Ölüm bile maskaralık...
Değişen ve gelişen dünyamızda insan ilişkileri, ilişkisizken, iletişimin hasını gördüğümüz bu dönemde kişiler arası iletişimsizliğin alasını da yaşar olduk.
Her şey başkalaşmakta; dostluklardan, sevgilere, aşklardan kırgınlıklara bile her şeyin değişmek
Değişen ve gelişen dünyamızda insan ilişkileri, ilişkisizken, iletişimin hasını gördüğümüz bu dönemde kişiler arası iletişimsizliğin alasını da yaşar olduk.
Her şey başkalaşmakta; dostluklardan, sevgilere, aşklardan kırgınlıklara bile her şeyin değişmekte olduğu bir gerçek.
Sadece bunlar mı değişiyor?
Hayır... “ölümler bile maskaralık oldu” diyor bir yaşlı tanıdık.
Doğru ya, onların zamanında “ölüm” kelimesini sırtına takanların neden öldüğü seçenekleri çok fazla değildi. Ya şimdilerde öyle mi?
Birçok nedene gebeyiz ölebilmek için. Birçok kızgınlığa, kırgınlığı da nedenden sayar olduk ölüm adına. Ve beslenmelerimiz... Onların değişimiyle, bilmediğimiz katkılarla zehirlediğimiz vücudumuz sinyal vermeye başladığında genelde geç olabilmektedir, ölüme bir adım daha yaklaşırken.
Birçok ad takıyoruz sağlığımız bozulduğunda, yatağa düştüğümüzde. Nedenlerini genelde hep bilir oluruz da sona yaklaşmada fren yapacak gücü bile kendimizde bulmayız, bir anlık durmak adına.
Ve ölüm o kadar maskaralık oldu ki, bazı gazeteler bu konudaki haberleriyle, reklamlarıyla “en çok satan” olurken, kabir ve şadırvan yapımında kendi sektörünü de oluşturuverdi.
O kadar sıradanlaştı ki ölüm; ateşin düştüğü yerde değil de biraz uzaktaysanız, artçı sarsıntı gibi hisseder, üzülür, ölenin ardından sadece bir fatiha’yı söylersiniz, yapacak başka bir şey kalmaksızın.
Ve düştüğü yerde ateş, bir alevlenip bir durulurken, küllerini de örtünse üzerine, o acıyı hep barındırmakta yüreklerde.
Doğan abiye de hiç yakışmamıştı böylesi beklenmedik bir gidiş. “Statüko” diye diye beynimize kazıdığı Annan Planı günlerinde, kızgınlıklarıyla gülüşünü iç içe geçirmeyi bilmişti hep ruhumuzu okşar niyetine.
Bir “marka”ydı bu toplumda, gazetecilikte, sohbetlerinde.
Şeyh Nazım Kıbrisi’nin yanında çokça gördük onu o karşılıklı iğneleyici konuşmalarında. Eminim en çok zevk duyduğu sohbetlerdi onlar, gülmeyi, sevgiyi ve içtenliği yapıştırdığı sözcüklü anlar.
Parmağının arkasına saklanmadı hiç kim ne dediyse ne yaptıysa.
Hani; “bildiğini okudu” desek yanlış olmaz Muallim Efendi için.
Ha sahi, “muallim” denilirdi o’na, çünkü hep öğretir olmuştu etrafına.
Bugün muallimsiz kaldık da tesellimizdir ardında bıraktığı öğrenciler.
İşte böyledir ölümler de artık.
Bir telefon gelir, çalışında farklılık olmaksızın ve bir söz eklenir kulağınızın için, “Doğan Abi öldü”... Bu kadar işte...
Bugünün hayatı böyleymiş der, “kırmamak, kızmamak, hayatı yaşamalıyız” sloganını dudaklarımıza yapıştırır, ertesi gün kaldığımız yerden devam ederiz, kırmaya, kırılmaya, ihtirasa, hırsa...