Omuzlarında dostların
Hoyrat bir masalın sonu gibi hüzün verici...
İnsan, ne kadar çok sevildiğini göremiyor...
Göremiyor çünkü “gitmiş” oluyor!
Bilinmez bir yolculuğa çıkıyor, uçsuz bucaksız...
Dr. Turhan Korun’un cenazesinde bunlar geldi aklıma...
Keşke görebilseydi, ne kadar çok sevildiğini...
“İnsan yaşarken de hisseder” diyeceksiniz...
Öyle olmuyor.
Belki, dostlarını biliyor, çok yakınlarını...
Hani karşılıksız, çıkarsız, samimiyetle kendisini sevenleri...
Ama iki elin parmaklarını geçer mi bu sayı?
Sanmıyorum...
O nedenle cenazeler, geride kalanlara teselli sadece...
“Çok seviliyormuş” demek ve dindirmek için sızıyı...
Ya giden?
Böylesi kalabalıklar, yaşarken toplanmıyor insanın çevresine.
Hani insanoğlu, ardından yürüyenleri görebilse eğer...
Çok farklı olacak elbette...
Hem gururlandırıcı bu, hem de ızdırap verici aslında...
Kim bilir, kaç kişi için “hiç mi utanma yok” sorusu asılacak boyunlara, böylesi de bir “hesaplaşma” olacak, yeniden...
Böylesi bir hesaplaşma, giderayak...
“Nasıl bilirdiniz” sorusuna, “ben de sizi bilirdim” diyecek, ayrı ayrı, tek tek, yüz yüze...
Görebilse eğer... Görüyorsa konuşabilse...
Paylaşabilse kederini...
Son bir kez sarılabilse, yalnızca vedalaşmak istediklerine...
...
İçimizdeki ‘şehirleri’ de alıp götürüyor, nice sevdiğimiz...
Yıkıntılar kalıyor geriye...
Ve o yıkıntılar içinde daha güzel bir yarın yaratma kavgamız...
Sevdiğimiz kalabalıklar bırakmak için ardımızda...
Dostların omuzlarında uğurlanırken...
‘Yaşadım’ diyebilmek için...
ODUN!
“Enerji” başta olmak üzere, giderler arttıkça, yönelimler de değişiyor.
Yani ‘hayat pahalılığı’ sadece cebimizi değil ciğerimizi de yakıyor.
Odun sobalarının bu kadar anormal artmasının sebebi başka ne olabilir ki?
Kıbrıs’ta, böylesi bir gelenek yoktu.
Odun sobalarındaki artışı, sadece ‘nefes alarak’ dahi anlamanız mümkün...
Bir yanda çevre kirliliği...
Öte yanda ağaç katliamı...
Peki ne yapıyor ‘devlet’?
Çevre Bakanlığı, harekete geçmek için daha ne bekliyor acaba?
Toplum ve gıda sağlığına duyarlılığı ile bildiğimiz dostumuz Tarık Ertuğ’un paylaştığı fotoğraflar işin vahametini anlatmak için yetiyor da artıyor bile...
Bir hane kaç araç?
Yeni inşaatlarda, her bir hane için bir araçlık park yeri mecburiyeti var.
Bu saçma!
Herkes de biliyor ki, hiçbir ev, tek araçla sınırlı kalmıyor.
Üstelik, misafiri de var!
Bu kuralı, en azından ‘iki araçlık park yeri’ne çıkarmak dünyanın sonu mu yani?
Tüzükler ya da kurallar hayatın pratiğinden uzaklaştıkça ‘kaos’ büyüyor.
Boğuluyoruz!
Alınmış, kalınmış mı?
3 Şubat 2017 tarihli Resmi Gazete var önümde...
Bakanlar Kurulu kararıyla 8 yeni yurttaşlık daha verilmiş!
Yineliyorum, bunlar, senelerdir ülkede yaşayan ya da çalışan insanlar değil.
Bunlar ‘istisnai’ yurttaş!
Tek gün dahi adada ikamet koşulu yok.
‘İyi İdare Yasası’ gereği, ‘niçin istisnai’ ya da ‘zorunlu’ olduğu açıklanmak durumunda...
Peki?
“Bu yurttaşlıkların tümünü, tek tek kayıt altına alıyoruz, bu hükümet gittiği zaman tümü yeniden görüşülecek ve gerekirse iptal edilecektir” diyen bir siyasetçi duydunuz mu?
UBP, DP ve onlara güvenenler bilmeli ki, bu koltuklar da bu ayrıcalıklar da kalıcı değil.
yaranma halleri
Televizyon programlarının, masa üzerine serilmiş bayraklarla yapıldığı ülke! Saygı mı bu saygısızlık mı sahi? Yaranma mı yalakalık mı yani?