‘Olağanüstü’ duruma hazır mıyız?
Türkiye'deki ‘darbe girişimi’ bazı konuları yeniden ele almamıza-tartışmamıza zemin yaratıyor.
Bunlardan en önemlisi sivilleşme!
Kıbrıs'ın kuzeyinde çok ciddi bir sorun bu.
Elbette sadece bizden kaynaklanmıyor, deniz ötesinden yansımaları birinci etken.
Hayatın her alanına dokunan, her bir yurttaşı ilgilendiren bir konu.
Örneğin hala ateşkes koşullarının yaşandığı adada askeri sistemin dayattığı pek de kimselerde olmayan bir durum hala yürürlükte: Seferberlik!..
Senede bir ya da bazı şahıslara 2 gün sivil hayattan koparan yeniden “asker” olma güdüsünü dürtükleyen anlamsız bir uygulama.
Peki ya törenlere ne demeli?
Askeri unsurların güç gösterisi yaptığı törenler bunlar…
Gereksiz, kışkırtıcı, soğuk savaş döneminin artığı suni güç gösterisi ve tahrikten başka ne işe yarar ki böylesi “kutlamalar” ?
Zaten kimse de gitmiyor ki izlemeye!..
Subay aileleri ve birkaç örgütçük dışında hiç kimsenin ilgi göstermediği bu törenlere harcanan para ile neler yapılır kim bilir?
Geçen yıl 20 Temmuz törenlerinde “sadeleştirmeye” gidilmişti, hatta kararın bundan sonraki törenler için de geçerli olduğu iddia ediliyordu.
Ben inanmıyorum, kimse kusura bakmasın.
Birkaç ay sonra Türkiye’de taşlar yerinde oturunca bizde de askeri hayat yeniden kaldığı yerden devam edecek diye düşünüyorum.
Zira gerçek orada duruyor ve şekil değiştirmek işe yaramıyor ne yazık.
Umarım yanılırım.
Elbette tek dertlerimiz bunlar değil sivilleşme adına.
Hala kendi askeri yapılarımızı kendimiz yönetemiyoruz.
Polis, itfaiye keza öyle…
Askeri alanlar yargı denetimini kapsamıyor.
Ülkede patlayan bombalar, faili meçhuller vesaire.
Militarist yapı her yanımızda…
Türkiye’de gündeme gelen bir başka tartışma da “idam” cezası…
Sosyal medyada bu konuyu yorumlayanları takip ediyorum, sanki bizde idam yokmuş gibi!..
TC'deki 80 darbesinin rüzgarıyla 1985 yılında Kuzey Kıbrıs'ta yürürlüğe konulan anayasanın geçici 13. Maddesi idamı içeriyor.
Ancak ilgili madde yürürlükteki yasalarla “var olan” ölüm cezalarını kaldırdı ve ölüm cezalarını, ömür boyu hapse dönüştürdü.
Anayasa bunu yaparken, 15. maddesi, 3 suçla ilgili olarak yasa ile idam cezası konabileceğini de hükme bağladı.
Peki nedir bu suçlar?
-Savaş halinde vatana ihanet suçu
- Devletler arası hukuka göre korsanlık ve tedhiş suçu.
-Ömür boyu hapis cezası gerektiren bir suçtan dolayı mahkum edildikten sonra tekrardan işlenen ayni cinsten suç.
Meclis, bu üç “suç” dışında ölüm cezası koyamaz!
Peki meclis, ceza kanununa, ölüm cezası koydu mu?
Evet, Meclis, 1989 yılında ceza kanununda değişiklik yaparak, “tasarlayarak adam öldürme” suçundan mahkum olduktan sonra tekrardan tasarlayarak adam öldüren bir suçlu için idam cezası koydu. Bunun dışında ceza kanununda idam cezası yok.
