Öldürdüler, “kayıp” ettiler, motoruna ve Mersedes’ine el koydular, eşine geri vermediler… 3
Bu sayfalarda yayımladığımız “Dövülen bir şarkıcı genç: Behiç Gökay” başlıklı yazımıza eşlik eden ve “Teşkilat”ın attığı dayak izlerini gösteren fotoğrafın ardından bir “kayıp” çıkmıştı: Hüseyin Behiç Gökay’ın kardeşi Erol Behiç Arif’in 1964’te “Teşkilat” tarafından çıkarılmış olan “Vur emri” çerçevesinde, “Teşkilat”ın bazı adamları tarafından Mora’da (Meriç) “kayıp” edilmiş olduğu ortaya çıkmıştı… Bir trajedinin içinde saklı bir başka “kayıp” trajedisi, işte bu fotoğrafla birlikte ortaya dökülmüştü…
Ancak hikayenin ayrıntıları okurlarımız vasıtasıyla gazetemize gelmeye devam ediyor…
Dün bizi arayan bir okurumuz, yalnızca Hüseyin Behiç Gökay’ın değil, babası rahmetlik Postacı Arif’in de Mağusa’da “Teşkilat”ın adamları tarafından kıyasıya dövülmüş olduğunu anlattı.
Okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
*** Postacı Arif Dayı Mağusalı değildi, Girneli’ydi bildiğim kadarıyla ancak herhalde Mağusa’ya becayiş edilmişti ki, Mağusa’da çalışmaktaydı…
*** 1963 olayları patlak verdikten sonra, Postacı Arif Dayı, Sancaktarlık’ta çalışmaktaydı… Bu dönemde çeşitli söylentiler yayılmaktaydı… Mağusa’da önde gelen bir aileden bir kadının bir etkinlikte Sancaktar’la dans etmesi, söylentilere yol açmıştı. Gene ilerleyen yıllarda ünlü bir politikacı olacak olan Mağusalı bir Kıbrıslıtürk’ün babası bir Kıbrıslırum idi ve din ve isim değiştirerek, Mağusalı bir Kıbrıslıtürk kızla evlenmişti. Bunu herkes biliyordu zaten ancak çatışmalar çıkınca, bu da “dedikodu malzemesi” olmuştu…
*** Postacı Arif Dayı’nın oğlu şarkıcı Hüseyin Behiç Gökay silah alıp savaşmayı reddedince ve de “gay” olduğu gerekçe yapılarak, Mağusa’da “Teşkilat”ın adamları tarafından kıyasıya dövülmüş, Mağusa’nın Türk tarafındaki hastane onu tedavi etmeyince, kardeşi Erol onu alıp Mağusa’nın Rum tarafındaki hastaneye götürmüştü. Burada Hüseyin Behiç Gökay’ın sırtındaki dayak izlerini gösteren fotoğrafları çekilmiş, kendisiyle bir de röportaj yapılmış ve bunlar yayımlanınca, hemen Erol için “Vur Emri” çıkarılmıştı…
*** Sancaktarlıkta çalışan Postacı Arif Dayı’yı da güya Mağusa’daki dedikoduları Rumlara anlattığı iddiasıyla “Teşkilat”ın adamları dövmüşler, ezip elemişlerdi…
*** İşin acı tarafı, Hüseyin Behiç Gökay’ı Mağusa polis karakoluna çağırıp onun evinden alınarak oraya götürülmesini sağlayan şahıs da, gene kendi akrabalarından birisiydi, eniştesiydi… “Emirler” karşısında, sorgusuz sualsiz, kendi aile bireylerini feda etmek durumunda bırakılan bir atmosfer yaşatılıyordu Mağusalılara o dönem…
*** Postacı Arif Dayı dövülmüş, oğlu Hüseyin Behiç Gökay dövülmüş, Rum tarafında tedavi gördükten sonra bir daha geri dönememişti kendi toplumuna… Orada yaşamaya başlamış, sonra da bir dönem Yunanistan’a gitmişti…
*** Erol Behiç Arif, genç ve yakışıklı bir polişmandı, hatırladığım kadarıyla İngiliz üslerinde çalışırdı… Ben onu büyük bir motoru vardı, motorun üstünde hatırlarım… Bir da siyah Mersedes arabası vardı…
*** Erol Behiç Arif, henüz bir aylık evliydi… Ondan önce eşi Mağusa’dan ayrılıp köyü Afanya’ya gitmişti… Erol Behiç Arif için “Teşkilat”, sırf kardeşini Rum hastanesinde tedaviye götürdü ve orada Rumlar kardeşiyle röportaj yaptı diye “Vur Emri” çıkarmıştı. Afanya’ya bir aylık eşini aramaya gidince, onu da kapıp Aya’ya götürdüler, emri infaz edilsin