Erdoğan'ın "u" dönüşleri Kıbrıs için yeni bir umut mu?
Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın NATO Zirvesi sürecindeki beklenmedik ‘u’ dönüşleri “Kıbrıs sorununa ilişkin müzakereler konusunda yeni bir süreç başlar mı?” sorusunu akıllara getirdi, YENİDÜZEN bu sorunun yanıtını aradı…
Ertuğrul SENOVA
Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO Zirvesi sürecinde “beklenmedik bir ‘u’ dönüşü” yaparak, hem AB’ye tam üyeliği dillendirdi, hem de Yunanistan ile yakınlaşma, “yeni bir sayfa açma” yolunda adımlar attı. Yaşanan gelişmeler, “Kıbrıs sorununa ilişkin müzakereler konusunda yeni bir süreç başlar mı?” sorusunu akıllara getirdi.
Cumhurbaşkanlığı Özel Temsilcisi ve Müzakere Heyeti Üyesi Ergün Olgun’a göre, Kıbrıs sorununa ilişkin müzakereler, “dışarıdaki gelişmelerle değil, Kıbrıs’ın kendi zemini ve gerçekleriyle” başlayabilir.
İki tarafın da “eşit statü” zemininin bu zeminde “esas” olduğunu ifade eden Olgun, “Çabuk yapıştırıcı veya empoze çözümler gibi yöntemler kalıcı bir çözüm getirmez. Bunlar, çok dikkat edilmesi gereken unsurlardır” şeklinde konuştu.
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölüm Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen ise “Yakınlaşma eğer devam ederse ve AB ile en azından söylemde bazı somut adımlar atılabilirse, -büyük bir ‘eğer’ ifadesi kullanıyorum- Kıbrıs’a pozitif yansımalar görebiliriz” dedi ve ekledi: Ama burada hem Türkiye’nin AB ile yakınlaşmaya nasıl cevap vereceği, hem de Güneydeki siyasi liderliğin bu konuda ayak sürüyüp sürümeyeceği çok önemli.”
Hem Türkiye hem de Yunanistan’ın pozitif adımlar atması durumunda Kıbrıs’ta “belki bir sürecin başlayabileceğini” ifade eden Sözen, “Yunanistan ile yakınlaşma bu açıdan önemlidir ama yeterli değildir” şeklinde konuştu.
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Sekreteri Asım Akansoy ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımla ilgili sürecin yeniden başlatılmasına dair talebinin Kıbrıs’taki süreci de etkileyeceğini ifade ederek, batı ile ilişkileri yeniden kurgulayabilmenin yolunun Kıbrıs sorununda gerçekçi zemine dönmekten geçtiğini vurguladı.
NATO Zirvesi sürecinde neler yaşandı?
Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO Zirvesi sürecine, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beklenmedik ‘u’ dönüşleri damga vurdu.
Erdoğan’ın beklenmedik ilk açıklaması, zirveye katılmak üzere Litvanya’ya doğru hareket etmeden önce yaptığı basın toplantısında geldi. Erdoğan, İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda, “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği” şartını ortaya koydu.
Bir diğer beklenmedik gelişme ise, İsveç’in NATO üyeliğine Türkiye’nin destek vereceğini açıklaması üzerine yaşandı.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Miçotakis ile de görüşen Erdoğan, Miçotakis’in ifadesiyle “Yunanistan – Türkiye arasında yeni bir sayfa” açılmasına ilişkin beklenmedik bir süreç yürüttü.
Miçotakis, Türkiye’nin AB üyeliğinin, bölgedeki tüm ülkelerin yanı sıra Kıbrıs için de olumlu bir hamle olacağını belirtti.
Siyaset Bilimci, Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen:
“Erdoğan’ın ‘Ey Batı’ sözleri doğal değil, yapaydı”
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen, seçimlerden önce de Türkiye’nin “seçimlerden sonra da zor seçimler yapması gerekeceğini” söylediğini anımsatan Prof. Dr. Sözen, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçimlere “Ey batı” diyerek, batı karşıtlığı propagandasıyla girdiğini söyledi.
