Ölüm Ekseninde Edebiyat ve Çıkış*
Edebi eserler aracılığıyla hikâyeleri paylaşmayı sürdürmek, başkalarının deneyimleriyle zenginleşmek kurmaca metinlerdeki birey ve toplum tasavvurlarının olasılıklarını ölçüp tartmak ve hep yolda olmak edebiyatın bize vadettiği yegâne çıkış değil mİdir?
Ahmet Yıkık
Annem’e
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. (Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış 1:27)
RAB Tanrı Adem'i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. (Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış 2:7)
Sabah 05.45’te ne olduğunu anlayamadığın birtakım sesler duyarak uyanıyorsun. Uyku mahmuru yataktan kalkıyorsun. Yatak odasının kapısını açıyorsun. Koridora doğru adım atıyorsun ve anneni, can çekişirken buluyorsun. Gözleri kapalı. Bilincini yitirmiş. Nefes almakta çok güçlük çektiği belirgin. Hırıltılar daha doğrusu böğürtüler çıkarıyor. Ona yardım edebilmek ve onu yaşama döndürebilmek için fazla zamanın olmadığını hemen kavrıyorsun. Önceden aldığın ilk yardım derslerini anımsıyorsun. Kalbini dinliyor ve nabzını yokluyorsun. Ama kalbin çarpıp çarpmadığından ya da nabzın atıp atmadığından emin olamıyorsun. Umudunu yitirmek, pes etmek istemiyorsun. Kalp krizi geçiriyor olabileceği ihtimaline odaklanıyorsun. Bu nedenle, dudaklarına hayat öpücüğü konduruyorsun ve tüm gücünle içeri üflüyorsun. Ve kalbine masaj yapmaya koyuluyorsun. Seni dünyaya getiren, bir başka deyişle yaratan dişi varlık mitolojik bir Tanrıça değil. Ölümsüz hiç değil. İnsan öldükten sonra nereye gider? Melek mi olur gerçekten? Yer altı ülkesine mi göçer ölüler? Ve benzeri ölüm ekseninde yürüyen daha başka düşünceler acil servise telefon ettiğin sırada zihnine üşüşüyor...
Yazıya geçirilen en eski edebiyat metinlerine baktığımızda dini ve mitolojik unsurların iç içe geçtiğini gözlemleriz. Örnek vermek adına, yedi tabletten oluşan Babil yaratılış destanı Enuma Eliş’ten kısaca söz etmek isterim. M. Ö. 19-16. yüzyıllarda yazıya geçirildiği düşünülen eskil anlatı şiir, Enuma Eliş (Henüz yukarıya) sözcüklerinden oluşan ilk iki dizesine göre adlandırılmıştır. Destanın ilk tabletinde evrenin nasıl yaratıldığı açıklanır. Dünya yokken önce tatlı su Tanrısı Apsu ve tuzlu su Tanrıçası Tiamat vardır. Bu iki su birbirine âşık olurlar, suları birbirine karışır ve sonrasında diğer tanrılar doğar. Sonradan yaratılan ya da doğan tanrıların çocukları olur ve böylece çoğalırlar. Derken Tanrı Marduk doğar. İktidar mücadelesi başlar. Marduk, -bir anlamda büyük babası olan- Tanrı Apsu’yu öldürür. Tanrıça Tiamat, sonrasında Kingu denilen bir başka Tanrıya gönlünü kaptırır. Onu kral ilan eder. Ve birbirlerini çekemeyen Tanrılar arasında savaş olur. Savaşı, Marduk kazanır. Tanrıça Tiamat tarafından desteklenen ve kral ilan edilen Kingu savaşı başlattığı için cezalandırılır. Onun damarları kesilir ve akan kanından Tanrılara hizmet etmesi için insan yaratılır. Savaşın ardından bir tapınak, tanrıların evi olarak Babil’in inşa edilmesine tanık oluruz... Tanrı Marduk, tanrıların kralı olarak tahta oturur ve sonsuza dek hükümranlığının süreceği bilgisi paylaşılır...
