Ölüm karnavalı
“Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.”
Georges Perec, Uyuyan Adam – Metis Kitap
Ölüm karnavalının ateşleri hiç sönmedi. Tüm yıl boyunca. Dumanları, kan ve zafer, yıkım ve inşa, kurgu ve bozgun, aşkın ve acımasız uygarlığımızın üzerinde yayıldıkça yayıldı. Ölüm karnavalının dumanları uygarlığın bağrından göğe yükseldi. Ve herkes bu karnavalın bir parçası haline geldi.
***
Ölüm hüküm sürdü, kapandık, çekildik, örtündük, saydam maskelerin üzerine hakiki maskeler taktık, uzaklaştık, birbirimizden, bedenlerimizden, gözlerimizden ve tenlerimizden, çokça da ruhlarımızdan; uzaklaştıkça ölüm dansının birer figürü haline geldik.
***
Her insan bir ulus gibi içine kapandı, kapattığı kapıların ardında nefessiz kaldı.
***
Ölüm hüküm sürdü, zamanın üzerinde, yerin ve göğün, bedenlerin ve duyguların, korkuların ve boş sokakların üzerinde… Nesnel zamanı tamamen kaybettik. Saatleri, günleri ve haftaları şaşırdığımız dönemler oldu. Ama nesnel zaman bizi kaybetmedi. Hala sayılara dökülebilir, hala ölçülebilir, denetlenebilir, gözetlenebilir ve biçilebilir insanlar olmaya devam ediyoruz. … kişi öldü, … kişi işsiz, … kişi yoksulluk sınırında, …günlük vaka, … borç, …mülteci, nokta nokta noktaların sonsuzluğundan kurtulamadık.
***
Ölüm hüküm sürdü, karnavala bolca öfke, hınç ve nefret dahil edildi. Dijital dünyaların plastikliğine sıkıştırdığımız hayatlarımızda bolca kılıç kalkan ile linç ayinlerine giriştik. Her birimiz bir başkasının korkulacak, tiksinilecek, dışlanılacak ve yaşaması yasaklanacak küçük ötekisine dönüştük. Küçük küçük ötekilerin üzerine büyük içi kızgın hınç ve linç dolu büyük kazanlar boşalttık.
***
Ölüm hüküm sürdü, sadece dışarıdan veya üzerimizden değil, insanın içine sirayet ederek, davranışlarına, sözlerine, düşüncesine, bakışlarına ve ruhuna sızarak hüküm sürdü ölüm. Ölüm dışarıda değil, içeride; karşında değil, içinde.
***
Ölüm hüküm sürdü, bir histeriye dönüşerek tek tek ve topluca insan bedenlerinde ve uygarlık çatlaklarından sızan pis kokularda. Toplu histeri ayinlerinde en temel insan haklarının, demokratik özgülüklerin ve ‘iyi yaşama’ dair olan ideallerin yerine nasıl hızlıca otoriter, dijital ve teknolojik denetim ve yasak mekanizmalarının arzulanabileceğini, çağrılabileceğini; gönüllü bir şekilde talep edilebileceğini gördük.
***
Ölüm hüküm sürdü, hem de kişinin tüm sığındığı kalıpları, takındığı rolleri, yaptığı makyajları ve alışkanlıklarını çözüp sökerek! Ölümün karnavalında, sağ kalmak için yaşayan insan, etik değerlere sahip olma sorumluluğuyla değil, başkasından kaçınma ve korunma telaşına düştü. Dağılan ve parçalanan değerlerin üzerinden bir de ölüm karşısında sadece sağ kalmaya odaklanmış kalabalıkların histerik bilinci geçti.
***
Ölüm hüküm sürdü, ölümün aynasında kendi bireysel ve toplumsal suretimizi gördük. Gördük mü gerçekten? Ölümden kaçmaktan değil ama ölüm yayan yaşamlardan kaçmaktan yoruldu bazılarımız. Bazılarımız köşesine çekildi, sustu; bazılarımız histeri deryasına bıraktı kendisini, bazılarımız ise yaşamanın ne olduğunu unuttu gitti…
***
Ölüm hüküm sürdü, sürüyor ve sürecek de. Çünkü ölüm de biziz, yaşam da. Ve bu kopkoyu faşizmler içinde, ateşler saçan karnaval gürültüsünde sadece biraz sessizlik istiyorum. Bizi sonsuz uyuma çağıran bu yumuşak dehşetten kaçabilir miyiz?
Resim: Pieter Bruegel, Triumph of Death