Öğrenci Gelmediyse Bir Sebebi Var!
Adanın yükseköğretim kurumlarının hesaba katmadığı ya da katmaya yanaşmadığı pek çok değişkenin etkisiyle Kuzey Kıbrıs üniversitelerine ayrılan kontenjanın yaklaşık %47’sine öğrenci yerleştirilmedi.
Tayfun Can Onuk
[email protected]
Bildiğiniz gibi Türkiye’de öğrenciler, yükseköğretim kurumlarına merkezi sistem ile yerleştiriliyorlar. Kuzey Kıbrıs’taki, sayıları günden güne değil neredeyse saatten saate artan, üniversiteler de öğrencilerinin büyük çoğunluğunu bu sistemle alıyor. Geçtiğimiz hafta bütün adanın gözü 2017 yılı için öğrenci yerleştirme sonuçlarının açıklanmasındaydı. Adamızdaki üniversiteler 2017-2018 akademik yılı için 14.890’ı lisans olmak üzere toplam 20.331 öğrencilik kontenjan için yerleştirilme yapılmasını bekliyordu. Adanın yükseköğretim kurumlarının hesaba katmadığı ya da katmaya yanaşmadığı pek çok değişkenin etkisiyle Kuzey Kıbrıs üniversitelerine ayrılan kontenjanın yaklaşık %47’sine öğrenci yerleştirilmedi. Ek yerleştirme döneminde de bu sonucun büyük oranda değişmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Hazır yükseköğretim konusunda biraz hayal kırıklığı biraz da panikle toz kaldırılıyorken bu sonuca nasıl gelindiğini kendimce açıklamak istiyorum.
Bir Öğrenci Bir Üniversiteyi Neden Tercih Eder?
Türkiye Yükseköğretim Kurumunun verilerine göre Türkiye’de ön lisans ve lisans seviyelerinde öğretim sürdüren 185 adet üniversite bulunuyor. Üniversiteye girmek üzere hazırlanan öğrencilerin seçimlerini etkileyen elbette çok seçenek var ama bunların arasında bir kısım aday için üniversitenin akademik başarısı ve marka değerinin (uluslararası sıralamalardaki konum, öğretim kadrosu, mezunların istihdam olanakları, diplomanın saygınlığı vb.), bir kısım aday için üniversitenin sektörle ilişkileri ve girişimciliğe ne kadar olanak sağladığının, bir kısım aday için ise üniversitenin konumu ve sosyal olanaklarının ön plana çıktığını söylemek zor değil. Öğrenciler hazırlık sürecinde gereken çabayı göstererek üniversite dendiğinde akla gelen bir kurumu hedefleyebildiği gibi, hazırlık yılını daha sınırlı bir özveri ile geçirip eğitimini puan aralığı daha düşük bir üniversite geçirmeyi de planlayabiliyor.
Bugün Türkiye’nin üniversitelerine baktığımızda yukarıda özetlemeye çalıştığım farklı beklentiler için hangi üniversitelerin öncelikli tercih edildiğinin aşağı yukarı oturduğunu söyleyebiliriz. Akademik öncelikler söz konusu olduğunda Boğaziçi, Sabancı, Koç, Bilkent Üniversiteleri ve ODTÜ öne çıkarken Özyeğin ve MEF gibi yenilikçi üniversiteler kariyerini daha inovatif bir yolla ve girişimcilikle kurmak isteyen öğrencileri çekiyor. Üniversite hayatının oldukça önemli bir bileşeni olan sosyal olanaklar konusunda da büyük şehirlerdeki köklü üniversitelerin ve maddi olanakları geniş bazı vakıf üniversitelerinin cazibe merkezi olduğunu görebiliyoruz.
Bu sınıflandırma çabamı sığ bulup, “Türkiye’nin büyük küçük illerine hatta ilçelerine dağılmış yüze yakın üniversiteyi hangi öğrenciler dolduruyor?” diye itiraz edebilirsiniz. Burada bilimsel bir araştırmanın verilerine dayanmıyor da olsa kendimize dürüst olarak cevabı bulabiliriz. Türkiye’deki 185 üniversiteden kabaca 100 tanesi muhtemelen hazırlık sürecinde kimsenin hayallerini süslemiyor! Öğrenciler, üniversiteye hazırlıkla geçirdikleri yılın sonunda elde ettikleri puanla, çoğu zaman “puan ziyan olmasın” niyetiyle tercih yapıyor. Taşra üniversiteleri de diyebileceğimiz küçük il/ilçe üniversitelerinin, üniversite mezunu olmak haricinde bir kariyer ihtimalinin kabul görmediği bir toplumda “açıkta kalmamak” üzere yapılan tercihlerle öğrenci aldığını söylemekte ben bir sakınca görmüyorum. Özünde insanlar eğitim almak için memleketlerini terk etmek zorunda kalmasın niyetiyle açılan bu üniversitelerdeki öğrencilerin demografik dağılımından da bu iddiayı doğrulayabiliriz.
