Ölüm Şerefine!
Ölü Bayramı, ismi dahi ürkütücü. Haklısınız, ilk duyduğumda ben de kim ölümü kutlamak ister ki, diye düşünmüştüm. Ne tuhaf, kimin aklına gelir ölüme bayram adamak ?
Gelmiş işte, birden fazla toplumun hem de. Bazı gelenekler kayıp yakınlarının mezarına bir buket çiçek bırakmakla yetinse de, kimi kültürlerde, sazlı sözlü eğlenceler düzenleniyor ölüm şerefine.
Yapılan çeşit çeşit yemekler bir gece boyunca sergileniyor. Ertesi gün mahallenin kedi köpeğinden geriye kalan olursa eğer, öğle yemeğinde afiyetle yeniyor. Bir kez daha ölüm için kalkıyor kadehler, ölülerin ruhu için içiliyor bu günde, oldukları yerde mutlu olsunlar diye.
Önce çok ilginç, hatta saçma buluyorum ölüme gösterilen bu anlayışı, kabullenişin de ötesine giden kutlamayı. Biraz kafa yorunca mantıklı gelmeye başlıyor.
Hayatın gerçeği ölüm, gözlerimizi yummak daha kolay olsa da, ateş bir gün düşüyor ocağa. Yakıyor, ne bulsa önünde silip süpürüyor. O zaman anlıyoruz ancak, ölümden başka herşeyin anlamsızlığını.
Çaresizlik sözlüklerden çıkıp gerçek anlamını buluyor hayatta.
Ağıtlar yakıyoruz gidenin ardından. Küçük bir çocuğa o şimdi daha güzel bir yerde, yıldızlarda demeyi biliyoruz da, nedense biz inanmakta zorlanıyoruz daha güzel bir yerin mümkün olabileceğine.
Ya da belki kendimize ağlıyoruz gidenden çok, yalnızlığımıza.
İzliyorsa harbiden yıldızlardan, bir yerden, üzülmüyor mudur bu halimize sizce ? Onu unutmadan, ama onsuz var olmayı başarmak gideni mutlu etmez miydi, ne dersiniz ?
Hayatlarının bir noktasında ölümle dans edenlerin, hayata nasıl daha sıkı bağlandıklarına şahit olmuşsunuzdur. Herşeyin bir sonu olduğunu flu bir şekilde bilmek başkadır da, çizginin öte yanına tanıklık edenler daha bir şevkle sarılırlar beri yandaki sevinçlere.
Acı tecrübeler yaşamadan anlasak peki elimizdekinin kıymetini ? Bize sunulan hayatın bir son kullanma tarihi olduğunu kaydetsek iyice belleğimize ? Belki yazılıdır bu tarih rastgele bir bisküvi paketi üzerinde, belki alnımızda. Yarın mı, daha mı yakın, biz bilemiyoruz ama işte…
Ölü bayramı yılın tek bir gününde olsa da, bunu hatırlatıyor kutlamayı seçen kültürlere. Ölümü reddetmek yerine ikrar etmenin önemini. Bu gerçeği kabullenip de, ölüm hiç yokmuşçasına değil, hemen yarın kapıya dayanacakmışcasına yaşamayı seçmeyi. Ölümü anlayarak, hayatı kutlamayı amaçlıyor esasta, ya da sıtmaya rıza göstermeyi.
Bu HAYATİ gerçeği kabullenebilsek, daha bir ciddiye alırdık diye düşünüyorum, YAŞAMAYI.
Hayatı ertelemekten vazgeçer, taşınır, taşınmaz mülk değil de küçük mutluluklar biriktirmeye adardık koca bir yaşamı.
Sevgi sözcüklerini çoğaltır, hırsı, bencilliği, kıskançlığı çıkarırdık belki sözlüklerimizden o zaman.
Daha çok kazanmak değil, daha mutlu olmak üzerine kurardık başarı denklemlerimizi.
Yönettiğimiz kafa sayısı değil de, hayatına dokunduğumuz insan sayısı ölçerdi belki bizim değerimizi.
John Lennon’a sunardık sabah şükranlarımızı, dağ, taş, bayrak yerine…
Dünyada yaratırdık o zaman cenneti, doya doya hayatı yaşayıp, ölümden de korkmadan.
Ölü bayramını kutlamaya gidiyorum ben bu yüzden, gelir miydiniz? Kültürümüze ters, ben almayım diyenlerdenseniz, bir daha düşünün derim. Kültür mozaiktir, alışveriştir, zenginliktir diyenler var. Bir de Mc Donald’s sevenler…
2 Kasım 2013
Marsilya