ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR…
Koca koca siyasetçilerin dizleri titreyip dudakları kuruyarak da olsa birkaç dakikalığına koltuklarını çocuklara bıraktığı birbirinden tatlı, birbirinden pembe mesajlarla dolu 23 Nisan hezeyanını geride bıraktıysak, artık yeniden gerçeğe, “cehennemimize” dönebiliriz.
Önce biraz rakamlardan konuşalım…
Son 25 yıldır kentleri, son 17 yıldır ülkeyi yöneten “milliyetçi- muhafazakâr- mukaddesatçı” bir iktidarın döviz kurlarına endeksli yaşamaya alışan Türkiye’sinin sosyal verilerinden bahsedeceğiz biraz…
Hani şu her eylemini her fırsatta “Türk aile yapısını ve ahlaki değerlerini korumanın yolunun” toplumu dindarlaştırmaktan geçtiğine inanan, eğitimi İmam Hatip’leştiren, Diyanet’e milyarlar akıtan bir iktidarın “yeni Türkiye’sinden”…
Henüz güncel veriler yok ancak TÜİK’in yayınladığı rapora göre 2008-2016 tarihleri arasında tam 104.531 çocuk için kayıp ihbarı yapıldı. Bunların 59.435’ini kız çocukları oluşturdu.
2008’de 4.517 çocuk, 2009’da 5.081 çocuk, 2010’da 8.081 çocuk, 2011’de 10.067 çocuk, 2012’de 12.474 çocuk, 2103’te 16.218 çocuk, 2014’te 18.696 çocuk, 2015’te 17.706 çocuk, 2016’da 11.691 çocuk “kayboldu”. Aynı dönemde çeşitli nedenlerle ailelerinden kaçarak “sokaklara düşen” çocuk sayısı 26.168 olarak kayıtlara geçti. Bunlar elbette kayıtlara geçen veriler. Sadece 8 yılda, 100 binden fazla çocuğun “kayboluşunu” kayıtsızca izleyen, bu sabilerin akıbetini merak etmeyen, ortalığı ayağa kaldırmayan bir Türkiye’den söz ediyoruz…
Prof. Dr. Oğuz Polat tarafından yayınlanan “Türkiye’de Çocuk İstismarı Raporu-2018” de TÜİK’e dayandırılan verilere göre Türkiye’de cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 2014’te 74.064 iken 2018’de 83.552 ye yükselmiş durumda. Aynı raporda cinsel suç mağduru olan çocukların yüzdesinin de 2014-2016 arasında %33 arttığı bildiriliyor. 27 ilde bulunan 30 “Çocuk İzlem Merkezine” 2011-2016 arasında 21.068 vak’a başvurusu yapılmış. İstismar vak’ası!
Bir başka veri daha… İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu’nun raporun göre Türkiye’de son 16 yılda 440.000 çocuk doğum yapmış… Aynı raporda, Türkiye’deki cinsel suçların %46’sının çocuk yaştaki kurbanlara yönelik gerçekleştiği vurgulanıyor ve ekleniyor, Türkiye, çocuk istismarında dünyada 3. Sırada…
UNICEF tarafından hazırlanan bir başka raporda ise Türkiye’de 7-18 yaş arası çocukların %56’sı fiziksel istismara, %49’u duygusal istismara, %10’u cinsel istismara uğruyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Türkiye’de 2013’te 237 kadının, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de ise 440 kadının katledildiğini bulguladı.
“Önce çocuklar ve kadınlar” denir ya… Otoriter bir rejimin elinde dindarlaştırıldıkça ehlileştirileceği, ahlak ve vicdan sahibi kılınacağı vehmolunan Yeni Türkiye’de vahşetin, cinayetin, cinsel taciz ve tecavüzün öncelikli kurbanları çocuklar ve kadınlar…
İşin diğer ekonomik, sosyal, kriminal detaylarına girmeksizin çocuklar, kadınlar başta olmak üzere “toplumun zayıf, savunmasız unsurları” olarak görülen kesimlerine yönelik, “cezasız kaldıkça” daha da artan vahşetin küçük bir kesitidir bu…
Güçlünün güçsüz gördüğünü parçalayabileceğini, üstelik cezasız kalacağını bildiği, bu bilgi derinleştikçe vahşetin, taciz ve tecavüzün, cinayetlerin yaygınlaştığı, birbirinden korkunç, birbirinden tiksindirici vak’alar arttıkça toplumun belirli bir kesiminin homurdanması dışında her şeyin genel olarak “sineye çekildiği” bir ülkeye dönüştü Türkiye…
Korkunç olan şu: Kadınlara, çocuklara, trans bireylere, yaşlılara, engellilere yönelik artan saldırıları “sessizce geçiştirmek”, unutmak, unutturmak konusunda adeta bir toplumsal mutabakat oluştu… Sayısı pıtrak gibi çoğalan hocaefendilerden biri vaazında “Müslüman Müslümanın ayıbını örter” diyor ve “Müslümanlar arasında bazı münferit olayları büyütüyorlar, neymiş efendim Kur’an kurslarındaki rezaletlere bakacakmışız! Müslüman Müslümanın ayıbını örter. Tövbe etmişse, nedamet getirmişse neden o ayıbı vuralım Müslüman’ın yüzüne?”
