Önce-Şimdi
“Alışmış kudurmuştan beterdir” derler… Hükümete bu etik dışı, ahlak dışı icraatlarına ‘dur’ diyebilecek bir makam olamadığı için o da seçim yasaklarına kadar dağıtmak için ‘ne yetiştirirsem’ gayreti içine girdi. Hoş, seçim yasağı gelse bile, o koltuklarda oturulduğu sürece bu dağıtım devam edecek. Şimdi bir ses yoksa o zaman da olmayacaktır.
Diyelim ki, yüzlerce kişi vatandaşlık, arsa için bakanlık koridorlarında birikirken ya daha önceden müracaatı vardır, ya da müracaat yapmak için gitmişlerdir. Yani görünürde yasal olmayan bir şey yok gibi… Ancak seçim yasaklarına bir kalmışken bu yığılmaların olması, bu dağıtımların yaşanması ne kadar etiktir, insanın vicdanında yasallık kazanır mı?
Vatandaşın vicdanları rahatsız olsa bile devlet olanaklarını koltukları için dağıtanların vicdanları çok rahat… Her zaman da rahat oldu, bu süreç sürdüğü müddetçe de rahat olacak. Yukarıda yazdığımız ‘alışmış-kudurmuş’ sözünü kimselere mal etmek istemem ama ortada öyle bir durum var.
***
Mayıs 2013’te yazılmış bu giriş yazısından sonra aynı konularda şimdiki zamanı değerlendirmek iyi olur.
Vatandaşlık ve arsa dağıtımı var yazıda… Hem de seçim öncesi yoğunlaşmış şekilde… UBP hükümetleri dağıttıkça dağıtmış vatandaşlığı da, seçim rüşvetleri olan kırsal arsaları da veya eş-ahbap-dosta rant elde etmeleri için kamu arazilerini de…
Şimdilerde de var aslında bazı hükümet üyelerinin veya bir hükümet üyesinin demek daha doğru olur, kamu arazileriyle ilgili aldığı, aldırdığı, yakınına verdirdiği söylemleri… Bunun doğrulanması veya yalanlanması veya neler olduğunun ortaya çıkması beklentisi varken vatandaşlıklar konusunda şeffaf bir uygulamanın olduğu söylenebilir.
Bakanlar Kurulu bazı ‘hak’ ve zorunlu durumların dışında vatandaşlık dağıtımı yapmıyor. Verilen vatandaşlıklar da gerekçeleri ile birlikte şeffaf bir şekilde açıklanıyor.
Yani önceleri gibi seçim listelerinde UBP müsteşarlarının, müdürlerinin evinde kaldıkları yazılan, seçim önceleri verilen vatandaşlıklar ile oy toplamaya çalışılan bir vurdumduymazlık görmüyoruz.
***
Bir de bu dönemin dörtlü hükümet için şanslı bir dönem olduğunu söylemek mümkün değil. TL’nin erimesi ve dövizin kat kat yükselmesi yaşandı bu dönemde… Son zamanda da sel vurdu birçok yeri… Elbette ki TL’nin erimesi karşısında bizim hükümetin yapabileceği çok kısıtlı şeyler olabilirdi, onları da yapmaya çalıştı.
Şimdi önünde sel felaketinin izlerinin temizlenmesi için yapılması gerekenler var. Bu konuda planlı, örgütlü bir çalışma gerekli. Hem felaketin yaralarının sarılması hem de bundan sonra aynı şeylerin yaşanmaması için…
Bireylerin kazançları değil, toplumun geleceği göz önüne alınarak kararlar verilmeli.
Birlik ve destek
Sel felaketinin etkileri sürüyor… Son günlerde Karpaz’ı da vurdu sel felaketi ancak ondan önceki Lapta, Alsancak ve Dikmen’i tabiri yerindeyse darmadağın eden sel felaketinin ardında kalanlar uzun süre yerinde duracak gibi görünüyor… Örneğin Lapta… Söz konusu bölge coğrafi özelliği nedeniyle derelerin de bol olduğu yörelerden biri… Girne kadar olmasa da betonlaşma, havuzlu villaların yayılması sırasında dereler çoğu yerde olduğu gibi işgal edilmiş. Fotoğrafta da görüldüğü gibi sel sularının taşıdığı dal parçaları, atıklar, çamur eskiden geniş bir dere yatağı olduğu belli olan ama şimdilerde sadece bir boru ile akması beklenen dereyi tıkamış. Üzeri de parkelenerek oto yol yapılan ‘dere’nin üzerinden sular akıp akıp önüne ne geldiyse alıp gitmiş. Sel suları, üzerine yapılan yolu kaldırmış, döşenen parkeleri de sökmüş gitmiş. Birçok yerde bu hatalar yapıldı ve bu sonuç ortaya çıktı. Şimdi Lapta’nın yeni belediye başkanı çağrı yapıyor ve bölgenin afet bölgesi ilan edilmesini, bölgenin yeniden inşası ve tamiri için mutlaka destek verilmesi gerektiğini söylüyor. Bu konuda çok haklı çünkü yaşanan felaket, ne Lapta’yı, ne Alsancak’ı, ne Dikmen’i ne de Karpaz’ı sadece belediyelerin gücüyle eski haline döndürmeye izin vermiyor.
“Yavru vatan”
Bir şeyi ne kadar tekrarlarsanız o kadar gerçek olur gibi bir yaklaşım var… Onun için de bir şeyi kabul ettirmek için o isteğinizi sürekli tekrarlarsınız. Siz ne kadar burası “yavru vatan değil” derseniz deyin, her gün, her akşam tv kanallarında o kadar çok “yavru vatan” sözcüğü kullanılıyor ki yeni nesiller artık burayı “yavru vatan” olarak görüp büyümeye başladılar bile!..
Yatak sayısı arttı!
Herkes suç sayısının düşmesiyle, cezaevlerinin boş olmasıyla hatta bazı yerlerde cezaevi olmamasıyla övünürken biz, artık yetersiz kalan cezaevi yerine yeni ve büyük bir cezaevi yaptırmakla övünüyoruz. Şimdiki cezaevi 172 kişilik yapılmış ama şu anda 532 mahkum ve tutuklu kalıyor. Bu yıl içinde bitecek yeni cezaevimiz 765 kişilik olacakmış. Yani cezaevi yatak sayımız artmış. Daha fazla konuk ağırlayabilirmişiz!
Bir insanın hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir.
Dostoyevski