Kısacası Kıbrıs’ın kuzeyinde olağanüstü bir olaylar yaşanması durumunda hem idam cezasının uygulanabileceği yasal düzenleme var, hem de böylesi bir ortamı doğurabilecek bir statik yapı…
Hani bazı iç gerginliklerin adaya taşması durumundan bahsediliyor ya, işte böylesi günlerde gösterecek rejim gerçek yüzünü…
Barbaros Şansal’ın yasadışı olarak yaka paça yurt dışına çıkarılması da bu duruma küçük bir örnektir, küçük bir işarettir.
Her ne açından bakarsanız bakın, yaşadığımız topraklarda daha fazla sivilleşme, daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük için yapacak çok işimiz var.
Zira yaşadığımız 'yarı devlet' yapısı hem militarist yapının ürünüdür, hem de yarım kalmış kurumsallaşmanın da beşiğidir.
Gerisi laf-ı işgüzardır.
TEPEDEN TIRNAĞA YOLSUZLUK
'Her yerde yolsuzluk' başlığını attı KIBRIS Gazetesi…
Telekomünikasyon Dairesi…
Güzelyurt Araç Kayıt Şubesi…
Taşkent Kooperatifi…
Mağusa Devlet Hastanesi…
Mağusa Kooperatif Merkez Bankası DAÜ Şubesi…
Ve son olarak Binboğa Yem Fabrikası…
Hemen hemen bütün yolsuzluk haberlerinde ortak nokta var!
Zimmetine para geçirme!
Daha açıkçası çalışanlar devletin parasını cebe indiriyor.
Peki ama neden?
Neden bir insan- ki bu insan kamu görevlisi; devlete ait parayı zimmetine geçirir ki?
Kamu görevlileri özel sektör çalışanlarına göre çok daha iyi maaşlara çalışır, hepinizin malumu…
Çok daha iyi çalışma koşullarına sahip böylesi bir çalışma grubunda yer alan insanlar neden bu tarz bir yola başvurabiliyor?
Sistemin dayattığı daha fazla para kazanma hırsı, insanların gözlerini kör etmiş adeta…
Bu kokuşmuş düzende artık zamanla fazlalaşan bu vakalara özel olarak eğilmek gerekiyor.
Yoksa tepeden tırnağa yolsuzluk bizi bitirecek.
BALIĞIN BAŞI KOKTU MU?
Diğer yazından alıntıyla devam edelim…
Kimi kamu görevlileri neden yasaları ihlal ederek kamuya ait paraları zimmetine geçiriyor?
Olayın bir de “balık başı” tarafı var elbette…
Bir soru sorarak duruma izahat getireyim: Başbakan dahil üst kademe yöneticileri hukuka ne kadar saygılı?
Devlete ait arazileri oğluna ait şirkete devreden bir bakan var bu ülkede!
Trafik cezalarını sildiren bir başbakan!
Aldığı her kritik karar yargıdan dönen bir hükümet var!
Elbette çalışanları da yolsuzluğa başvuracak, hakkı (!) değil mi?
Balık başı ‘geberik’ koktuğuna göre, balığın kıçının kokusunu da çok da şey etmemek lazım!
Sayın Akıncı, buna ne diyeceksiniz?
Tahsin Ertuğruloğlu’nun “kendi adına” değil, başka merkezler adına konuştuğu saatler sonra işte böyle ortaya çıkar!
Türkiye’ye bağlanma isteği masadaymış!
Kim istemiş bunu?
Hani “isteği” demişler haberde?
Tahsin Bey mi?
O gitsin bağlansın.
Hatta adayı da terk edebilir.
Desenize siz yıllar yılı başta BM olmak üzere bütün dünya aleme YALAN söylediniz siz!
Hani sizin teziniz iki toplumlu federasyondu?
Bu açıklamalara bizim sözde federalist Cumhurbaşkanı Akıncı ne diyecek?
Bir sözü olacak mı?
Bizim adımıza bakın kimler karar verme arifesine yanaşıyor başkan!
Bir iki kelam etseydiniz bari!
“Masgaralık” müzakereler aşkına!