Buraya kadar söylemek istediğim; farklı üniversitelerin, farklı beklentilerdeki öğrencileri almak üzere kendini baştan konumlandırdığı. Kimsenin öfkesine hedef olmamak için örnek vermekten kaçınıyorum ama dikkatli baktığımızda vakıf üniversitelerinin dahi hedef öğrenci kitlelerinin oldukça farklı olduğunu reklam kampanyalarında görebiliriz. Bunun sonucu olarak bir üniversite öğrenciler arasında derslerinin zorluğu ve diplomasının iş mülakatlarındaki etkisi ile ünlenirken, diğer bir üniversite sosyal zenginliği ve öğrencilerinin hayat doyumu ile anılabiliyor.
Mevcut durumda bütün üniversitelerin akademik mükemmeliyeti hedeflemediği çok açık. Özellikle pek çok özel üniversitenin hedefi “gözü en yüksekte” olan öğrencileri bünyesine katmak değil, bunu başarabilecek akademik kaynaktan da zaten yoksunlar. Dur durak bilmeden sayıları artan özel üniversitelerden büyük kısmının hedefi, üniversite hayatını ders yükü bakımından rahat ve sosyal kazanımlar açısından zengin geçirmek isteyen, dolayısıyla hazırlık sürecinde de emeğini ekonomik harcamış öğrencileri kendine çekmek. Mevcut durumda puanı düşük, yükseköğretim için harcama yapmaya hazır öğrenci için akademik kalite ve yüksek standartlar vadeden seçeneklerin yanında kolay ve eğlenceli bir üniversite hayatı vadeden üniversiteler de var. Buradaki esas mesele üniversitelerin hedeflerinin, kimliklerinin ve öğrencilerden beklentilerinin net olması ile bunların doğrultusunda öğrenciye ne sundukları.
Kurumsal bir kimlikten yoksun, öğrenciye ne sunduğu meçhul, diploması dünya nezdinde bir değer görmediği gibi öğrencilik deneyimi de vasatın altında olan özel üniversiteleri şimdiye kadar yukarıda açıkladığım açıkta kalma korkusu ve bir yıl daha hazırlanma çilesinden kaçış ayakta tuttu. Siz de biliyorsunuz, çevremizde böyle üniversiteler var. Ne akademik kadrolarıyla, ne eğitim kaliteleriyle, ne kampüsleriyle, ne de bulundukları şehrin olanaklarıyla öne çıkabilen; şimdiye dek üniversite sayısına oranla yüksek kalan adayların köşeye sıkışmışlığı ile gelir elde eden üniversiteler…
Burada durup Kuzey Kıbrıs’taki durumu özel olarak ele almak istiyorum.
“İlçe Gelişmiyorsa Üniversite Açalım”
Kuzey Kıbrıs ile üniversitelerin karmaşık bir ilişkisi var. Üniversiteler bir yandan uluslararası öğrencileriyle ambargo hissinin azalmasına yardımcı oluyor, diğer bir yandan ise adanın en büyük ikinci gelir kaynağı olarak öne çıkıyor. Hatta gelir kaynağı olarak o denli öne çıkıyor ki üniversiteleri başka alt metinler ile asla tartışmıyoruz. “Üniversite nedir?”, Üniversite açmak için neler gerekir?”, “Dün açılmış bir üniversitenin nasıl 8 fakültesi, 3 enstitüsü, 5 yüksekokulu olur?” gibi soruları görmezden gelip 100.000 öğrenci hedefi peşinde koşuyoruz. Hatta ve hatta üniversitelere yüklenen gelir getirici rolü diğer bütün rollere baskın olduğundan üniversite bulunmayan ilçelerin sakinleri bu durumdan rahatsızlık duyuyor ve ilçelerinin “üniversite ihtiyacını” sık sık dile getiriyor.
