Önümde koşan mahkum…
Yenidüzen’in binası Merkezi Cezaevi yanlarında… Gazeteye doğru gidiyorum arabayla… Cezaevi’nin önünden geçiyorum… Birden önüme Cezaevi’nin ziyaretçi giriş yerinden biri atlıyor… Koşuyor ama çok da panik hali yok! Gündüz, sabah saatleri… Çok da olası değil belki ama yine de kafamın bir köşesinde “acaba bu bir kaçan mahkum olabilir mi?” diye de bir soru… Siyah kazaklı, alttan gri eşofmanıyla gençten biri koşuyor… Arabayı fark edince koşarken geriye dönüp bakıyor, ben de ona bakıyorum… Koşmaya devam ediyor… Cezaevi’nden taraf çıkmış olsa da o saatlerde pek olası değil ya! koşmaya çıkmış biri veya o bölgede çalışan ama acelesi olan bir işçi işyerine yetişmeye çalışıyor gibi düşünceler de diğer taraftan… En fazla 5-10 saniyelik bir zaman dilimi… Ben gazete binasına doğru dönüyorum, o koşan adam da bir üst yoldan koşmaya devam ediyor doğuya doğru… Herhalde, çünkü arkamdan dönse arabamı park ettiğim yerde yine rastlamış olacaktım ona… Binaya girdim, biraz sonra haber merkezimize düşen bir haber… “Saat 10 sıralarında cezaevinden bir mahkum kaçtı.” Pek de olası olmadığını düşündüğüm şey gerçek oldu.
***
Halil Karapaşaoğlu vicdani retçi olarak cezaevinde bulunduğu 3 gündeki tespitlerini çıktıktan sonra Yenidüzen’e anlatınca ortaya attığı bazı iddialar, kurulan Cezaevi Danışma Kurulu’nca araştırıldı ve çoğu iddianın doğru olmadığı Kurul raporuna yansıdı.
Ancak Karapaşaoğlu’nun iddiaları başkaları tarafından da halen devam ediyor. Örneğin Kurul raporunda “cinsel ilişki, baskı, şiddet ve tacizin” olmadığı belirtilirken ne yazık ki bunların yaşandığı şeklinde söylemler var ve devam ediyor.
Kırık cam ya da pencere olmadığı da raporda yer alıyor ama iddianın üzerinden geçen günlerde Kurul Cezaevi’ne gidene kadar bu kırıkların yapılması tabii ki söz konusu olabilir.
***
Spekülasyon yaratmak değil derdim ama Cezaevi’nin yetersiz, eksik, güvencesiz olduğu son olayda önümde koşturan kaçak mahkumda da görülebiliyor…
Gündüz saatlerinde Cezaevi’nin duvarından atlayıp, bir duvar boyunca Cezaevi’nin yanından, ziyaretçi kapısının önünden spora çıkmış biri gibi koşabilen ve kaçabilen mahkumun kişiliğinde Cezaevi koşullarının ne kadar yetersiz olduğu görülebiliyor.
Öte yandan “yeni bir Cezaevi yapılıyor diye sevinmemiz lazım” yanılgısından da uzaklaşmak gerekir… Yeni cezaevlerinin yapılmasıyla değil, suç oranlarının azaltılmış olmasıyla övünmeliyiz.
Kurulan kurumlar, yeni cezaevinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili rapor değil, düşen suç oranlarının hangi planlamayla düşebileceğini ve düştüğünü raporlamalı…
***
Sonuç olarak ortadaki bazı iddiaları yalanlamak, sıfırlamak için değil, bu iddiaların ne kadarının gerçek olduğu, yanlışların nasıl düzeltileceği ve ortadan kaldırılacağıyla ilgili çalışmaların yapılmasında yarar var.
Hızlı hava değişimleri…
“Yine yağmur yağdı, yine memleket sular altında kaldı. Yağmurun yağmasına sevinemiyoruz. Lefkoşa sular altında yine… Çünkü altyapı yok, dereler kapalı… Girne’de dağdan akan sular önüne ne çıkarsa alıp götürüyor. Çünkü orada da suyun yolunda betonlar var. Bir yere gidemiyoruz, yağmur yağarsa telefonlar çalışıyor hemen… “Hangi yol kapalı, nereden gidelim, acaba gittiğimiz yerde kapalı mı kaldık, eve dönebilecek miyiz, yollar açılır mı, yatıp kalalım mı, evimizi su basar mı” gibi ilkel bir ülkenin vatandaşları durumuna düşüyoruz. Hele de bizim gibi suya muhtaç toprakların insanları, ne zaman yağmurun yağdığına sevinir hale gelecek acaba?” diye sormuşum yaklaşık 6 yıl önce… Birincisi 6 yıl önceden bu yana değişen bir şey yok. Yine yağmur yağdığında her yeri seller basıyor, artık dağda bile sel can alıyor ne yazık ki!... İkincisi de 6 yıl önce yağmur yağınca sevinmeyi dilerken artık buna sevinemez olduk. Çünkü 6 yılda, belki de geçen yıldan bu yana iklim değişikliği öyle bir ilerledi ki yağmur yağdığında bırakın sevinmeyi, hazırlıksız yakalanan çaresizler ve de hatalarını örtemeyen suçlular gibi üzüntüden ve de umarım utanç duygusundan kahroluyoruz… Bir de dikkat! Henüz altı yıl önce sosyal medya yerine telefon yazmışım!
Hayaller ve istekler…
2000 yılı gelirken 1999’un yılbaşı gecesi dünyanın ne kadar heyecanlı olduğunu hatırlıyor musunuz? Tabii ki yaşı uygun olanlar… Daha doğmamış veya henüz 3-5 yaşlarında olanlar hatırlamazlar belki ama artık 2019 yılını yaşıyoruz… O günden bu yana 19 yıl daha geçmiş, 1963’ün üzerinden 56, 1974’ün üzerinden de 45 yıl… Daha yapamadıysanız yapmak istediklerinizi, gerçekleştiremediyseniz hayallerinizi veya kuramadıysanız henüz bir an önce yapın onları… Hayaller ve istekler… Geç olmadan.
Kendi kendimize yetebilsek!..
Selma Eylem şöyle dediydi, Başbakan reddettiydi, neden öyle yaptıydı, doğruydu, yanlıştı derken bir gün sonra Türkiye’de yeni protokol görüşmeleri… Ne yazık ki ülkemiz gerçekleri… “Şusunu istemeyiz, busunu istemeyiz” deriz ama gidip imzaları da atarız. “İstemeyiz” diyenler de atılan imzalardan mutludurlar aslında… Keşke olmasa, keşke yetebilsek kendi kendimize ama artık kendi kendimize değiliz ki! Ne zamana kadar da bu halde oluruz o da belli değil.
Ne kadar çok kişi benimle aynı fikirdeyse, o kadar çok yanıldığımı düşünürüm.
Oscar Wilde