Burada, konusu üzerine birkaç söz sarf ettiğim arkaik metin Enuma Eliş’e toplumsal bir okuma yaptığımızda, esasında, daha en başından itibaren dini ve mitolojiyi içinde barındıran edebiyatın, topluma açılan bir pencere olduğunu kolayca kavramak mümkündür. Sözgelimi Enuma Eliş destanının benim yukarıda değinmediğim tabletlerinde Tanrıların kralı unvanı verilen Tanrı Marduk’un elli yüce sıfatı/adı olduğu belirtilerek bunlar teker teker sayılır. Kısacası, ona övgüler yağdırılır. Bu destanda kutsanan Tanrı Marduk, tek tanrılı dinlere uzanacak çizgide, İslam’da 99 adı olduğu belirtilen Allah inancına ilişkin belirgin ipuçları vermektedir. Öte yandan, aynı metin yerleşik hayata geçerek tarımla uğraşan ve çivi yazısını keşfederek ekonomik faaliyetlerinin yanı sıra dini ve mitolojilerini de yazıya geçiren kadim bir toplumun yapısına ve dünyayı yorumlamasına ilişkin bulgulara ulaşmamızı sağlar. İnsan gibi tasavvur edilen Tanrılar arasında bir toplumsal düzen kurulma mücadelesine ışık tutar. Ayrıca, toplumsal sınıfların varlığının daha eskil çağlara uzandığına işaret eder. Bununla birlikte, toplumsal dirliği ve birliği kurmanın biricik formülü olarak Kral Tanrı Marduk’un buyruklarını uygulamak ve ona itaat etmek olduğu vurgulanır. Bu sebepten dolayı, kutsal metin olarak takdim edilen Enuma Eliş’in sürekli okunması salık verilir. Bir başka deyişle, insanlığa gösterilen çıkış yolu din ve mitolojinin (yani edebiyatın) bileşiminden oluşan bu eserin kuşaktan kuşağa okunmasına bağlı olduğu yönünde bir öğretiye vurgu yapılır. Ancak Enuma Eliş tüm bunların yanı sıra bir başka noktaya daha parmak basar. Daha doğrusu kafa karıştırıcı bir çelişkiyi içerir: Bu metinde, Tanrılar ölümsüz değildir. Birbirlerini öldürebilirler. Söz gelimi Torun Marduk, hem Büyük baba Tanrı Apsu’yu hem de büyük anne Tanrıça Tiamat’ı öldürerek yok eder. Aynı şekilde Tanrıça Tiamat’ın desteklediği Kingu’yu da. Kısacası, Ana Tanrıça diye tasnif edebileceğimiz acı su Tanrıçası Tiamat’ın olumsuz bir figür olarak betimlendiğini görürüz. Ayrıca, tanrıların insanları sonradan sırf onlara hizmet etmeleri, bir başka deyişle, boyun eğmeleri için yarattıkları açık bir şekilde betimlenir...
Bir başka Sümer destanı olan Gılgamış Destanı’nda, Babil kenti krallarından Gılgamış’ın yaşamı anlatılır. Üçte ikisi tanrı üçte biri insan olan Gılgamış ne yazık ki ölümsüz değildir. Ondaki ölüm korkusu özellikle kır adamı arkadaşı Enkidu’nun ölmesi üzerine depreşir. Arkadaşının ölümü karşısında isyan eder. Üstünü başını yırtar. Tüm halkı yas tutmaya davet eder. Onun yanında açık havada yatar günlerce. 7. gün sonundaysa ölünün bedeni çürümeye yüz tutar. Bu nedenle, arkadaşının artık yaşama dönemeyeceği gerçeğini kabullenmekten başka yapacak bir şey olmadığının ayrımına varır. Enkidu’nun hatırasını sonsuza dek yaşatmak ister ve onun bir yontusunu yaptırır. Arkadaşının defin törenini düzenler. Kendi akıbetinin de arkadaşı gibi olacağı yani kendisinin de er geç öleceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalınca duyduğu çaresizlik ve korku onu ölümsüzlük arayışına iter. Sonradansa, ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek üzere tufandan sağ kalan ender insanlardan Utnapiştim’i bulmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkar. [Bu noktada, Utnapiştim’in tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında bahsedilen Nuh peygamberin Sümerlerdeki karşılığı olduğunu anımsatmakta yarar vardır.] Ancak neticede ne ölümsüzlüğü, ne de teselli olsun diye kendisine yeri söylenen gençlik otunu ele geçirebilir. Ölüm karşısında boynunu bükerek Babil kentine geri dönmek zorunda kalır.
Enuma Eliş destanında tanrıların kralı Marduk’un 50 tane kutsal ismi olduğu bilgisi verildiğinden üstte söz etmiştim. Bunlardan dördüncüsü “Agaku”dur ve bu ismin zikredilmesinden sonra Marduk, “Kutsal büyünün efendisi, ölüleri dirilten o, diye övülür. Ben başlangıçta değindiğim annemle deneyimlediğim o zor anlara tekrar dönerek bitireceğim. Ben anneme hayat öpücüğü vermeyi denedim. Ancak Marduk benzeri büyü yapabilme yetisine sahip mitolojik bir tanrı olmadığım için onu yaşama döndüremedim. Bununla birlikte, okuduğum birçok edebi metinde geçen doğum, yaradılış, tanrı kavramlarıyla bireyin yaşama arzusu ve ölümden kaçma/kaçınma arayışları üzerine tefekkür etmek bu süreçte toparlanmamda bana yardımcı olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, çıkış yer üstünde ya da yer altı dünyasında olabilir. Belki de başımızı Enuma Eliş’e, yani hep yukarıya çevirmemiz kaçınılmazdır. Çaresizlikle burun buruna geldiğimiz anlarda Tanrı’ya sığınmak, yakarıp dua etmek gereksinimi olağan bir tepkidir.
Annem eve kapanmayı hiç sevmezdi. Son gün, sabahı hastanede geçirdik. Bir süre önce katarakt ameliyatı olduğu sol gözüne lazer yapılacaktı. Hastanede sırasını beklerken yanında oturan yaş almış bir başka kadınla sohbet ediyordu. Hastaneden sonra eve geçtik. Öğleden sonra kahveyi dışarda içmemizi istedi. Yakınlardaki bir kafeye gittik. Alt katta yer olmadığı için üst kata çıkmamız gerekti. Merdivenlerden çıkarken sol elinden tutarak ona destek oldum. Sağ eliyle cam trabzana tutunuyordu. Sade kahvelerimizi yudumlarken bana hastanede tanıştığı kadından söz etti. Mesarya’nın bir köyündenmiş. Onun durumu anneminkinden daha ciddiymiş. Her iki gözü de çok az görüyormuş. Yıllar önce yirmili yaşlardaki oğlunu fena hastalıktan [kanserden] kaybetmiş. Üzüntüden bütün gece sabaha kadar ağlamış ve gözleri ağlamaktan kör olmuş. “Zavallı kadın, evlat acısı çok zor,” dedi annem. Sonrasında eve gitmeden çarşıya doğru yol aldık. Arabada bana “Oh, gezelim biraz!” dedi ve gülümsedi.
Edebi eserler aracılığıyla hikâyeleri paylaşmayı sürdürmek, başkalarının deneyimleriyle zenginleşmek, kurmaca metinlerdeki birey ve toplum tasavvurlarının çoğul olasılıklarını ölçüp tartmak ve hep yolda olmak edebiyatın bize vadettiği yegâne çıkış değil midir?..
*Bu yazı 36. Işık Kitabevi Kitap Fuarı’nda 30 Ağustos 2024’te gerçekleştirilen “Acil Çıkış Edebiyat” panelinde sunulan konuşma metninden geliştirilmiştir. Konuşma metnimi hazırladığım günlerde aniden yitirdiğim annem, aslen Pentakomolu Nevin Yıkık’ın (1951-2024) yasını tutuyordum...