Sözen, “Bu söylemler, propaganda doğal değil, yapaydı. Özellikle son yıllarda yapılan tüm kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki Türk seçmeninin, anti batı ve anti Avrupa damarı yüksek. Erdoğan da bunu çok iyi biliyor. Kamuoyu yoklamalarına çok değer verdiği için de Türk seçmeninin nabzını çok iyi tutabiliyor. Bu kapsamda da kampanyasını, buna göre tasarladı ve kullandı” şeklinde konuştu.
“Ancak seçimlerden sonra Erdoğan’ın bu söylemlerle devam etmeyeceği belliydi” ifadelerini kullanan Sözen, “Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu ciddi bir ekonomik kriz var. Çok hızlı şekilde sıcak para bulması gerekiyor. Bu parayı da bulabileceği yerler belli” diyerek, sıcak para için çalınabilecek kapıları şöyle yorumladı:
“Bunlar içinde bir tarafta batı sermayesi var. Diğer tarta körfez sermayesi. Bir diğer tarafta ise Rus ve Çin sermayeleri var. Rusya ile olan ilişkilerinde benim gördüğüm 20 milyar Dolar civarında doğalgazdan kaynaklı bir borç var. Rusya’dan tekrardan para bulma durumu çok da olasılık içinde değil. Körfeze baktığımızda, doğrudan yatırım yapıp iş kaynağı yaratacak yatırımlar yapma niyetleri yok gibi görünüyor. Körfez sermayesinin niyeti daha çok ucuz, batan geminin mallarını nasıl toplayabiliriz yönünde. Bu şekilde hep satarak, üretken bir ekonomiye dönüşme imkanınız yok. İster istemez Türkiye’nin batı sermayesine ihtiyacı var. Bundan dolayıdır ki Türkiye’nin söyleminde bir yumuşama var.”
Türkiye’nin, batının finansal yatırımlarına ulaşabilmesi için atması gereken bazı adımlar olduğunu belirten Sözen, şöyle devam etti:
“Bunların başında da batı ülkeleriyle iyi geçinme var. Seçim kapmayası döneminde ‘bir gece ansızın gelebilirim’ şekildeki politikalarla batı ile ilişki kurulamayacağını biliyor. Deprem ve Yunanistan’daki tren kazası sonrası oluşan pozitif havayı da lehine kullanarak Yunanistan ile bir iyileşme yaşandı. Türkiye’nin F-16 alma meselesinde de Amerika’nın bir şartı vardı, o da komşularına karşı kullanmama şartı idi. Yunanistan ile kurduğu mevcut balayına benzer durumdan dolayı F-16’ları alma şansı yükselecektir.”
“Bir ‘u’ dönüşü bekliyorduk ama bu kadar hızlı değil”
Erdoğan’ın NATO Zirvesi’ndeki performansının kendisini de şaşırttığını ifade eden Sözen, “Şaşırtıcı şekilde bir ‘u’ dönüşü yaptı. Bir ‘u’ dönüşü bekliyorduk ama bu kadar hızlı yapılması durumunda insan ister istemez altında bir şeyler arıyor” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın, “NATO’dan çok NATO’cu” olduğunu söyleyen Sözen, “Bırakın İsveç’in önündeki üyelik engelini kaldırmasını, Ukrayna’nın da birliğe üyeliği hak ettiğini söyledi. ABD ve AB’li yetkililerin tüyleri diken diken oldu. Bir tarafta, daha önce Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’i yerlere göklere sığdıramıyordu, şimdi Ukrayna’nın NATO üyeliğini hak ettiğini söylüyor. Sonra da dönüyor, son golü atmadan önce zirve öncesi Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda önünü açın diyor” ifadelerini kullandı.
