1. YAZARLAR

  2. Hakkı Yücel

  3. Ölçü (Modus) ile Sonsuzluk (Apeiron) Arasında
Hakkı Yücel

Hakkı Yücel

yeniduzen.com'a özel

Ölçü (Modus) ile Sonsuzluk (Apeiron) Arasında

A+A-

Ukrayna ile Rusya arasında uzun bir süredir var olan sorunlar yumağının savaşla çözülecek raddeye gelmesiyle küresel ölçekte daha bir hız kazanan siyasal trafik, dünyanın yeniden dizayn edileceğinin konuşulduğu, bunun adımlarının atıldığı süreçte seçenekleri, eski dönemi anımsatır biçimde,  ‘ya bu ya öteki’ ikilemiyle mi sınırlı tutacak, yoksa ötesine taşıyacak mı, bunu zaman gösterecek. Ancak modern döneme ait, hayatın tüm alanlarını kuşatan, bu ikili düşünme aklının (dikotomik akıl), zamanın ruhuyla hanidir uyum sorunu yaşadığı, bu bağlamda değişimi zorladığı da aşikâr. Üzerine yeniden düşünmek bir gereklilik.

Bir örnek, edebiyattan yola çıkarak bakacak olursak Elias Canetti ünlü ‘Körleşme’ (Payel Yayınları) romanını yazarken geçirdiği hazırlık dönemini ‘Sözcüklerin Bilinci’ (Payel Yayınları) kitabında ayrıntılı bir biçimde anlatır. Oradan öğreniyoruz ki aslında yazar başlangıçta bir değil, hem birbirinden bağımsız ve hem de birbirini tamamlayacak olan sekiz romanı birlikte tasarlamaktadır. Neden böyle düşündüğünü açıklarken ortaya koyduğu gerekçesi ise dikkat çekicidir. Şunu söylemektedir Canetti: “Günün birinde dünyanın artık bundan önceki romanlarda olduğu gibi, başka deyişle tek bir yazarın bakış açısından anlatılamayacağını düşündüm; parçalanmış bir dünya vardı artık ve ancak onu bu parçalanmışlığıyla sergileme yürekliliği gösterildiği takdirde, bu dünyaya ilişkin doğru bir tasarımın verilmesi söz konusu olabilirdi.” Bu tespiti nedeniyledir ki yazar “İnsanlığın Yanılgıları Komedisi” başlıklı bir plan hazırlar ve bir bakıma bu parçalanmışlık halini kapsayacak sekiz romanlık yazma serüvenine soyunur. İzleyeceği yol şudur: Her roman için çılgınlık sınırlarına ulaşan bir temel karakter oluşturacaktır ve bu karakter diliyle, düşünceleriyle ötekilerden tamamen farklı ayrı bir yaşam sürdürecektir. “Dünyayı dışardan aydınlatabileceğim sekiz projektör kurduğumu düşünüyordum” diye yazan Canetti bir süre o karakterlerle cebelleşir ancak altı yıl süren bu maceranın sonunda ortaya sekiz değil sadece tek bir roman çıkar. Önceleri “Kant’ın Yanışı” koymayı düşündüğü adı ise son noktayı koyduğunda “Körleşme” olarak değiştirir ve böylece birçok otoritenin bütün zamanların en iyi romanlarından biri olarak kabul ettiği bu büyük eser 1935’de yayınlanır. Her ne kadar yazarı “sekiz romandan yazılmadan kalanlar, başka deyişle ‘İnsanlığın Yanılgıları Komedisi’nin gizli özsuları” bu romana aktı dese de, acaba sekiz romanın hepsi yazılmış olsaydı ortaya nasıl bir sonuç çıkardı sorusu yanıtsız kalır. Ancak hepsi bir yana burada asıl dikkat çeken Canetti’nin parçalanmış dünya tespiti. Sadece bir romancı değil aynı zamanda önemli bir düşünce insanı -filozof- olarak Canetti’nin yaratıcı dehasını harekete geçiren bu tespit, bugünün dünyasını anlamak adına da sanki erken bir uyarı gibidir.

