1. YAZARLAR

  2. Tamer Öncül

  3. ÖFKE VE UMUT
Tamer Öncül

Tamer Öncül

ÖFKE VE UMUT

A+A-


Önce ölümler geldi, sonra yağmurlar…
Barış umutlarının, sarı yapraklara takılıp döküldüğü şu günlerde; havalar gibi umutlarımız da karardı.
Yolsuzluk ürünü yollarımız, kana susamış ejderhalar gibi saldırıyor insanlarımıza.
Kamyonlar kavun* değil; ölüm taşıyor buralarda.
“Soruları gereksiz bulan”; yüzü kızarmayan, yüzsüzler kabinesi “özrü kabahatinden büyük” açıklamalarla milleti uyutmaya çalışırken; küçük tinyozluklarla (petrol fiyatları düşerken yapması gereken indirimi, fiyat İstikrar fonunu yükselterek hükümet kasasına aktarması gibi) bütçe denkleştirme; memleketi peşkeş çekme peşindi…
Bir avuç öğrencinin karşısına çıkmaya cesaret edemeyenler; oturduğu koltuklardan, dünyaya “tehdit nutukları” atarak; dil mastürbasyonu yapmakla meşguller…
Dağlarımızı oyanlar; “daha çok kar” diye diye, işçilerini günde 12 saat çalışmaya mahkum eden asalak patronlar, para tomarlarını okşayıp; elleri titreyerek ayırıyorlar: 10’u, “yüzdeon efendiye”, 1’i işçiye; gerisi cukkaya !..  
Kuzu can derdinde, kasap et derdinde…
Kılıçkalkanoğlu, Yenikapı’da kucağına oturduğu Reis’ine sataşacak diye bizi kullanıyor: "Kıbrıs'ta şu anda KKTC toprakların yüzde 37'sine sahip. Yüzde 29.2'ye düşürmek istiyorlar. Kıbrıs'ı da satmak istiyorlar. Bu adalarda Yunanistan bayrağı var. 'Neden müdahale etmiyorsunuz, neden hakkımızı aramıyorsunuz' diyoruz. 'Çok daha büyük, çok daha önemli bir işimiz var. Bizim bir reisimiz var. Ona bir koltuk bulmaya çalışıyoruz' diyorlar.” gibi komik laflarla miyavlıyor…
E, “Reis” altta kalır mı? Önüne gelene basıyor fırçayı… Ne “kendini buğday ambarında sanan tavuk” kurtuluyor dilinden; ne AB; ne barış isteyenler (Dur bakalım, orada bu kadar şehit kanı var. Neyi veriyorsun?”).
Sahillerimizi, dağlarımızı, tüm kurumlarımızı yandaş patronlara peşkeş çekenlerin diline yapışmış “Satış Edebiyatı”… 
“Vermeyiz /satmayız” edebiyatının baş destekçileri, kırılan kapıların ardında saklanırken; binlerce gencin kararlı duruşu; sisteme karşı isyanı bir umut dalgası yarattı toplumda…
Ve bu umudu yükselten yazılı bir açıklama geldi dün BM’den: “Görüşmeler 9 Ocak’ta Cenevre’de devam edecek; 11 Ocak’ta karşılıklı haritalar sunulacak. 12 Ocak’ta garantörlerin de katılımıyla ‘Kıbrıs Konferansı’ düzenlenecek.”
Bu Ucube Sistem(sizlik)ten; belirsiz / güvencesiz yarınlardan kurtulmak için önümüzde ciddi bir fırsat var; oturup beklemenin bize bir şey kazandırmayacağını yakın zamanda gördük… Şimdi, sokakları, meydanları daha da kalabalıklaştırmanın zamanı…
Yağmurları sevinçle karşılayacağımız günler için…


YAĞMUR

Kirlenmiş bir dünya bıraktı yağmur
yıkayacağına yolları sokakları.
Kirlenmiş bir dünyamız vardı zaten
ve yağmuru beklerdik yıkasın diye…

Yıllarca yuvarlayıp tepeler yarattığımız
tüm pisliğimizi yollara döktü yağmur.
Çıktı ikiyüzlü yüzsüzlüğümüz açığa
- kızarmamış, pişkin ve şaşkın…-
Yağmur iyi verdi dersimizi,
oh olsun bize! Şimdi hızla toplayıp
saklayalım bu müthiş pisliği
ve hazırlanalım sınava
bu utanç dolu derse çalışıp:
“En iyi nasıl örtülür pislik?”
-konumuz bu…-

Temiz bir dünyamız vardı oysa
kim çağırdı bu yağmuru
yıkasın diye sokakları?
Açık ettiniz beceriksizliğimizi,
oh olsun bize!.. Dersimizi
iyi aldık!.. Ama, öğrendik artık
sıçtığımız bokları daha iyi örtmeyi;
gayrı seller vız gelir bize…

1 Nisan 1996 Lefkoşa   
(Düşler isimli kitabımdan)


• Cahit Külebi’nin “İstanbul” şiirinden

Bu yazı toplam 2111 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar