1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ölüm İçgüdüsü
Ölüm İçgüdüsü

Ölüm İçgüdüsü

Ölüm İçgüdüsü

A+A-

Tufan Erhürman

“Psikanalizden Geçmesi Gerekir Bu Toplumun” başlıklı yazımın yayımlanmasından sonra, geriye dönüp Freud okumalarımı bir kez daha gözden geçirme gereksinimi duydum. İnsanda, biri cinsel içgüdü (Eros), diğeri de ölüm içgüdüsü (Thanatos) olmak üzere iki içgüdü sınıfı bulunduğu yönündeki sav, Üstad’ın en dikkat çekici savları arasındadır. Eros yaşamı korumaya, Thanatos ise ölüme ulaşmaya yönelir. Ve ona göre yaşamın kendisi bu iki eğilim arasındaki bir çatışma ve uzlaşmadan ibarettir (Sigmund Freud, Metapsikoloji, çev. Emre Kapkın-Ayşen Tekşen Kapkın, İstanbul, Payel Yayınevi, 2002, s. 366-367).

Birçok başka eserinde olduğu gibi bu eserinde de Freud, savını psikanalizle ilgili deneyimlerini aktararak destekler. Ölüm içgüdüsünün varlığını ve etkisini açıklamaya yönelik satırlarında şunları anlatır: “Çözümleme çalışması sırasında oldukça tuhaf bir biçimde davranan belli insanlar vardır. İnsan onlara umutlu bir biçimde konuştuğunda ya da sağaltımın ilerlemesiyle ilgili doyum ifade ettiğinde hoşnutsuzluk belirtisi gösterirler ve durumları her zaman kötüleşir... Sonuç vermesi gereken ve diğer insanlarda belirtilerin iyileşmesi ya da geçici olarak ortadan kalkmasıyla sonuçlanan her kısmi çözüm onlarda hastalıkların geçici olarak kötüleşmesi sonucunu doğurur; sağaltım sırasında iyileşme yerine kötüleşirler” (Freud, s. 375).

Elbette Freud’un tespitleri tartışmaya açıktır ve kendisinden sonra gelen meslektaşları bunların bazılarının doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Psikoloji ile ilgili bilgim bu tespitin doğruluğunu tartışmaya elvermez. Ama her durumda üzerinde düşünmeye değerdir bu gözlem. Hasta olduğu bilinciyle bir uzmandan yardım almaya kalkışan kişinin durumunun iyiye gitmesinden hoşnut olması beklenirken, bunun tam tersine bir tutum takınması ve adeta iyileşmekten korkması açıklamaya muhtaçtır. Freud bu durumu şu sözlerle açıklamaya çalışır: “Bu insanlarda iyileşmelerine karşı duran bir şey olduğu kuşku götürmez ve iyileşmenin yaklaşması sanki bir tehlikeymiş gibi korku yaratır. Onlarda hastalık gereksiniminin iyileşme arzusuna baskın geldiğini söyleme alışkanlığındayızdır” (Freud, s. 375).

Bu satırlardaki iddia öncekilerden daha da çarpıcıdır. Çünkü Freud burada hastalığın bu kişiler için bir “gereksinim” olduğunu iddia etmektedir. Hatta sonraki satırlarda daha da ileri gitmekte ve bu hastaların “hastalıktan kazanıma tutunma”sından ve “doyumu hastalıkta bulma”sından söz etmektedir (Freud, s. 376).

Eğer “Psikanalizden Geçmesi Gerekir Bu Toplumun” başlıklı yazımda aktardığım düşünceler doğruysa, bireyler için ileri sürülen bu savların toplumlar için de geçerli olması muhtemeldir. Bu noktadan hareketle, bazı toplumların da bazı bireyler gibi, hastalıklarının farkında olmalarına, hatta iyileşmek için uzmanlara başvurmalarına karşın, en ufak bir iyileşme belirtisi ortaya çıkar çıkmaz, hastalıktan kazandıklarını kaybetme ve hastalık dolayısıyla elde ettikleri doyumu yitirme korkusuyla, geçici bir süre için de olsa, daha da ağır bir biçimde hastalanmalarının mümkün olduğu ileri sürülebilir.

Son zamanlarda yaşadığımız bazı gelişmeler bana böyle bir iddianın doğru olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşündürüyor doğrusu. Kıbrıslı Türkler olarak bu iddia üzerinde kafa yormamızda sonsuz yarar görüyorum. Toplumun hasta olduğu konusunda yaygın bir fikir birliğimiz var. İyileşmek için uzmanlardan yararlanmamız gerektiğinden de kuşku duymuyoruz. Peki en ufak iyileştirme girişimlerine bile şiddetle karşı çıkıyor ve tepki gösteriyor, bu girişimlerin bizi iyileştirme olasılığının bulunmadığını, hatta daha kötüye götürdüğünü iddia ediyor oluşumuz nasıl açıklanabilir bu durumda? Freud’un bu yazıda aktarmaya çalıştığım iddialarını dikkate alarak bu soru üzerinde uzun uzun düşünmemiz gerekiyor sanırım!

Bu haber toplam 9490 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 147. Sayısı

Adres Kıbrıs 147. Sayısı