“Önemli olan isim değil, sevgi ve saygı...”
Banya Luka’dan karma çift Olga ve Ziyad, Balkan Diskurs’tan Armin Haliloviç’in sorularını yanıtlarken, “Önemli olan isim değil, sevgi ve saygı” dediler.
Balkanlar’da savaşın ortasında karma bir çift olarak yaşadıklarını aktaran Olga ve Ziyad’ın öyküsünü, okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik... Olga ve Ziyad’ın öyküsü şöyle:
*** Olga ve Ziyad bu yıl, evliliklerinin 40ncı mutlu yıldönümlerini kutlayacaklar. Banya Luka'da dü’yaya gelmiş olmalarına karşın, iki kız evladı yetiştirmişler ve hiçbir zaman etnik ya da dini ayrılıklar buna engel olamamış... Dört sene boyunca Bosna-Hersek’i kasıp kavuran savaş dahi, onların birlikteliğini sarsmamış... Onlara göre evliliklerinin başarısının anahtarı herşeyden önce sevgi, saygı ve uzlaşma imiş...
*** 1970’li yıllarda bir kolej diskosunda tanışmışlar... “Onu dansa kaldırdım ve herşey böyle başladı” diyor Olga gülümseyerek... “Ona profesyonel olarak dansedebilmeyi öğretmek istiyordum çünkü ben bunu yapmaktayım fakat bu dans işi yürümedi” diyor.
*** Eşinin güvenlilir, korumacı, kararlı ve dürüst bir insan olduğunu, tüm bunların da onun için en önemli şeyler olduğunu söylüyor. Ziyad, kendisinin sinirli bir insan olduğunu da hatırlatıyor ancak karısının “dürüst, adil, erdemli ve çok çalışkan olduğunu, tam da bir kadının olması gerektiği gibi olduğunu” aktarıyor... “Ayrıca çok da güzeldir” diyor Olga’ya bakarak...
*** Tanıştıkları zaman Banya Luka’da veya Bosna-Hersek’in herhangi bir bölgesinde, “karma” bir ilişki ya da evlilik olağandışı bir şey değilmiş... “Kimse böyle şeylere önem vermiyordu. İnanın bana, bu sözkonusu bile değildi. Ben 18 yaşında askere gittiğimde kendime Boşnak diyordum. 15 yaşındaki arkadaşlarım bugün de dostlarımdır. Çünkü gerçek dostluklar böyledir. Ben arkadaşlarımı dinlerine göre ayırmam. Kızkardeşim bir Katolik ile evlidir. Kimse onlara bir şey demedi ya da onları yargılamadı” diyor Ziyad.
*** Olga kentte insanların başkalarının dinine bakmadıklarını anlatıyor. “Benim kızkardeşim de bir Müslüman’la evlidir. Erkek kardeşim Katolik bir kadınla evlidir ve kızkardeşlerimden biri de bir Sırp’la evlidir” diyor.
*** Bugünse Bosna-Hersek’te durum çok farklıdır. 2018 yılında Temel İletişim Ajansı, Bosna-Hersek’te insanların karma evliliklere ilişkin görüşlerini içeren bir anketin sonuçlarını yayınlamıştı. Buna göre ankete katılanların yüzde 38.7’si, karma evliliklere karşı imişler.
*** Sırp Cumhuriyeti ile Bosna-Hersek Federasyonu istatistik enstitülerine göre, 2019 yılında Bosna-Hersek’te 18 bin evlilik yapılmış ve bunların 600 kadarı etnik olarak karma evlilikler olmuş. Etnik olarak karma evliliklere ilişkin sosyal algılar, çok değişmiş... Artık pek az insan bu tür bir ilişkiyi seçiyor. Ailenin, komşuların ve bir bütün olarak toplumun kendilerini mahkum etmesinden korkuyorlar... Buna ek olarak bir de zorlu bir savaş mirası var, kuşaklar arası aktarılan travmalar var ve tüm bunlar da hayat arkadaşı seçimini çoğunlukla etkiliyor.
*** Olga ve Ziyad da savaş esnasında hayatlarının Banya Luka’da kolay olmadığını anlatıyorlar... “Tuhaf durumlar oluyordu... Ancak durum herkes için tuhaftı, sadece bizim için değil. Çünkü ortada bir savaş vardı” diyor Olga. “Sırplar, Saraybosna’da ne hissediyorsa, biz de Banya Luka’da onu hissediyorduk... Milliyetçiler vardı, nefret doluydular” diyor Ziyad.