Şundan, bugünün dünyası yakın bir geçmişten itibaren yaşanan bütün o karmaşık ve kaotik değişim süreci sonrasında tam da böylesi bir parçalanmışlık hali sergilemektedir. Modernitenin kategorik-hiyerarşik ayrımlarla belirlenen ve ‘mutlakçılık/kesinlik’ kertesinde ortaya konan ‘ikili’ düşünme mantığının yetersiz kaldığı bu yeni dönemin (modern sonrası dönemin) parçalanmışlık hali karşısında ise edebiyattan –sanattan- düşünce dünyasına kadar yeni bir düşünce mantığı kendini dayatmaktadır. Bir başka ifadeyle ‘rasyonel/irrasyonel’ (‘ben/öteki’, ‘doğru/yanlış’ vb. ) gibi ikilemler artık çoklu bir mahiyet arz eden parçalanmışlık hali tarafından ikame edilmekte ve bu yeni süreci anlamak ve anlamlandırmak için buna denk düşecek çoklu düşünme mantığı adeta bir zorunluluk halini almaktadır. Bu durum ise eskinin mutlak olanını geçersiz kıldığı kadar yeninin de görece (izafi) olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bir bakıma o güne kadar geçerli olan temel dayanakların (kategorilerin, ölçü(t)lerin) ortadan kalkmasıyla bir zihinsel boşluğun doğmasına da yol açan bu süreç tam da bu nedenledir ki yeni zihinsel arayışları da harekete geçirmekte ve edebiyattan –sanattan- düşünceye, siyasetten toplumsal yaşamın bütün alanlarına kadar bu parçalanmışlık halini çözümlemeye ve anlamaya yönelik dinamik bir süreç söz konusu olmaktadır. Bir başka ifadeyle yeni ölçü(t)lerle, ihtimaller çokluğunu içinde barındıran sonsuzluk arasında, aslında insanoğlunun pek de yabancısı olmadığı, zihinsel bir salınım yaşanmaktadır.           

Psikiyatrist Erol Göka insan zihninin özelliklerinden söz ederken hayat karşısında tutunabilme serüveninde onun üçlü bir dalgalanma hattı üzerinde sürekli hareket ettiğine işaret eder. Dinamik bir değişkenliğin eşlik ettiği yaşam sürecine ayak uydurabilmek ve kendince en doğruyu yakalayabilmek adına, bu değişkenliğe koşut olarak, bir o yana bir bu yana dalgalanan zihnimizin birinci dalgalanma hattını “bilinçli olanla (rasyonel, makul) bilinçdışı (irrasyonel, mantıksız) olan arasındaki” salınım diye ifade eden Göka, bilinçlilik halini, yani rasyonel olmayı, ‘ölçülü’ olmakla eş tutar. Umberto Eco’dan mülhem ‘modus’ diye kavramlaştırdığı ‘ölçülü’ olmaktan kasıt ise “belirli sınırların içinde” (bunu belirli kurallar, algı biçimleri vb diye çoğaltmak mümkün) hareket etmek;  dünyaya ve hayata dair bir düzeni ima eden toplumsal uyumun zeminini hazırlamaktır. Öyle ki burada ‘ölçü’nün makul, mantıklı ve rasyonel hale dönüştürdüğü bir ilişki ağı oluşmaktadır.

 

Ancak zihnimiz bu dalgalanma hattı üzerinde gidip gelirken ‘ölçü’nün karşıtı olarak bir de madalyonun diğer yüzü vardır.  O da, “bir modus’u -ölçüsü- olmayan, bir norma sığmayan, sürekli değişen‘sonsuzluk’tur (Apeiron).  Burada artık yerleşik ölçülerin sınırları aşılmaktadır; Yunan mitolojisinde başkalaşımın temsilcisi olan Hermes’in aynı anda çok farklı haller sergileyebilmesi gibi bir ‘ölçüsüzlük’ ve ‘sınırsızlık’ hali söz konusu olmaktadır. (Nitekim daha sonraları, modern zamanlarda gündeme gelecek olan ‘hermetik’ düşünce biçimi ve ‘hermeneutik’ (yorumsama-yorum bilgisi), bir bakıma doğru ya da gerçek adına çok farklı hallerin-yorumların sergilenmesi olarak kavramsallaşacaktır) Denilebilir ki sonuçta insan bilgisi ‘modus’ ile ‘apeiron’, ‘rasyonalizm’ ile ‘irrasyonalizm’ arasında gidip gelen, yani statik olmayan, yaşama içkin dinamik değişkenliği karşılayan bir zihinsel hat üzerinde oluşmaktadır.

