“Önce kendi ezberlerimizi bozmalıyız”
“Biz kendi ezberlerimizi huşu içinde tekrarlarken, genel bir ezber bozma sürecine girişemeyiz. İnkara dayalı, hatalarını gizlemeye odaklı, özeleştiriden kaçınan ve yalan ile flört eden bir sol, yaşamın gerçekliğine tutunamaz.”
YENiDÜZEN (Özel)
Baraka Aktivisti Münür Rahvancıoğlu, “Önce kendi ezberimizi bozmalıyız” diyerek, “inkara dayalı, hatalarını gizlemeye odaklı, özeleştiriden kaçınan ve yalan ile flört eden bir sol, yaşamın gerçekliğine tutunamaz” dedi.
Rahvancıoğlu, “örgütsel birlik bizim bünyemize iyi gelmiyor” ifadesini kullanarak
“Herkes kendi alanından yürüdüğünde toplamda çok daha olumlu işler başarıyoruz, birbirimizle daha az çatışıyoruz” yorumunda bulundu.
• YENiDÜZEN: 'SYRİZA benzeri bir ittifak Kıbrıs’ta neden mümkün olamıyor? Sol niye iş birliği yapamıyor?
• Rahvancıoğlu: Her ülkenin kendine özgü koşulları ve mücadele eden örgütlerinin de yıllar içinde oluşmuş bir davranış kültürü vardır. Bu sebeple de farklı ülkelerde ortaya çıkmış deneyimlerin bire bir taklit edilmesi mümkün değil. Mümkün olsa da yaşamda aynı karşılığı bulmayacaktır.
Syriza deneyimini uzunca bir süreden beridir takip ediyoruz. Yunanistan’da faaliyet yürüten ve Syriza’nın da bileşenlerinden birisi olan DİKTİO ile 2006’da Atina’da gerçekleşen Avrupa Sosyal Formu’ndan beridir yakın ilişkilerimiz var. Bileşenlerinin kendi süreçlerini örgütleyip sürüklerken aynı zamanda da ortak bir çatıda buluşarak hareket edebildiği Syriza modeli örgütlenmeler gerçekten de özgün örgütlenmeler. Çünkü genel olarak sol içinde bugüne kadar bilinen “birlik” örnekleri; ya salt iş/güç birliği temelli ya da ideolojik/örgütsel birlik eksenli olmuştur. Hem örgütsel birliğe dayalı hem de bileşenlerinin güç birliği süreçlerindeki kadar serbest olabildiği bir model olarak Syriza farklılıklar içeriyor. Uzunca bir süreden beridir de bu model ciddi bir sorunla karşılaşmadan ilerledi. Bu durumun oluşmasında çeşitli faktörler sayılabilir: Yunanistan’ın çok uzun bir süreden beridir küresel krizin merkezinde olması, geçmişinde derin izler bırakmış bir anti-faşist direniş ve uzun bir iç savaş deneyiminin bulunması, Yunanistan Komünist Partisi’nin sekter çizgisi nedeniyle salt ideolojik katılığın yetersizliğinin pratikte görülmüş olması ve Avrupa Birliği gibi emperyalist bir kuruluşun doğrudan boyunduruğunun toplumsal muhalefeti baskılaması bunlardan bazıları...
Syriza modelinde ideolojik farklarını koruyan çeşitli sol yapılar ortak bir çatı etrafında hareket ederken kendi eylemsel bağımsızlıklarını da koruyabiliyorlar. Bu tür bir modeli Kıbrıs’a uyarlamak neredeyse imkânsızdır. Hem farklı ideolojiler/programlar/öncelikler benimsenecek hem de ortak bir çatı oluşturulacak. Kıbrıslı Türk solu açısından böyle bir ihtiyaç söz konusu değil. İhtiyacı ortaya konmamış bir sonucun ortaya çıkması da mümkün olamaz.
Kıbrıslı Türk solu içerisinde bazı çatı birlikteliği denemeleri geçmişte yapıldı. DMP (Demokratik Mücadele Platformu), YBH (Yurtsever Birlik Hareketi), BDH (Barış ve Demokrasi Hareketi) bunlardan bazıları. Olgular gösteriyor ki; Kıbrıslı Türk solu ortak bir çatı oluşturduğu andan itibaren yönetim için kendi içinde kapışmaya başlıyor. Bu kapışmanın sonucunda da çatı dağılıyor ve herkes kendi yoluna gidiyor. Biraz önce sözünü ettiğim örneklerden epeyce farklı da olsa “Bu Memleket Bizim Platformu” deneyiminde de meselelerin ortak hedefin nasıl daha iyi uygulamaya sokulacağından çok, sürece kimin önderlik edeceği noktasında kilitlendiğini yaşayarak gördük. Kısacası örgütsel birlik bizim bünyemize iyi gelmiyor. Herkes kendi alanından yürüdüğünde toplamda çok daha olumlu işler başarıyoruz, birbirimizle daha az çatışıyoruz...
Diğer yandan örgütsel birlik olarak kabul edilmeyecek birlik türleri Kıbrıslı Türk soluna daha uygun gibi görünüyor. Bunlar da iş/güç/eylem birliktelikleri. Hemen hemen her alanda bu tür birlikler mevcut ve çok da iyi işler yapılıyor. Bir dönem etkili eylemler yapan Sendikal Platform şimdilerde “Göç Yasasına Dur De İnisiyatifi”, Çevre Platformu, Nükleere Hayır Platformu, çeşitli somut meselelerde oluşturulan toplumsal cinsiyet eşitliği, gençlik, ekoloji, hayvan özgürleşmesi vb. temalı platformlar bu noktada sayılabilir. Bu örneklerin tek eksiğinin siyasal iktidarı hedefleyen bir biçim alamamaları olduğu söylenebilir ki aslında o da pek doğru sayılmaz...
Başta sorduğunuz soruya şimdi cevap verirsem: Kıbrıs’ın kendine özgü koşullarında Syriza benzeri bir işbirliği süreci Kıbrıslı Türk solu içerisinde rüşeym halinde de olsa vardır. Baraka olarak siyasal hedefleri olan bir işbirliği sürecinin hem halkımızın hem de solun temel bir ihtiyacı olduğunu 2011’den beridir dile getiriyoruz. 2013 Lefkoşa Türk Belediyesi erken seçimlerinde Belediye Meclisi’ne bağımsız bir aday göstermemizin nedeni de buydu.
Hatırlarsanız, adayımız vasıtasıyla Lefkoşalılara yaptığımız çağrı: “Bir türlü biraraya gelemeyen sola mesaj vermek istiyorsanız, mührünüzü kırın ve Baraka adayına bir tercih kullanın” şeklindeydi. Çünkü Cemal Bulutoğluları döneminde BES ile yakın temas halinde hemen her gün eylemlilik içinde olan sol, erken seçim süreci ile birlikte iş birliğini bırakmış ve ortak bir aday belirlemekten uzak durmuştu. Bu da hem Lefkoşalılarda hem de bizde hayal kırıklığına neden olmuştu. O seçim süreci sonunda halkımızın radikal bir işbirliği sürecine sempati ile yaklaşacağı net olarak görüldü. Bunun tek göstereni Baraka adayının seçmenin %6’sının tercihini alması değildi, hemen ardından gelen Parlamento seçimlerinde sol örgütlerinin tavrındaki değişiklik de gösterenler arasındadır.
2013 Milletvekilliği seçimlerinde farklı ideolojik noktaları olan sol örgütlerimizin Toplumsal Varoluş Güçleri ismi ile bir araya gelebildiğini gördük. Üstelik bu seçimlerde, TVG barajı zorlayıp, radikal solun tarihinde aldığı en yüksek oya ulaştı... Hemen herkesin alışkın olduğu “önce birleşirler sonra kavga edip ayrılırlar” ezberi de TVG sürecinde bozuldu. Çünkü TVG bileşenleri herhangi bir polemik yaşamadıkları gibi 2014 LTB Belediye Başkanlığı seçimlerinde bu süreç yeni gelişmelere neden oldu.
Baraka, BKP ve TDP’nin ortak hedefler temelinde oluşturdukları bir ittifakla 2014 seçimlerini karşılaması; bizim açımızdan 2011’den beridir yürüttüğümüz siyasal hedefli iş-güç-eylem birlikteliği mücadelesinin doruk noktasıdır. LTB Belediye Başkanlığı’nı kazanan sayın Mehmet Harmancı’nın kişisel olumlulukları bu noktada elbette önemlidir. Ancak bu sürecin sinerjisini de ittifakın oluşturduğunu kimse inkâr etmiyor. Ve bugün halâ bu ittifak devam etmektedir. Yani Kıbrıs’ın kuzeyinde rüşeym halinde de olsa bir siyasal iş birliği süreci vardır, devam etmektedir.
Bu süreci 2015 cumhurbaşkanlığı seçimlerine taşıyamamış olmamız başka bir tartışmanın konusudur.