*** Olga ve Zyad, pek az insanın barışı, birlikte yaşamayı, toleransı ve Bosna toplumunda uzlaşıyı savunduğuna dikkat çekiyor çünkü bu tür değerler, yerel liderlere uymuyormuş. Ancak bu değerleri her zaman kendi ailelerinde ileri götürmeye çalışmışlar. İki kız evladı yetiştirmişler – 37 yaşındaki Maya ve 28 yaşındaki Melani, bu değerlerle yetiştirilmiş.
*** Ancak herşey kağıt üzerinde görüldüğü gibi kolay değil. Savaş sonrası karma ailelerin karşı karşıya kaldığı sorunlarla Olga ve Ziyad da karşılaşmış, ailelerini geliştirirken. Kızlarını, herhangi bir etnik ya da dini gruba dahil olacak şekilde yetiştirmemişler. “Melani okulda dini kurslara katılmıştı ancak Maya hiçbir zaman bu kurslara katılmadı. Maya, sınıfında bu kurslara katılmayan tek öğrenciydi” diyor Ziyad.
*** Onlara göre, çocukları yetiştirirken onlara sivil değerler öğretmek, çok daha önemli ancak bu değerler artık Bosna-Hersek’te öğretilmiyor... “Uygar toplumlarda sivil değerler önde gelir, milliyetçiliğe yönelmiş toplumlarda ise bunlar arka sıralara düşer. Dinin önde geldiği herhangi bir yerde, ilerleme olamaz. Afrika, Brezilya, Uruguay, Güney Amerika... Tüm bu dini ülkeler bizimki gibidir yani ilerleme yoktur. Oysa geçmişte insanlar bir kişinin kişiliğine, ahlakına, verdiği sözlere ve onuruna değer verirlerdi” diyor Ziyad.
*** “Başka yerlerde normal olan şeyler burada normal değildir. Örneğin burada sözünü ettiğimiz şeyler, Almanya’da hiç sözkonusu değildir. Benim erkek kardeşim Amerika’dadır ve işe başvurduğu zaman, Bosnalı olduğunu söyledi. İşvereni ise “Bunun ne önemi var? Ben de Bostonluyum” demişti ona. Yabancılar, bizim Bosna’da algıladığımız gibi algılamıyor etnisiteyi” diyor Ziyad.
*** Kendilerinin ateist olduklarını söylemelerine karşın, evlerinde tüm dini ve diğer bayramlar kutlanıyor. Dinin tümüyle kişisel bir konu olduğuna inanıyorlar. Her bir birey, dine ve inanca nasıl yaklaşacaklarına kendileri karar vermeli diye düşünüyorlar ve bu konular hiçbir zaman, hiç kimseye empoze edilmemeli...
*** Evlerinde hem Bayram, hem de Paska kutlanıyor... Paska zamanı yumurta boyuyorlar ve ailece bir araya geliyorlar, Ramazan ve bayramda ise ailelerinden ziyaretçiler geliyormuş ve Olga savaş esnasında dahi baklava yapmış Bayram için...
*** Neredeyse elli yıldır, Ziyad ve Olga aynı mahallede yaşıyorlar, neredeyse hiçbir şey değişmemiş. Mahalle 1970’lerden beridir aynı kalmış. Birbirlerine yardım ediyorlarmış ancak fazlaca ziyaret etmiyorlarmış birbirlerini... “Kentsel planda herşey farklıdır. Bugün birinin, ertesi gün başkasının evinde kahve içmek gibi bir alışkanlığımız yoktur. Herkesin yapacak işleri vardır çünkü. Örneğin annem, her zaman komşusunu ziyaret ederdi, komşusu da onu ziyaret ederdi. Yaşlı kuşak bu ilişkileri korurlardı ve sık sık ziyaretler yaparlardı ancak geçmişte bunlar için çok zaman vardı” diyor Ziyad.
*** Savaş öncesi ve sonrası durumu karşılaştırma yapmak mümkün bile değil artık çünkü herşey değişmiş – değerler sistemi değişmiş, yaşam biçimi değişmiş... Ziyad, “Savaştan önce normal bir toplum vardı, şimdi farklıdır... Şimdi artık toplumumuz bir septik tanka dönüşmüştür” diyor. Ona göre bunun nedeni herkesin artık çok bencil olması. Geçmişte varolan normal değerler unutulmuş. Kuşkulu yöntemlerle küçük bir azınlık zenginleşmiş, geriye kalan herkes yoksul kalmış ve bu da bu duyguyu güçlendiren bir şey...
