Öğretmenlik Mesleğinin İtibar Kaybı Meselesi
PISA direktörü ve eğitim uzmanı Andreas Schleicher “Dünyanın hiçbir yerinde eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenlerin kalitesini geçmiyor” tespiti son derece anlamlıdır. İşte Schleicher’e göre kaliteli eğitim sistemlere sahip olan ülkelerin eğitim adına yaptıkları:
- Özellikle son yirmi yılda başarı elde eden ülkeler, kültürlerini değiştirmeden, mevcut öğretmenleri işten çıkarmadan sadece eğitim felsefeleri ve politikalarında değişiklik yaparak ilerleme kaydetmiştir. Tüm okullardaki eğitim kalitesini artırmak için çaba sarf etmişler, okullar arasındaki kalite farkını kapatmışlardır. Her okula başarıyı sağlamışlardır. Tüm çocukların potansiyellerine inanmışlar ve eşitlik ilkesinden ödün vermemişlerdir.
- Öğretmenlik mesleğine aday seçerken çok dikkatli davrandılar. Öğretmenlik mesleğinin tercih edilebilir saygın bir meslek haline gelmesini sağladılar.
- Sıradan okullar, yüksek motivasyonlu öğretmenlerin hizmet verdiği çekici ve cazip okullara dönüştürülmüştür.
- Eğitime ne kadar para ayırdığınızdan ziyade, bu parayı nasıl harcadığınızın önemi vardır. Yani, eğitime fazla kaynak ayırmak tek başına yeterli olmuyor, bu kaynağın verimli kullanılması gerektiğini Güney Kore ve Lüksemburg örneklerinden görebiliyoruz. Güney Kore, bu kaynağı öğretmene yatırım yapmak için kullanırken, Lüksemburg bu tercihi eğitim ortamlarından yana kullanmıştır. Güney Kore, PISA sonuçlarına göre Lüksemburg’un çok önündedir. Okulun bir mekândan ziyade, bir eğitim faaliyet alanı olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Peki, Biz Ne Yapıyoruz?
Toplumsal statü ve ekonomik getiri bir mesleğin özel uzmanlık gerektirip-gerektirmediği göstergelerinden biridir. Öğretmenlik mesleğinde istihdamın büyük bir oranda kamu tarafından sağlanması nedeniyle, mesleğin ekonomik getirisi ve dolayısıyla toplumsal saygınlığı yani öğretmenlik mesleğinin saygınlığı iktidar tarafından belirleniyor. Hal böyle olunca da öğretmenin itibarı her geçen gün erozyona uğruyor. Çünkü iktidar;
- Karşılaştığı eğitim sorunlarının tüm kabahatini ya öğretmene çıkartıyor ya da ortaya koyduğu çözümler öğretmenin yükünü artıracak yönde oluyor.
- “Öğretmen tasarrufu politikasında” ısrar ederek eğitimde ekonomik kaynak yaratacağına inanıyor.
- Bir yandan ağır ders yükü altında ezilirken diğer yandan da sağlıksız, kalabalık ve pedagojik olarak kontrol edilemez sınıflarda ciddi davranış sorunları yaşayan, küfürlü konuşan, argo ve kaba dil kullanan, öğrencilere eğitim vermeye çalışıyor.
- Ne var ki zaten çağın ihtiyaçlarına göre düzenlenmemiş okullarda hizmet vermeye çalışan öğretmenler bugün öngörüsüz bir biçimde konteyner yapılara dönüşen ortamlarda eğitim vermek şöyle dursun, mesleği ile ilgili tek bir anlamlı iş yapamaz hale geliyor.
- Demokratik olmayan, hiyerarşik ve merkeziyetçi bir yönetim tarzı ile karşı karşıya kalıyorlar. Mesleki gelecekleri konusunda kendilerini güvensiz hissetmekte, belirsizlik ve farklı engellenmeler yaşıyor, partizanlığı ve adam kayırmacılığı görüyorlar,
- Onların gelişimi için düzenlendiği hatta mevzuatla katılma yükümlüğü altına girdikleri hizmet içi eğitimlerin hiçbir kademesinde ihtiyaçları dikkate alınmıyor, onlara konularının uzmanıymış gibi davranılmıyor.
Andreas Schleicher’in altını çizdiği şu sözü tekrar hatırlayalım; “eğitime ne kadar para ayırdığınızdan ziyade, bu parayı nasıl harcadığınızın önemi vardır.”
Daha anlaşılır bir biçimde söyleyelim; öğretmene yatırım yapın. Yani;
- Öğretmen tasarrufu politikanızdan vazgeçin. Öğretmenliğin bir meslek alanında öte bir şey olduğunu kavrayın.
- Öğretmenlik mesleğinin herkesin yapabileceği bir meslek grubu olarak görmekten vazgeçin.
- Hizmet öncesinde de hizmet içinde de gelişimini destekleyecek adımlar atın.
- Öğretmenlik mesleğini; hazır bulunuş düzeyi yüksek, iyi eğitim almış öğrencilerin seçmesini sağlayın.
- Öğretmenin gelişimine, entelektüel birikimine önem verin. Bu birikimin öne çıkacağı uygulamaları işe koşun.
- Ruhsuz, pedagojiden uzak yapılar değil, gerçekten eğitim faaliyeti alanı olacak okullar yapın.
Kısacası, öğretmene itibarını geri verin…
Anlayana Gülmece
Tren Kaçtı
Üç arkadaş tren istasyonuna varır. İçlerinden biri gişeye yaklaşıp bilet alır ve trenin kalkmasına ne kadar zaman olduğunu sorar. Gişedeki görevli:
- Bir saat on beş dakika...
Arkadaşlarına dönerek:
- Daha çok var, hadi gidip şu karşıki kafede çay içelim...
Oradan buradan derken lâf lâfı açar. Ancak birden tren düdüğüyle kendilerine gelirler. Koşarak dışarı fırlarlar ve koşmaya başlarlar. İçlerinden ikisi; biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişir. Üçüncü ise geride kalır ve yetişemez. Tren iki arkadaşıyla uzaklaşıp gider. Geride kalan, derin bir iç çektikten sonra katıla katıla gülmeye başlar. Durumu gören istasyon memuru dayanamayıp sorar:
- Hem treni kaçırdın hem de gülüyorsun!
- Nasıl gülmeyeyim!... Onlar beni uğurlamaya gelmişti…