diye. Ayalılar reddetti onu infaz etmeyi… Sanırım onu orada birkaç gün tuttular. Sonra da gene kendi akrabalarından birisi onu motorcuğun üstüne koyup Mora’ya, öldürülmeye götürdü…
*** Mora’da onu bazı “Teşkilat” adamları öldürüp “kayıp” ettiler… Onu Mora’da bir dereyatağı yanında bir hendeğe gömmüşler diye duyardık… Eşi onu çok severdi ve 11 sene boyunca “kayıp” eşinin dönmesini bekledi durdu, ağladı sızladı, eşi geri gelmedi… En sonunda toplum yetkililerinden Denktaş ona “Kocan dönmeyecek, boşuna bekleme” dedi. Bu genç kadın acısıyla baş başa, çekip Londra’ya kızkardeşinin yanına gitti… Orada evlendi…
*** Erol ile Hüseyin Behiç’in bir de kızkardeşi vardı, Berin… O da intihar etti. Postacı Arif’in kızı Söğüda Hanım, sanırım 1974 sonrası Girne’de yaşamaya başladı… Berin’in çocuğunu o besleyip büyüttü… Söğüda Hanım, Dr. Behçet ve Fatma Hanım’ın kızıydı ve Girne’de malları vardı, evleri yerleri vardı, sanırım Türk mahallesindeydi bu yerler… Dr. Behçet eşi Fatma hanımı bir dedikodu yüzünden öldürdüydü, bunu zaten yazdınız… Bütün aile çok perişanlıklar yaşadı, ölümler, dayaklar yaşadı… Ve gene kendi ailelerinden insanlar da bu süreçte rol almak durumunda bırakıldı… “Emirler”e uymayanın vay halineydi çünkü o dönem… Kim karşı çıkabilirdi? İnsanlara “hain” damgası vurmak, “Vur Emri” çıkarttırmak kolay bir işti çünkü… Başını kaldırana “Hain” deyip hayatını karartmak, aileleri kökünden kurutmak kolaydı. Et da ellerindeydi, bıçak da…
*** Öldürüp “kayıp” ettikleri Erol’un dediğim gibi büyük bir motosikleti ve bir de siyah renkli Mersedes arabası vardı. Onu öldürdüler, “kayıp” ettiler, motoruna da, arabasına da el koydular. Ailesine motoru ve arabayı geri vermediler. Ne onu bekleyen sevgili eşine, ne de anneciğine… Bu motosiklet ve siyah Mersedes arabayı ondan sonra kimler kullandı? Belki bunu da ortaya çıkarabilirsiniz… Herkes görsün… Bir hiç uğruna neler yaşandı bu memlekette, herkes bilsin… Araç kayıt dairesinde belki de Erol Arif adına kaydı vardır bu büyük motorun ve o siyah Mersedes arabanın…
SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI…
Bu trajediyle ilgili sosyal medya paylaşımları dün de devam etti…
Girneli Göksel Kemal, şöyle yazdı: “Söğüdaba, Dr. Behiç beyin kızıydı, babasını İngiliz zamanı astılardı karısını öldürmüş diye, büyüklerimizden öyle duyardık. Ben son Söğüdabayı 1980’de gördüydüm, torunu Burcu’ynan rahmetlik anneme geldilerdi… Burcu, beş-altı yaşında bir şeydi… Rahmetlik Arif dayıyı hatırlarım, çok zayıf, uzun, böyle bir adamdı… Devamlı kat-kravat giyerdi…”
Erdinç Ökten ise şöyle yazdı: “Duyduğum kadarıyla Söğüda hanımın ailesi varlıklı ve seçkin bir aileydi, bunu ben bizzat Söğüda hanımın ağzından duydum, hizmetçilerle büydüğünü anlatırdı. Eşi Arif Bey, çok efendi bir insandı. Oğlu Behiç arada bir Girne’ye gelir, görüşürlerdi ancak bu geliş geceleyin olurdu… Tabii 1974 öncesinden bahsediyorum.
Bir gece biz misafirlikte iken gelmişti ve biz orada tanışmıştık ve biraz tedirgin olduğunu fark etmiştim. Kızı Berin çok güzel bir kızdı, onun da başına birçok şanssızlıklar geldi ve intihar ederek hayatına son verdi. Söğüda Hanım, bilmiyorum geçirdiği travmadan dolayı mı, dünya umurunda olmayan bir insandı. Hepsine de Allah’tan rahmet dilerim, yattıkları yer nur olsun…”
DEVAM EDECEK
Solda "kayıtsız kayıp" Erol Behiç Arif, sağda "Teşkilat" tarafından dövülmüş kardeşi Hüseyin Behiç Gökay