*** “Mülkiyet insanları değiştirdi. Günümüzde artık kişisel çıkarlardır esas olan. Kime göre ne uygunsa yani... Benim savaştan önce bir Mersedes arabam vardı... O günlerde bir bisikleti bile olmayan insanlar tanırım ancak şimdilerde Banya Luka’nın yarısının sahibidirler, bizim ise hiçbirşeyimiz yoktur. Sorunun kökeni budur. Aynı şey Saraybosna’da ve başka yerlerde de geçerlidir” diyor Ziyad.
*** Günümüz Banya Lukasında demografik görünümün savaştan sonra tümüyle değiştiği bir yerde, onlarınki gibi bir aileye önyargıyla bakan bir toplumda Olga ve Ziyad, karşı karşıya kaldıkları tüm zorluklara karşın, herşeyi birlikte göğüslüyorlar... Torunları için oyuncak yapıyorlar, araba tamir ediyorlar veya kızlarını yetiştirmişler sevgiyle, karşılıklı saygı ve anlayışla – son 40 yıllarını bu şekilde geçirmişler... Ve bu da hayatlarını neşeyle doldurmuş...
https://balkandiskurs.com/en/2021/01/11/olga-and-zijad/
(BALKAN DISKURS’tan Armin Haliloviç’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
“Amcam Sarışın Ahmet, son zamanlarında kendini soruşturmaya başlamıştı...”
Ulus Irkad
Eski Lefkoşalı babayiğitlerden, eski TMT militanı, evet belki çoğumuza göre şimdilerde eleştirilen bir dönemin adamıydı amcam. Ama onunla son zamanlarında çok sohbet etme imkanı bulmuştum. O süreçte, o şartlarda o vizyon ve kafa yapısıyla dediğim gibi şimdilerde de eleştirilebilecek bir süreçten geçmişti. Bize karşı olan birlikte yüzyıllardır yaşadığımız Kıbrıslırum toplumundaki milliyetçilik akımı da, çatışmacı bir özellikle tepkisel Kıbrıslıtürk milliyetçiliğini doğurmuştu. EOKA da TMT'yi doğurdu dış soğuk savaş şartlarında, bu milliyetçilikler ve örgütler de çarpışmıştı. Elbette eleştirilmelidir ve elbette eleştiri de dinamizmdir çünkü bize aynı yanlışları yapmamayı nasihatler veya öğütler. Amcam, o şartlar ve süreçte o şekilde hareket etti. Karanlık ve de zor yıllardı onlar. Amcam son zamanlarında kendini soruşturmaya başlamış ve sessizleşmişti. Bana devamlı benim görüşümün haklı olduğunu tekrarladı her karşılaştığımızda... "Benim yeğenlerim hangi saftaysa benim şimdiki safım da odur" demek de istedi, söyledi de... Çok müthiş bir soruşturmadaydı. Kalbi sızlıyordu. Vicdanı onu bırakmıyordu... Bıraksalar veya o soruşturmadan kendini kurtarıp özgürce haykırsa "Eğer yaşamım boyunca birilerine acı vermişsem özür diliyorum, beni affetsinler" diyecekti.
Onun çok hasta olduğunu birgün küçük amcam Ata Yılmaz Irkad bana bildirdi. Hemen Lefkoşa Hastahanesi'ne gittim. Komadaydı ve girdiğim odada o kadar zayıflamış ve acı içindeydi ki o zayıf vücudu tanıyamamıştım. Sonra ertesi gün öldüğünü duyunca cenazesine katıldım. O öldükten sonra kızı ve gelini de aynı ay içerisinde birbiri peşi sıra öldüler... Evet. amcam bir TMT'liydi. Yanlış da yapmıştı belki... Ama o soruşturmadan kurtulsa "Eğer acı çektirdiklerim varsa beni affetsinler" diyecekti o sessizliğiyle. Amcam kendi kendisini soruşturdu son zamanlarında. Amcamın temiz bir yüreği vardı. O yüzden vicdanı devamlı onu rahatsız etti ve o olgunluğuyla kaçınılmaz soruşturmasını tamamlamak istedi kendince. Mertti... Yiğitti... O soruşturmanın ve vicdan muhasebesinin sessizliğinde ve de edinebilmişse sessizleşmesinin felsefesinde bizi terketti. Okuyan insanları, yiğit insanları seviyordu. Rahmetli abisi babamı sevdiği gibi...Temiz yüreği ve mertliğinin mirasını bırakarak gitti üç yıl önce. Aydınlıklar içinde kalsın. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum...
ONUN VİCDANLI BİR İNSAN OLDUĞUNA DAİR BAZI ANILAR...
