığı şartlarda, kendi kapitalist dinamiğine de sıkıntı yaratan bir durum oluşturmaktadır.
İşte bu "böl - yönet " politikasının 20. Yüzyılın ilk yarısından sonra en acımasız bir şekilde uygulamaya sokulduğu bir coğrafya olan Kıbrıs adasında, bunun acısını yaşayan biz Kıbrıslı Türkler ve Rumlar olarak, şimdi, Türkiye topraklarında buna alternatif olarak gelişen bu yeni demokratik gelişmeyi yalnızca coşku ile karşılamamalıyız.
Ayni zamanda kendimize dönük bundan dersler de çıkartmalıyız...
Bundan ders çıkartmalı, kendi acılarımızı Türkiye insanı ile paylaşmalı ve ortak demokratik değerlerin gelişmesine dönük katkı üretmeliyiz.
Sayın Abdullah Öcalan'nın bu tespitten sonra mektubu ile ilettiği sentez ve çağrısı da çok önemlidir.
"Bunun için ulus devletleri kendi içinde demokratik siyasetle demokratik ortaklaşmanın yeni bir türünü gerçekleştirmeye ve yine ulus devletleri kendi aralarında Orta Doğu'nun demokratik ortak evini inşa etmeye çağırıyorum"
Evet, bu çağrı ayni zamanda Orta Doğu'nun stratejik bir yerinde olan Kıbrıs içinde geçerlidir.
Bir düşünün, Kıbrıs'ta gerçekleşecek barışın, Sayın Öcalan'ın Orta Doğu'nun demokratik ortak evini inşa çağrısına, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs halklarının barışçı işbirliği ortamının eklenmesi ile oluşacak bölgesel dinamiğini ve demokratik enerjisini...
Bu bölge, Ege'nin iki yakasından Doğu Akdeniz'e, Basra Körfezi’ne ve Kızıl Deniz’e kadar
barışçı dinamiğe sahip olur...
Bu nedenle biz, ulus devlet mantığı ile bu küçük adada yarattığımız bölünmenin acı yaratan çıkmazı üzerine, çözüm olarak, artık her unsuru ellenmiş ve ortaklığın yansıması olan Federal Kıbrıs çözüm sentezini, bu doğrultuda, yaşama geçirmek görevi ile şekillenmiş tarihi bir insanlık sorumluluğu içindeyiz.
Evet, böl ve yönet kültürünün yol açtığı etnik ve dini farklılıkların üzerinden Kıbrıs'ta gelişen ayrılıkçılık ve hakimiyetçilik anlayışının yarattığı yıkımı ve bölünmeyi artık aşma aşamasına bir an önce gelmeliyiz....
Allah'ın hellimi üzerinden egemenlik kavgasının yapıldığı bu topraklarda artık, bu mantıksızlığı aşmak zamanı çoktan geldi.
Sayın Abdullah Öcalan'nın mektubundaki demokratik mantık, bizim içinde geçerlidir. Çünkü Kıbrıs sorununun temelinde var olan evrensel yanlış aynidir.
İşte bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken, Türkiye'de Haziran ayında yapılacak milletvekilliği seçimlerine dönük oy kaybı endişesinden uzak, tarafların attığı bu cesaretli adımı bizde örnek almalıyız.
Bu yüzden etliye sütlüye karışmadan siyaset yapmak anlayışının esirliğinden çıkarak, bu gelişmeleri değerlendirmeliyiz.
BM Özel Temsilcisi Sayın Eide'nin çözüm için yeni girişimleri başlattığı bu aşamada, Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemi, bir o kadar daha önemli olmaktadır.
Bu yüzden statükoyu korumayı amaçlayan adaylara karşı, iç sıkıntılar ve kısır siyasi çekişmelerin ötesinde davranmayı becermeliyiz.
Bu bakımdan Dr Sibel Siber'in başarısı için çalışmak gerekiyor.