“Okulumuz kapanırsa ölürüz”
Yukarıdaki başlığı abartı ve anlamsız bulabilirsiniz. Yine de bir insanı, bu cümleyi sarf etmeye yönelten durumu incelemek önemlidir. Pınar Barut’un 26 Eylül günü yayınlanan haberiyle, Dikmen Köy Kadın Merkezi binasının, ana sınıf ihtiyacından ötürü, Eğitim Bakanlığı tarafından alındığını ve üretim yapan kadınların sokağa atıldığını öğrendik. Gözyaşları içinde: “Burası bizim mutluluk yuvamız. Okulumuzu kapatırlarsa biz ölürüz. Bizi artık psikologların kapılarından toplarlar” diyerek yaşadıkları üzüntüyü anlatan kursiyerler, emeklerinin yok sayılmasına karşı duydukları öfkeyi bizimle paylaştılar. Bu satırları okuyanlar, çocukların okul ihtiyacı karşılanacaksa ortada bir mağduriyet yoktur diye düşünebilirler. Ama mesele o kadar da basit değil. Çünkü KKTC yöneticileri kendi yeteneksizliklerinin bedelini vatandaşlara ödetmeye alıştı. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Aslında kurs binasının kadınların elinden alınması, çok da şaşırtıcı bir adım sayılmaz. Çünkü devletler ne zaman zora girse, ilk el atacakları yerler, cinsiyetlendirilmiş sistem içerisinde kadınların varlık gösterdiği alanlar olur. Buna ek olarak yıllık bütçeler hazırlanırken, cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik herhangi bir pay ayrılmaz. Mesela bugüne kadar geçirilen bütçelerde; kadınların iş gücüne katılımı, şiddete karşı mücadelede etkili araçların (sığınma evi, adli yardım) sağlanması, ev içi emeğin görünür kılınması, dışarıda çalışmayıp evde üretim yapan kadınların ekonomik getiri elde edeceği kooperatiflerin kurulması için katkı yapılması gibi hususlara rastlayamazsınız. Varsa bile çok düşük meblağlar belirlenmiştir. Kısacası devlet, ataerkil sistem içerisindeki pek çok alanda eşitsizliğin sarmalından çıkıp varlık göstermek isteyen kadınlara destek olmuyor. Söz konusu sorunlar genellikle hasıraltı edilip, yok sayılıyor. Hâlbuki basit bir yöntem ile bu ihtiyaçlar ortaya çıkarılabilir. Ki buna ilişkin üniversitelerde pek çok akademisyen ve kadın çalışmaları merkezleri tarafından yürütülen saha araştırmaları sözünü ettiğim noktayı kanıtlıyor.
Ekonomik özgürlüğün sadece gelir elde etmek ve o yönde güçlenmekle bağlantısı yoktur. Kadınlar ürettikleri ürünler aracılığıyla; ortaya bir iş çıkarmakta, gerçekleştirilen sergiler ile emeklerini görünür kılmakta ve bu sayede varoluşlarına da bir katkı sağlanmaktadırlar. Ayrıca bu alanda edinilen güç, şiddetle mücadelede de bize yardımcı olmaktadır. Aslını isterseniz üretimden koparılan ve yıllar içerisinde bu doğrultuda iradesini de kaybeden Kıbrıs Türk toplumunun tamamı, anlattıklarımı gayet iyi anlayabilecek noktadadır. Ama her ne hikmetse, toplum olarak konu kadınlara gelince, bir adım geride durmayı alışkanlık hâline getirmiş vaziyetteyiz.
Hâl böyle iken, kadınlar üretime teşvik edileceğine, emeklerini görünür kılan alanları kapatmak ne anlama gelir? Yapılanın aksine, ürünlerin satışını sağlayacak gelir getirici mekanizmaları konuşmak gerekir. Köy festivallerini gezenler görecektir. Birçok kadın evinde yaptığı gerek el işleri gerekse gıda malzemeleri üzerinden para kazanmaktadır. Bu sayede yerel üretim de desteklenmektedir. Bir de bunun daha örgütlü bir şekilde gerçekleştirildiğini düşünün. Pek çok alanda var olan kooeperatifleşmenin, kadın emeği üzerinden sağlanması ve daha geniş kitlelere yayılması, üretimin güçlü bir temelden yükselmesine imkân tanıyacaktır.
Özellikle siyasilerin dillerine pelesenk olan, “kadınlarımızı güçlendireceğiz, ekonomik alanda varlıklarını sağlayacağız” gibi cümlelerin somutlaşması için, bu gibi girişimlerin hayata geçirilmesi gerekir. Konuşmaktan öte icraata geçemeyen ülke yöneticileri, bırakın kadın emeğini örgütlü şekilde güçlendirmeyi, tam aksine kadınların el emeği ürünlerini yarattıkları binalara göz dikmiş vaziyette.
Ülkedeki nüfusun, kontrol edilebilirlik sınırını uzun zaman önce geçtiğini biliyoruz. En temel ihtiyaçlar dâhi karşılanamaz durumda. Hastalar sedyeler üzerinde koridorlarda tutuluyor, çocuklar bina yetersizliğinden ötürü özel okulların binalarına taşınıyor. Kısacası vatandaşı olduğumuz yapı artık bir adım ileriye gidebilecek güç ve yeterlilikte değil. Ama bu sebeplerin hiçbiri, “koca devletin”, bir köy kadın merkezinin binasına el atma acizliği içinde olmasını haklı çıkarmak için yeterli değil.
Gelinen aşamada ya utanç hanenize bir çizik daha atacaksınız ya da hepimizi şaşırtıp emek ve kadın dostu bir yerden hareketle hatanızı telafi etmek için girişimde bulunacaksınız. Mesela ev içinde veya dışında üretim yapan kadınların ekonomik hayata daha kolay dahil olmaları için kanallar açacaksınız, teşvikler yapacaksınız. Sağa sola dağıttığınız ve sonrasında takip etmediğiniz destek programlarını, biraz da kadın emeği için uygulayacaksınız. Bunun sonucunda, belki de cinsiyetler arasındaki eşitlik uçurumunu kapatacak bir kürek toprağı da siz atmış olursunuz, fena mı?