Bunun çeşitli nedenleri var. Ancak burada da olumlu olan noktaya odaklanarak konuşmak gerekiyor ki; ittifak tarafından ve ittifak adına bir aday belirlenememiş olsa da ittifakın kendisi bundan zarar görmemiştir. İttifakın ilerleyişinde zorunlu ve geçici bir parantez açılmıştır, kısa süre sonra da kapanacaktır. Önemli olan ortak belirlenmiş ilkelere bağlı örgütlerin birlikte durma kaygısını taşımalarıdır ki bu her üç örgütte de halen devam eden bir yaklaşımdır.
Sorunuza tekrar cevap vermem gerekirse: Kıbrıslı Türk devrimci, ilerici, sol örgütleri arasında bir yılı aşkın süreden beridir devam eden bir siyasal iş birliği süreci zaten vardır. Bu süreç Kıbrıslı Türk halkından olumlu tepki almış ve heyecan yaratmıştır. Neo-liberal karşısında direniş, Ankara karşısında onurlu duruş ve barış hedefinden ayrılmama gibi noktalarda tam anlamıyla paralel hareket eden; kimilerince marjinal, kimilerince radikal, kimilerince ise umut niteliğindeki bu ittifak halen devam ediyor gelecekte de büyüyeceğine inanıyoruz. Ancak tekrar altını çizmek isterim ki; nasıl ki Syriza Yunanistan koşullarına uygun bir oluşum olduğu için başarılı olmuşsa, bizim yürütmekte olduğumuz süreç de Kıbrıslı Türk halkının koşullarına göre değerlendirilmelidir. İki süreci birbiri ile kıyaslamak ve şeklen benzerlikler/farklılıklar aramak doğru bir yöntem olmayacaktır. Her süreç kendi koşullarında değerlendirilmelidir.
• Siyasetimizde ‘ideolojik’ farklar icraatlarda ortaya çıkıyor mu?
• Cevaba Lenin’den iki farklı cümle ile başlamak isterim. Lenin bir yerde şöyle der: “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” Aynı Lenin başka bir yerde ise şöyle der: “Teori gridir hayat ağacı ise yeşil.” Bu bazı kişilere birbiri ile çelişen iki cümle gibi görünebilir. Ne de olsa ilk cümlede teorinin pratiğe göre önceliğinden bahsedilirken, ikinci cümlede yaşamın canlı teorinin ise cansız olduğuna işaret ediliyor. Oysa bu cümleler birbiri ile çelişmemekte aksine birbirini tamamlamaktadırlar. Çünkü teori ile pratik arasında kopmaz bir bağ, sürekli kendini yenileyen bir öğrenme/değiştirme/öğrenme/değiştirme süreci vardır. Bu zincir bir yerinden koparsa (neresinden koparsa kopsun) tüm halkaları zarar görür...
Bunları neden söyledim? Çünkü siyasetimizde ideoloji denebilecek nitelikte olgular yoktur ki bunları icraatlar ile kıyaslayabilelim. Ya da gerçekten farklı icraatlar yok ki, bunların ideolojik temellerini sorgulama şansımız olsun. Kıbrıslı Türk solu ne yazık ki uzunca bir süredir basın üzerinden yürütülen reklam/propaganda ile ideolojik mücadeleyi birbirinden ayıramaz hale geldi yada şöyle demek daha doğru olacaktır sanırım: “Kıbrıslı Türk solu içerisinde ideolojinin de pratiğin de yerini medyada görünür olmak için yarış aldı.” İdeoloji ile icraatın el ele yürüdüğünü az önce söyledim. Bunlardan hangisinin daha önce gerilediği önemli değil. Bir tanesi gerileyince diğeri de beraber gidiyor. Geriye ise içi boş bir reklam-pazarlama harikası kalıyor. Bu durum önce “sol” örgütleri birbirine benzetti, şimdi ise “sol” ile “sağ”ı birbirine benzetiyor.
• Kıbrıs’ta ezber bozmak için ilk atılması gereken adımlar nelerdir?
• Ezber bozmak için önce kendi ezberlerimizi bozmalıyız.
Biz kendi ezberlerimizi huşu içinde tekrarlarken, genel bir ezber bozma sürecine girişemeyiz. İnkara dayalı, hatalarını gizlemeye odaklı, özeleştiriden kaçınan ve yalan ile flört eden bir sol, yaşamın gerçekliğine tutunamaz. Korkularımızla motive olduğumuz sürece de bu böyle yaşanmaya devam edecek. Hata yapabilmekten korkmadan ve cesaretler davranmazsak, istesek de istemezsek de korku ve çekingenlikle davranacağız. Bu da bizi kendi kapalı çevremize, bizim dışımızda kimsenin anlamadığı bir dilde konuşmak yazgısı ile baş başa bırakacaktır.