“Erdoğan’ın AB üyelik talebi çok enteresan ve gerçekçi değil”
Türkiye’nin, AB’ye tam üyelik konusundaki ilk talebini yaptığı günden bugüne 40 sene geçtiğini anımsatan Sözen, “Ama sıkıntı AB’de değil, Türkiye’de. AB için Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirilmesi gerekiyor. Mesela ülkenizde; oturmuş, sağlam ve devamlılığı olan bir demokrasinizin olması lazım. Hukukun üstünlüğü lazım, insan haklarına saygı lazım. Bu 3 konuda Türkiye’de ciddi sıkıntılar var” şeklinde konuştu.
Bu noktada, Türkiye’nin AB’ye üyelik talebinin “çok enteresan geldiğini, gerçekçi gelmediğini” ifade eden Sözen, “Ama Erdoğan bunları yapıyor” diyerek şöyle devam etti:
“Erdoğan’ı Erdoğan tapan da budur. Hiç olmayacak şeyleri ortaya atıyor ve bununla kendi iç kamuoyunu da bir yere kadar destekçi şeklinde arkasına alabiliyor. Evet, AB üyelerinin birçoğunun iki yüzlülüğü vardır, çifte standartları vardır. Bu doğrudur. Daha önce AB’nin Türkiye konusunda yapmış olduğu hatalar var. Örneğin Sarkozy döneminde Türkiye’nin AB’ye üye olmaması gerektiği, Türk kültürünün AB ile uyumlu olmadığı ifade edilmişti. Bu kapsamda Türk seçmeni arasında bir ‘anti Avrupacılık’ başlatıldı. Erdoğan da zaten bunu çok iyi kullanıyor. Örneğin ’50 yıldır AB kapısında bekliyoruz’ diyor. Bunun doğru bir tarafı var ama beklemenin bütün sorumlusu AB değil. Özellikle 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin aldığı otoriter şekil, bunun önüne geçiyor. Terör konusundaki yasalarla alakalı kanun hükmünde kararnamelerle birçok kişinin; gazetecinin, siyasetçilerin hapiste olması gibi… Aslında AB’ye üyelik müzakereleri önündeki engel bunlardır. Hassas konuları ortaya atıp gündemi de istediği gibi değiştiriyor. Örneğin şu anda enflasyon ve hayat pahalılığından bahseden var mı? Biz bile bunu konuşuyoruz.”
Kıbrıs sorununa etkisi… “Yakınlaşma devam ederse, pozitif yansımalar görebiliriz”
Yunanistan ile Türkiye yakınlaşmasının Kıbrıs sorununa olası etkilerini de değerlendiren Sözen, “Bu yakınlaşmanın ne kadar gideceği çok önemli” diyerek şöyle devam etti:
“Yakınlaşma eğer devam ederse ve AB ile en azından söylemde bazı somut adımlar atılabilirse, -büyük bir ‘eğer’ ifadesi kullanıyorum- Kıbrıs’a pozitif yansımalar görebiliriz. Ama burada hem Türkiye’nin AB ile yakınlaşmaya nasıl cevap vereceği, hem de Güneydeki siyasi liderliğin bu konuda ayak sürüyüp sürümeyeceği çok önemli.”
İsrail – Lübnan metodu…
Hem Türkiye hem de Yunanistan’ın pozitif adımlar atması durumunda Kıbrıs’ta “belki bir sürecin başlayabileceğini” ifade eden Sözen, “Yunanistan ile yakınlaşma bu açıdan önemlidir ama yeterli değildir” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kıbrıs’taki süreci yeniden başlatabilecek iki şart var. Bunlar birincisi, enerji konusudur. Muhakkak müzakere sürecine dahil edilmesi gerekir. Bugüne kadar Kıbrıslı Rumlar, enerji konusunun müzakere konusu olmadığını söyledi. Ancak tam tersine, Ukrayna savaşından sonra bir fırsat doğdu. Hem Kıbrıs’ta iki taraf, hem de Türkiye arasında yapılabilecek bir dolu işbirliği fırsatı var. İkinci boyutu da güneyin artık bu tanınma paranoyasını bir tarafa atıp, tanımadan angaje olmaya, işbirliği yapmaya açık olmalı. Örneğin geçen yıl İsrail ve Lübnan arasında, birbirlerini resmi olarak tanımamalarına rağmen, ABD arabuluculuğuyla deniz yetki sınırlaması anlaşması taptılar. Bu bize esinlenebileceğimiz bir metot veriyor.”