Bir Gaile okuruna üniversite açmak için nasıl bir alt ve üst yapı gerektiğini, üniversite olmanın hangi bileşenlere dayandığını ya da iyi üniversitenin ne olduğunu anlatmaya lüzum olmadığını düşünüyorum. Kabaca bakarsak üniversite; akademik kadro, fiziksel alt yapı ve üniversite öğrencisinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir coğrafya gerektiriyor. Kendini ciddiye alan üniversiteler yavaş büyüyor ve değerleri köklendikçe artıyor. Dünyanın geri kalanında üniversite açmayı bir kenara bırakın yeni bir yüksek lisans ya da doktora programı açmak bile oldukça büyük bir mesele. Bizde ise açıkta kalmak istemediği için tercih yapan öğrencilere adres olmak gayesiyle saydığım gereksinimlerden yoksun üniversiteler ardı ardına açıldı. Açıldığı gün 3 meslek yüksekokulunda 16 ön lisans, 8 fakültede 26 lisans, 9 yüksek lisans ve 4 doktora programı sunmak cüretini de gösteren bu üniversiteler akademik olarak kendilerini çok da ciddiye almadıklarını zaten baştan ortaya koydu ve nereden nasıl olursa olsun gelecek öğrencilerle kontenjanları dolduracağını umdu. Olayın otoriteler tarafında ise 100.000 öğrenci hedefi için her yol mübah sayıldığından üniversite açmak isteyen girişimciye “Bir dakika!” denmedi. Olay üniversite sahiplerinin, başka ilçelere de “kardeş” üniversiteler açmasına kadar uzadı. Başka bir ekonomik gelişim olanağı sunulmayan tabanın üniversiteye olan tutkulu talebi de bu üniversite izinlerini meşru gösterdi.
Sonuç? Türkiye’de üniversite sayısına bağlı olarak artan kontenjan sayısının etkisiyle “mecbur kalıp yazacaklar” huzuru ile beklenen öğrenciler Kuzey Kıbrıs’ı tercih etmedi. Kontenjanların yarısı açıkta kaldı. Eğitim adası olma yolunda ilerleyen Kuzey Kıbrıs için sarsıcı oldu bu sonuç ancak halen problemin doğru noktadan okunmadığını üzülerek görüyorum. Benim teklifim mevcut durumu “Üniversitelerimiz öğrenciye ne vadetti?” sorusu üzerinden okumak:
Dünya standartlarında akademik kalite ve diploma saygınlığı?
Çeşitli sosyal olanakları ile zengin bir kampüs ortamı?
Barınma, ulaşım, beslenme gibi konularda öğrenci dostu, cazip yaşam alanları?
Cevabı siz verin. Bunlardan birini ya da bir kaçını sunan üniversitelerimiz zaten kontenjanlarını doldurdu. Bunun ötesinde küçük bir ilçenin tek süpermarketinin yanına yapılmış tek binada eğitime başlamış, ne vadettiği meçhul bir üniversitenin istihdam alanı sınırlı bir bölümünü neden kimse yazmadı diye dertlenmenin işlevsiz olduğuna inanıyorum.
Bu düşüş eğiliminin önüne geçmek için Kuzey Kıbrıs yükseköğretim ekosisteminin imajı üzerinde çalışmaya ihtiyacımız var. Bunu söylediğim için bana kızabilirsiniz, tespitimin temelsiz olduğunu da söyleyebilirsiniz (keşke öyle olsa) ancak bugün Türkiye toplumu için Kuzey Kıbrıs’ta üniversite okumak daha iyisini başaramamış olmak ve kolaya kaçmak anlamını taşıyor. Ne yazık ki bir yılda 5 yeni üniversite açılması, üniversite açmak isteyene hiç soru sorulmaması, diplomaların peynir ekmek gibi dağıtılması da “Kıbrıs’ı kazandım!” denince yüzünü ekşitip “Olsun yavrum üzülme” diyen komşu teyzelerle olan mücadelemizi hiç kolaylaştırmıyor. Kuzey Kıbrıs’ın yükseköğretim kimliğini geliştirmezsek bugüne kadar başka bir alternatifi kalmadığı için kontenjanları dolduran öğrencilerin artık gelmeyeceğini bu senenin sonuçlarından anladık diye düşünüyorum.