Önce Demokrasi
Ekim 2020 tarihinde, Kıbrıslı Türk siyasi tarihinde gerçekleştirilmiş müdahale, siyasi sistemimizde kısa sürede telafi edilmeyecek denli büyük bir yara açmıştır. Müdahale süreci boyunca, Kıbrıslı Türklerle - Ankara karşı karşıya konumlandırılmaya çalışılmış, Ersin Tatar’ın desteklenmesi için yapılan girişimler “Ankara sizden bu desteği istiyor” çerçevesine oturtulmuştur. Seçim sürecinde oyunu kurgulayanlar, önlerinde bu karşıtlık üzerinden hareket edebilecek oldukça güçlü bir zemin bulmuş ve bunu tepe tepe kullanmışlardır.
Ankara adına Ersin Tatar’ın tercih edilmesi için adaya konuşlandırılan “temsilcilerin” baskıcı ve yıpratıcı yöntemleri korku düzenini Türkiye’den KKTC’ye transfer etmekten başka bir şey değildi. Kıbrıslı Türk siyasi aktörlerin “yapıcı ve akılcı” ilişki beklentisi ve tercihi, “korku ve güç” üzerinden şekillendirilmeye çalışılarak, kuzey Kıbrıs’taki yeni düzen güçlü-muhtaç ilişkisi ile yeniden şekillendirilmeye başlandı.
Nasıl olsa buralarda da, haysiyeti değil biati tercih edecekler elbette bulunurdu. Bulundu ve atandı.
* * *
Seçimlere yani bir açıdan demokratik düzenimize yapılan ve ardı arkası gelen müdahale ile, Kıbrıslı Türk siyasi, sosyal ve ekonomik düzeni yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Yeni vatandaşlıklar, yasa tanımazlık, hukukun yok sayılması, tarihimizi yeniden şekillendirme çalışılmaları, yeni kimlik tesisi…uzar gider. Bugün “yalanın ve riyanın” siyaset alanındaki hakimiyetinin nedeni de aynı müdahale ve sonrası gelişen süreçlerdir.
Toplumsal değerlerimizin kültürel temeli sarsılarak Kıbrıslı Türkler tarihinde olmadığı kadar hiçleştirilmektedir. Kimliksiz, karaktersiz, toplumsal değerlerden, deneyimden ve birikimden yoksun her türlü müdahaleyi hak eden bir güruh muamelesi yapılmaktadır.
Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılanlar, toplumun içeriden kuşatılması ve dönüştürülmesi operasyonundan; sosyal mühendislikten başka bir şey değildir. İçeriden çünkü bugüne dek karşılaştığımız müdahale hamleleri ile asla benzeşmeyen, istediklerinin olması için “her türlü” aracı topluma karşı kullanan, toplumun zayıf kesimlerini yanına çekmeye çalışan kabul edilemez bir mühendislik tavrından başka bir şey değildir, önümüzde duran.
Tatar-Saner ikilisi, bu yeni rejimin baş aktörleri olarak, Ankara hükümetinin buradaki bürokratlarının emir komutası altında, farkında olsunlar ya da olmasınlar Kıbrıslı Türk varoluşunun altına “kibrit suyu dökmek” için görevlendirilmişledir.
Bırakınız olası tezleri, vaatleri, görüşleri çerçevesinde bir şey yapmayı, ne söylediğini kendisi bile bilmeden hipnotize olmuşçasına ağzına geleni söylemekten çekinmeyen Sn. Tatar, kendisine verilen sufleyi en iyi bir şekilde kamuoyuna taşımaktan çekinmiyor. Gaza geliyor, ağzını açtı mı, içinden ne çıkacağını kendisi bile bilmiyor. Bu türlere “sahibinin sesi” denir, halkın sesi değil.
Demografik yapı ciddi anlamda bozulmuş durumdadır. Ve her gün yeniden daha da bozulmaktadır. Parlamenter demokratik düzenin olmazsa olmazı seçimler, yapılan yeni vatandaşlıklarla, kamuoyunca sorgulanmaya başlamış durumdadır. Kamuoyu bunun farkındadır, tüm yaşananları görmektedir. Eğitim düzenine de müdahaleler söz konusudur.
Önce Anayasa Mahkemesine saldırılmış, ardından aydınların Türkiye’ye girişi engellenmiştir. Bu konuda topluma tatmin edici bir açıklama yapılmamış; tarih eğitimi kongresi ile Kıbrıslı Türk kimliğinin temellerini sarsmak, adadaki çok kültürlü kimlik ve kültür kurgusunu yok etmek üzerine yol alınmıştır.
Kuzey Kıbrıs’taki demokrasi güçlerinin ülkenin içinde bulunduğu siyasi durum yanında hedef ve siyasi öncelikler konusunda ciddi kafa karışıklığı vardır. Var olan durumu normalleştirerek siyaset yapmaya çalışmak, tam da müdahalecilerin beklentisini karşılayan, kendi hegemonyaları altına girerek siyaseten hiçleşmek demektir. Siyasi anlam kaybı demektir. Toplumsal varlığın göz ardı edilmesi demektir.
Yaşananlarla açık hesaplaşma yapılmaz yani demokrasiye açıkça sahip çıkılmazsa, toplumun siyasal bütünlüğü sağlanmazsa, siyaset yapma adına ortaya konacak yeni tez ve iddiaların anlamı ciddi anlamda zayıf kalacaktır. Demokrasi demek, en basit hali ile Kıbrıslı Türk toplumunun varlığı demektir. Bu bağlamda tüm toplumsal hamlelerin ve projelerin çıkış noktası da toplumsal varlığımız, demokrasimiz olmalıdır.