Her seferinde biraz daha canavarlaşan cinayetler işlenir, toplumun belirli bir kesimi sosyal medya üzerinden homurdanır, iş mahkemeye yansır, katil ya da katiller sürüsü mahkemeye kat kravat gelerek nedamet görüntüsü sergiler, iyi hal indirimini alır, “makul bir sürede” çıkıp yeniden topluma karışır ve yeniden, kaldığı yerden şiddete, vahşete, taciz ve tecavüze devam eder…
Bir şekilde toplumun en “uygar, en vicdanlı kesimini” oluşturanlar ise homurtular arasında “idam”, “hadım”, “parça pinçik etmek” gibi tam da toplumu İslamlaştırdıkça hizaya getireceğine inanan rejimin yüzünde güller açtıracak söylemlerle boy gösterirler sosyal medyada.
Sonra tüm o hezeyan yatışır, bir sonraki vahşete, bir sonraki kurbana kadar herkes kendi gündemine geri döner… Unutmak, unutturmak, gerçek anlamda hesap soramamak, gerçek anlamda cezalandıramamak ve gerçek anlamda rehabilite edememek, toplumsal gerçekliğimize dönüşür…
Evinin önünde cesedi bulunan, dosyasına gizlilik kararı getirilen Rabia Naz için de böyle… Küçükçekmece’de evinin önünde güpegündüz tecavüz edilen 5 yaşındaki sabi için de böyle… Metrobüs’te akıl almaz biçimde, tacizcinin bildiğimiz tüm şuursuzluklara rahmet okutacak biçimde üzerine boşalabildiği, sonra da “ben bir şey yapmadım ki” diyebildiği kadın için de böyle… Bir plazanın penceresinden atılan Şule Çet için de böyle… Tecavüze direndiği için katledilen ve sözde tüm toplumda infial uyandıran Özgecan Aslan için de böyle… Hiç kimsenin umursamadığı, gerekçelendirmekten utanmadığı trans cinayetleri, lgbt cinayetleri için de böyle… Sözde “namus” cinayetleri için de böyle…
Ana muhalefet partisi liderinin linç girişimiyle karşılaştığı, yumruk sallayanın ellerinin öpüldüğü fotoğrafların çekilmesinden yüzlerin kızarmadığı, “bir siyasetçi nereye ne zaman gideceğini bilmeli” diyen rejim bekçilerinin, “yakın o evi” diye çığlıklar atarak katliam kışkırtıcılığı yapanların, “devlet için kurşun atanın” cezasız kalıp elini kolunu sallayarak topluma karışmasının, bu ülkede gücü elinde tutanın, gücün yanında hizalananın her türden pervasızlaşmasının müeyyidesinin bulunmadığından emin olduğu bir yeni Türkiye var artık…
Siyasetin tepesinde linçi makul ve maruz karşılayan, kentlerin, kasabaların, köylerin ücra köşelerinde başımıza gelebilecek her şeyin cezasız kalacağından kuşku duymamamızı, emin olmamızı; bundan korkmamızı, ama çok korkmamızı, bu nedenle susmamızı ama çok susmamızı isteyen bir yeni Türkiye bu…
İslamofaşizm öldürür… Vahşi kapitalizmle sarmaş dolaş, hal-i hamur olmuş, dini imanı para olmuş bir İslamofaşizm kitlesel biçimde öldürür!...
Ta ki, bizi en zayıf gördükleri yerden ikişer üçer vurmalarına, eksiltmelerine gerçekten dur diyeceğimiz; sinip kaldığımız çaresizlik duygusundan kurtulup gözümüzün önünde paramparça edilen çocukların, kadınların gerçekten sesi, nefesi, kimsesi olacağımız güne kadar…