Yanlış yapmadan doğrunun bulunamayacağını, hatayı gizlemektense onunla yüzleşmenin daha öğretici olduğunu, halkın hata yapana değil hatasını inkâr edene mesafeli durduğunu, en iyi niyetli yalanın en adi gerçekten bile daha olumsuz sonuçları olduğunu kabul etmeli ve bunların tam tersi reflekslerle döşenmiş ezberlerimizi bir yana bırakmalıyız.
• İşsizler ve fakirlik için politikalar geliştirilmeye nereden başlanmalı?
• İşsizlik sorununu çözmenin birçok mesele ile bağlantılı bütünlüklü bir süreç gerektirdiği ortadadır. Ancak böylesi bir konudan konuşabiliyor olmak dahi ülkenizde üretim olmasını gerektirir. Yani, sorunuzun cevabı üretimdir. Gene de şunu vurgulamama izin verin, üretim olmadan ne işsizliğe çare bulabilirsiniz ne de herhangi bir sosyal politika geliştirebilirsiniz. Ancak sırf üretimin varlığı da bu sorunları çözmez. Üretim “gerek şart”tır. Ancak “yeter şart” değildir. Yeter şart; sosyalist perspektifi olan, emekçi sınıflara dayalı bir kitleye hesap veren siyasal bir önderliktir.
• SYRİZA örneğinde görme özürlü bir bakan dikkat çekti. Ülkemizde engelliler ya da pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan kesimlerin temsiliyeti niçin sağlanmıyor?
• Bu sorunun iki boyutlu bir cevabı var. Öncelikle siyasal yapıların böyle bir sorunu olmadığı için engelli insanların temsiliyetini önemsemiyorlar. “Gerekirse biz onların haklarını da savunuruz” psikolojisi siyasal örgütlerde çok yaygın. Oysa siyasal örgütlenme bir avukatlık bürosu değildir ve kimse kimsenin hakkını savunamaz. Her sorunu bizzat o sorunu yaşayan özneyi dahil ederek çözebilirsiniz. Siyasal örgütlenme de işte bu öznelerin ortak örgütüdür, öyle olmalıdır. Bu noktada siyasal özneler kendisilerine “aday gösterecek engelli” bulmalı ve vitrin düzenlemesi yapmalı demiyorum, aksine “her kesimi olduğu gibi, engellilerin oluşturduğu kesimi de toplum içerisinde özne kılmalı, öne çıkan taleplerini destekleyerek güçlendirmeliyiz” diyorum. Yaşam zaten gerisini halledecektir. Bu Yunanistan’da da böyle olmuştur.
• Köylerin isimlerinin iadesi, militarist törenlerin kaldırılması, genel sağlık sigortası, işsizlik ödeneği (bu örnekler çoğaltılabilir) gibi uygulamalar hayal mi?
• Soruda örnek olarak belirtilen noktalara teker teker cevap vermeyeceğim. Bunların arasında karşı olduğum da var, bizde zaten yetersiz de olsa uygulanmakta olan da... Daha çok sorunun ruhuna cevap vermek istiyorum, yani “bizde emekten, emekçiden, barıştan, halktan yana sosyal politikaların uygulandığını görmemiz mümkün mü yoksa hayal midir?” sorusuna...
İçinde yaşadığımız mevcut koşullarda böylesi politikaların uygulanmasını beklemek hayaldir. Mevcut koordinatlarla belirlenmiş “gerçekçi” partilerimizin, realiteleri sorgusuz sualsiz benimseyen, benimsemeyene de benimsetmek için elinden geleni yapan pratiği ile hangi parti hükümet olursa olsun emekten yana bir dönüşüm mümkün değildir.
Ama kendi halkına, özgücüne ve pratiğine güvenen, ittifaklara, diyaloga, hayattan öğrenmeye açık, hata yapmaktan, hatası ile yüzleşmekten korkmayan, yalana, inkâra, gizlemeye kaçmayan, korku ve çekingenlikle değil neşe ve atılganlıkla motive olan samimi bir örgütlenme ile bu mümkün... Zor ama mümkün... Üstellik bu “zor”un zorluk derecesi de giderek azalmakta. Yunanistan’da yaşananları günlerdir konuşuyoruz. Türkiye’de AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın tüm zulmüne rağmen yükselen Gezi süreci de yeni gelişmelere gebe... Yani hem Yunanistan hem de Türkiye’de umulmadık şeyler oluyor, bu da Kıbrıs’ta artık akvaryumun suyunun değişmekte olduğunun bir göstergesi. Yakın geçmişte “radikal” sayılan fikirlerin yakın gelecekte halkımız tarafından yaygınlıkla benimsendiğini görmek birçoğunu şaşırtabilir. İşte o zaman, bugün “hayal” sayılanların “realite” haline geldiğini yaşayarak görebiliriz.