Bazı arkadaşların amcamı pek de iyi tanımadıklarının izlenimini ederek (Pek tabi ki eleştiri demokratiktir ve herkesin bir fikri de olabilir bunlara saygı duyuyorum) onun hakkında bazı görüşlerini okumuştum. Ama benim de şahit olduğum onun üstün ve erdemli, hatta etik değerlerini de buraya aktarmam gerekir diye düşünerek buraya onun hakkında bazı anılarını da almam gerektiğini ve onun hakkında daha da haklı değerlendirmeler yapılmasına karar verdim.
Birinci aktaracağım olay 1967 yılında geçiyor. On yaşındaydım. Alpay abinin (Delikurt) vurulması olayı ve de Lefkoşa'daki bazı olaylardan dolayı babam beni de yanına alarak bir öğretmen arkadaşının arabasıyla Baf'tan Lefkoşa'ya birlikte gidiyoruz. Lefkoşa'da dedem Mustafa Hısım’ın (Kaleburunlu Çağlayan Mustafa veya Mustafa Irkad) kahvehanesi duracağımız nokta... Kahvehanenin arkasında ikamet ediyor dedem ve nenem... Alpay abi vurulmuş.
Nenem amcamın dışarda görünmemesi için evde saklı kalmasını öğütlemiş, ortalık çok gergin. Alpay abinin arkadaşlarının da cezalandırılması tehditleri ve korkusu da var...
Amcam üzüntü içinde. Oraya vardığımızda amcam olayı babama anlatıyor. Boğaz'a sığınan Alpay abiyi arkadaşları vermek istemiyor. Lefkoşa ve Boğaz birlikleri adeta bir iç savaş eşiğine gelmişler. Sonra araya giren güvenli bir TMT'li Mücahit tüm sorumluluğu üstüne alıyor ve Alpay abiye birşey olmayacağına söz veriyor, Boğaz Mücahitleri’nden Alpay abiyi alıyor ama Alpay abi merkeze gittikten sonra maalesef vuruluyor. Bir ovaya gömülüyor. Cesedi daha sonra bulunup Lefkoşa mezarlığına gömülüyor.
O günlerde 1966 yılında halamın mezarına gidiyoruz ve Alpay abinin genç hanımı da mezara gelip Alpay abinin mezarında yaş döküyor. Hayatım boyunca bu olayı unutamıyorum (Alpay abiye de, kısa bir süre önce ölen hanımına da rahmet diliyorum.)
Bu olaydan sonra devam eden bazı tatsız olaylardan sonra Amcam Mücahitlik görevinden de ayrılıp (Bildiğim kadarıyla takım komutanıydı) Lefkoşa Belediyesi Zabıta memurluğuna atanıyor.
Amcamın (Rahmetli Ahmet Irkad) babama (Rahmetli Hüseyin Irkad) anlattığı, rahmetli babamın da bize anlattığı bir başka olayı rahmetli babamdan aktararak sizlere yazıyorum: Amcam hakkında anlatacağım ikinci olay ise 1990'lı yılların sonları veya 2000'li yılların başlarına ait.
Bir emirle amcam gibi eski mücahitler bir resmi yere davet edilip orada bir örgütün muhalif güçlere karşı kurulacağı konuşmasını dinlemişler ve geçmişteki gibi bu defa da muhalefetin cezalandırılacağı şeklinde bir izlenim edinmişler.
Bunun üzerine amcam ve bazı eski mücahitler ayağa kalkarak "Kurtuluş Savaşı"nın 1974 öncesi verildiğini, artık bir örgütün kurulmasına sebep olmadığını, eğer böyle bir savaş veya mücadele başlarsa bunun oğlularına veya yeğenlerine karşı olumsuz olaylara sebep olacağını söyleyerek oradan ayrılmışlar. Amcam Volkan'ın kurucularından ve de TMT'nin önemli kişilerindendi, Dr. Fazil Küçük'ün de en güvendiği kişilerdendi. Amcam hayatı boyunca filanca işler yaptım, filancayı bilmem ne yaptım diye övünmedi. Evet, o inandığı bir kutsal mücadele için hareket etti, hiç konuşmadı, böbürlenmeye gelecek hareket veya acayip konuşmalar da yapmadı. Vicdan sahibi, toplumunu seven, kalleşlik nedir bilmeyen mert bir insandı. Bu olayların da değerlendirme yapan veya yapacak olan kişlilerin dikkatinde olmasını istirham ediyorum. Saygılarımla...
Yeğeni Ulus Irkad”