Ancak hepsi bu kadar değildir, yine Göka’ya göre ikinci zihinsel dalgalanma hattı ‘bilgi’ (ya da ‘teori’ veya ‘doğru düşünce’) ile ‘moral’ (‘ahlâki’) değerler arasında hareket etmektedir. İki taraf arasında -‘bilgi’ ile ‘ahlâk’ arasında- birinin diğerine üstünlüğü yerine uyumu öngören ve mükemmel insana ulaşma çabası olarak nitelendirilen bu dalgalanma hattı ise son kertede ‘neyi biliyorum?’ ne ‘ne yapmalıyım?’ sorularına dönük yanıtlar arayan bir serüven olarak somutlaşmaktadır. (‘Teori-pratik’ ilişkisi olarak da okunabilecek olan bu sürecin bugünün dünyasına yansıyan önemli bir başka tezahürü ise ‘siyasi iyi’ ile ‘ahlâki iyi’ arasında yaşanan ve bir türlü giderilemeyen gerilimlerdir.)

Ve nihayet üçüncü zihinsel dalgalanma hattı da ‘şüphe’ ile ‘inanç’ arasında bir seyir izlemektedir. Düşünce tarihinden gündelik yaşamlarımıza kadar her alanda yer alan bu ikili ilişkinin, takınılan tavra göre bağnazlıkla hoşgörü arasında gidip gelmesi ise o zihniyet dünyasının niteliğini ortaya koyması bağlamında önem arz etmektedir.

Eğer böyleyse buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: İnsan zihni ölçü(modus) ile sonsuzluk (apeiron) arasında gidip gelen dinamik bir etkinlik halinde yol alıyor ve bu hat üzerinde kâh epistemolojik olandan (neyi biliyorum?) ontolojik olana (ne yapmalıyım?) kadar çok boyutlu sorular peşinde koşuyor; kâh şüphe’leri ve inanç’larıyla kendini sınıyor ve son kertede yaşamla, gerçeklerle yüzleşiyor. Bir sürekliliği ve değişkenliği içeren bu süreç bu niteliğini kaybetmesi halinde zamanın ve yaşamın dışına düşüyor. Ya da şöyle söylenebilir: Değişmez ölçü(t)ler temelinde hareket eden bir zihniyet değişen koşullar karşısında bu koşulları karşılayacak yeni ölçü(t)ler oluşturamadığı takdirde anakronizm batağına saplanırken;  hiçbir ölçü(t) tanımayan ve mutlak olana karşı çıkmak adına sonsuz bir göreceliğe yaslanan zihniyetler de tersinden aynı anakronizm tuzağına düşüyor. 

İnsanlığın ciddi kırılmalarla seyreden bir değişim sürecinden sonra bugün itibarıyla yaşadığı zihniyet karmaşası da galiba böyle bir şey. Modern dönemin (modernitenin) zihniyet dünyasını oluşturan ölçü(t)ler, modern sonrası (postmodernite) dönemi  

-hatta şimdilerde bu dönemi de aşmaya yüz tutan daha sonrasını- açıklamakta ve anlamakta büyük oranda yetersiz kalıyor ve her alanda yeni ölçü(t)lerini arıyor.

Buradan bakınca bugünün dozu ve şiddeti giderek artan ‘dehşet ve korku’ dünyasında aranan şeyin zamanın ruhuyla örtüşen “ölçü(modus) ile sonsuzluk (apeiron) arasında”  bir yerde olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.

Bu yazı toplam 2517 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar