ODA… SAAT… ŞEKİL…
Bir edebi çalışma önüme geldiğinde, hele hele onu okuyup da sevdiğimde ister istemez düşünüyor, merak ediyorum, hangi ortam/koşullarda nasıl yazıldı?
Bir edebi çalışma önüme geldiğinde, hele hele onu okuyup da sevdiğimde ister istemez düşünüyor, merak ediyorum, hangi ortam/koşullarda nasıl yazıldı? Kuşkusuz her eserin yaratılma koşulları da var. Üzerinde çalışılan zaman, ortam, işçilik, vs. sonuçta belirleyici oluyor eserin şeklinde, üslubunda…
Etrafımda, yakınımdaki bazı yazar ve şairlere, çalışma ortamları, zamanları ve şekilleriyle ilgili üç kısacık soru sordum. İşte cevaplar:
a) Çalışma Odanız? b) Çalışma Saatiniz? c) Çalışma Şekliniz?
(Jenan Selçuk)
a) Oğlum doğmadan önce çalışma odasını andırabilecek özelliklere sahipti, oğlum doğduktan sonraysa evin ambar odasına dönüştü diyebilirim. Yeni gelenlere yer açmak için yerlerinden edilenlerin gelişigüzel istiflendiği, içerisinde çok seyrek zaman geçirdiğim bir sürgün odası artık.
b) Öyle bir saat yok. Son zamanlarda uykumun ortasında dahi uyanıp notlar alıyorum. Bu notlara yeniden dönüp onları değerlendirmemse bazen günler, hatta haftalar sonrasına kalabiliyor. Açıkcası, bulduğum her boşlukta çalışmaya çalışıyorum.
c) Şekilsiz.
(Cengiz Erdem)
a) Siyah defterim veya laptop'um neredeyse orasıdır odam...
b) Tercihim gün doğumudur ama günün ve gecenin her saatinde yazmaktır kaderim...
c) Oturarak ve çevreden koparak; arada bir balkonda volta attığım da olmuyor değil ama...
(Tufan Erhürman)
a) Evimin salonu. Televizyon karşımda. Bir haber kanalı sürekli açık. Ama sesi kısık. Zaman zaman başımı kaldırıyorum. İlgimi çeken bir haber varsa sesi açıyorum, dinliyorum, sonra yeniden kısıyorum. Kitaplıklarımın hepsi salonda. Sürekli kitapları karıştırdığım için genelde dağınık. Camlarda perde ya da pancur yok.
b) Günün her saati. Ama özellikle sabah saatlerini tercih ediyorum. Kafamın en net olduğu saatler onlar.
c) Kitap okurken mutlaka elimde bir kurşun kalem ve bir cetvel var. Önemli gördüğüm yerlerin altını çiziyorum. Yanlarına kurşun kalemle notlar alıyorum. Çalışma masam bayağı büyük. Masamın üzeri her zaman dağınık ve kalabalık. Yazarken genelde doğrudan bilgisayara yazıyorum. Ama bazen bir cafe'de falan otururken de yazabiliyorum. O zaman kağıt-kalem kullanıyorum.
(Neşe Yaşın)
Çalışma odam loş olsun isterim. Fazla ışık beni dışarıya çağırır. Ama bunun dışında kafelerde yazarım çok. Birisi direk bana konuşmadığı ya da benim dikkatimi çekecek yüksek bir konuşma olmadığı sürece her yerde yazabilirim. Sabah erken çalışırım en çok. Eskiden gece geç vakitler yazardım ama artık yapamıyorum. Şiirleri önce el yazısıyla yazarım mutlaka. Yazılarımı direk bilgisayara yazarım. Çok sayıda defterim vardır. Kırtasiye şımarığıyım. Moleskine defterlerim de vardır. İçleri özensizdir ama. Rastgele, kötü bir el yazısıyla yazarım. İstediğim zaman iyi bir el yazım vardır ama... Birilerinin hediye ettiği defterler önemlidir. Can Yücel'in hediye ettiği bir defterim vardı. Şiirlerle doldurdum. Başka hediye defterlerim de oldu çok sevdiklerimden.
(Tamer Öncül)
a) Özel bir çalışma odam yok... Klinikte kullandığım odadaki bilgisayarım çalışmalarımın yoğun olarak yapıldığı yer... Evde yazmaktan çok okumaya ayırıyorum vaktimi... Yaz aylarında bahçedeki zeytin ağacının altı; kış aylarında ise evin küçük oturma odası "okuma odam" oluyor...
b) Gün içinde boş olduğum her an... Gece evde pineklediğim saatler...
c) Yazacaklarımı aklımda biriktirdikten sonra bilgisayara dökmek; evdeysem bir kağıda karalamak…
(Gür Genç)
a) Çalışma odam yok. Çalışma masam mutfak masamız. Mutfak ve bahçe kokularının birbirine karıştığı ortamda çalışırım. Önümde mevsim meyveleriyle dolu çanak, arkamda dağlar.
b) Yaz kış benim için en ideal çalışma saatleri, sabah 4-7 arası. Kapakların açılma, alttakilerin üste çıkma vakti. Bir de öğlen saatlerinde çocuklar uyuduğu zaman çalışma imkanım oluyor.
c) Çoğunlukla üç aşamalı – önce mürekkepli veya kurşunkalemle, karalama kağıtları üzerinde çalışırım. Bunlar şekillenmeye başlayınca deftere, daha sonra da bilgisayara geçirir, son halini orada veririm.
(Senem Gökel)
Kendime ait, istediğim gibi, sırf çalışma odası diyebileceğim bir odam yok. Ama şu anki haliyle, mevsimine göre, odadan odaya taşınıyorum. Yazda serin olan bir odaya, kışta bir başkasına… Her odada kitaplığım var, onlar yerli yerinde olmalı. Gerisi biraz dağınık… Duvarlarda eski çizimlerim, birkaç resim (Gogh, Turner ve Sargent favorilerimden). Veya kartpostallar… Sıkıldığımda yenileriyle değişiyorum.
Eskiden sadece defterlerle çalışırdım. Şimdi çoğunlukla masa başında, dizüstü bilgisayarla çalışıyorum. Ve yatakta, kağıtlarla... Benim için kalem ve kağıdın manevi değeri olsa da bilgisayar dahil her şeyi yazı için birer araç olarak görüyorum. Toprak ve teknoloji hakkında (birinin diğerini dışladığı) duygusal ve yüzeysel açıklamalar pek ilgimi çekmiyor. Benim için yazı, bazen sayfalarda başlayıp bilgisayara aktarılıyor, orda çalışıyorum sonra yazıcıdan çıkarıp gözden geçiriyorum, üzerine, sakin kafayla, notlar alıp sonunda tekrar bilgisayara dönüyorum, vesaire.
Çalışırken masamın üstünde duran küçük objelerle devamlı oynarım; küçük bir kaplumbağa, tahtadan minik bir Hollanda ayakkabısı, pembe kuvarstan bir taş... Yazı alıştırması yapıyorsam dikkatimi dağıtmadığı sürece, duyulur duyulmaz klasik müzik… Arada bir-iki bardak bitki çayı... Şiir, öykü veya çeviri üzerinde çalışıyorsam sessizlik istiyorum. Çeviri söz konusu olduğunda, yalnız çalışmanın ardından şairle bir araya gelip birlikte tartışarak çalışıyoruz.
Aylarca şiir yazmadığım dönemlerim oluyor, ama yazıyı sürekli kılmaya çalışıyorum. İnce eleyip sık dokuduğum için yavaş ilerliyorum; ancak bu şekilde memnun kalabiliyorum. Yazıdan koptuğum zamanlar olmadı değil fakat böyle dönemlerin sonunda o dolulukla aylarca ürettim mesela. Bunun yanında sürekli okuyorum. Aynı anda birkaç kitap... Genellikle okumaya başladığım kitabı bitiririm lakin bir kitabı yarım bırakıp arada başka onlarca kitap bitirdiğim olur. Yarım kalan kitaplarsa hala devam edilmeyi bekler orda. Çünkü başka tecrübeler yaşamışımdır ve yanıtlar başka kitaplardadır. Bu aynı aynı zamanda dikkat eksikliğiyle de ilgili; tek bir işe uzun süre odaklanamama gibi bir sorunum var. Daha düzenli ve disiplinli olmak için kendimi özellikle yönlendirmem gerekiyor, çünkü ilgimi çeken diğer konulara anında kayıyorum; her şeyi aynı anda götürmek isteyince de dağılıyorum. Yine de bu çalışabildiğim sürelerin kaliteli olmasına engel değil.
Bazen araba kullanırken aklıma dizeler geliyor; onları tekrarlayıp duruyorum unutmayayım diye. Uzun yolda araba kullanıyorsam kendi kendime yüksek sesle şiir okuyorum, bunu yapmayı özellikle seviyorum. Gündelik hayat, iş hayatı, şiiri değilse de düzyazı çalışmalarımı baltalıyor. O ruh halinden beni kopardığı için ertesi gün devam edemiyorum. Korkunç bir şey.
Sadece kapalı ortamlarda çalışmıyorum. Bu yaz’ı Büyük Han’da geçirdim. Sabah erken kalkan insanlardım ve her gün aynı yollardan geçmek, benzer sesleri ve kokuları duyarak ilerlemek ve her zamanki mekanıma oturmak bir keyifti… Aynı insanlar, sohbetler, turist kafileleri… Bir yandan limonatamı içerken diğer yandan okudum, yazdım… Böyle ortamlar yazı alıştırmaları ve taslaklar için ideal, ama dediğim gibi bir eser üstünde çalışıyorsam yalnızlık ve sessizlik lazım.
Ve gezip araştırıyorum. Sıcağın altında, başımda şapka… Kıbrıs’la ilgiliyse, elimde kitap, önceden okuduğum yerleri gözden geçirerek geziyorum. İnsanlarla tanışıp sorular soruyorum. Çoğunlukla da yardımcı oluyorlar. Dışarıdaysam günlüğümle veya kağıtlarla çalışıyorum. Bir öykü konusunda gerçek bir mekandan etkilenmişsem oraya gidip otomatik yazı deniyorum. Eve dönünce yazıyı geliştiriyorum.
Günlüğümü düşüncelerimi tartışmak, kendimi geliştirmek için kullanıyorum daha çok.
Bembeyaz parlak sayfalar yerine solgun sarı sayfaları tercih ediyorum; hem göz yormuyor… Yazarken de siyah mürekkepli, akıcı bir kalem kullanmayı seviyorum. Günün çeşitli saatlerini kullanıyorum, ama en çok sabahları çalışmayı seviyorum. Bazen bir eser üstünde saatlerce çalıştığım oluyor. Yazmaya kendinizi kaptırdığınızda kopup gidiyorsunuz, fiziksel olarak içinde bulunduğunuz zaman-mekan kayboluyor. Açlık hissetmiyorum, yemek yemeyi unutuyorum. Gözlerim çok yoruluyor, ayrıca sırtım çok fena. Yorulduğumda mecburen aralar veriyorum, fakat o aralarda bile zihnim hala çalışıp bir şeyler kuruyor ve çok geçmeden aceleyle tekrar masa başına geçiyorum. Daha sonra o eser aylarca bir kenarda duruyor – ta ki elime tekrar alma zamanı gelinceye kadar. Bu biraz da sezgisel bir şey... Arada geçen zamanda yaşayacaklarımla ilgili. Bu şekilde, yazıya daha taze bir gözle de bakma imkanı buluyorum.