Cumhurbaşkanlığı Özel Temsilcisi ve Müzakere Heyeti Üyesi Ergün Olgun:
“Müzakereler, dışarıdaki gelişmeler değil, Kıbrıs’ın kendi zemininde başlayabilir”
Cumhurbaşkanlığı Özel Temsilcisi ve Müzakere Heyeti Üyesi Ergün Olgun, Kıbrıs sorununa ilişkin müzakerelerin “dışarıdaki gelişmeler değil, Kıbrıs’ın kendi zemininde başlayabileceğini” söyledi, iki tarafın da “eşit statü” zemininin “esas” olduğunu ifade etti.
“Müzakere işi ve Kıbrıs türünde milli boyutları olan ihtilaflarda çözüm için sürdürülebilirlik ilkesi son derece önemli” diyen Olgun, “Bunun altında yatan bazı temel unsurlar var. Bunlardan biri de tarafların özden gelen haklarıyla ilgilidir” ifadelerini kullandı.
Kıbrıs sorunundaki iki tarafın da “eşit statü” zemininde bulunmasının “esas” olduğunu ifade eden Olgun, “Çabuk yapıştırıcı veya empoze çözümler gibi yöntemler kalıcı bir çözüm getirmez. Bunlar, çok dikkat edilmesi gereken unsurlardır” şeklinde konuştu.
Müzakere sürecinde, “müzakere bilimi” açısından tüm teknikleri, rasyonel bir temelde uygulayarak hareket ettiklerini söyleyen Olgun, “Herhangi bir müzakere söz konusu olacaksa, bu zeminde hareket edeceğiz” dedi.
Müzakerelerin, “Dışarıdan gelişmeler şöyle oldu böyle oldu ile değil, bizim, Kıbrıs’ın kendi gerçekleri, tarafların özden gelen hakları zemininde” olabileceğini söyleyen Olgun, “Bu özden gelen haklar da eşitliktir. Eşitlik konusunda ise 3 temel başlıktan bahsediyoruz; statü, hak ve fırsat eşitliği” şeklinde konuştu
“Taraflardan birinin sahip olduğu haklar diğer taraf için de geçerlidir” diyen Olgun, “Denkliğin gözetilmesi halinde Kıbrıs’ta kalıcı bir uzlaşının şartları gerçeklemiş olur” ifadelerini kullandı.
Eşit hakların teyit edilmesi gerektiğini yineleyen Olgun, bu konuda güneydeki yönetimin teyidi halinde, Kıbrıs Türk tarafının haklarına saygı gösterilmiş olacağını söyledi, ancak böylesi bir koşulda müzakere sürecinin başlayabileceğini ifade etti.
CTP Genel Sekreteri Asım Akansoy:
“Batı ile ilişkileri kurgulayabilmenin yolu, Kıbrıs sorunundan geçer”
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Sekreteri Asım Akansoy ise Perşembe gün Kanal SİM’de katıldığı programda, yakın bir zaman içerisinde Kıbrıs sorununda hareketlenme beklediklerini söyledi.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımla ilgili sürecin yeniden başlatılmasına dair talebinin Kıbrıs’taki süreci de etkileyeceğini ifade eden Akansoy, batı ile ilişkileri yeniden kurgulayabilmenin yolunun Kıbrıs sorununda gerçekçi zemine dönmekten geçtiğini vurguladı.
Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleştirilen NATO zirvesinde Türkiye’nin İsveç’in üyeliğinin TBMM’de değerlendirileceğini açıkladığını ifade eden Akansoy, bu gelişmenin batı ve AB ile ilişkilerin yeniden kurulmasının sinyali olduğunu kaydetti.