‘ÖNÜMÜZDE YENİ BİR PENCERE VAR’
YENİDÜZEN’e konuşan Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, uluslar arası konferansta BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs için yeni bir pencere açtığına işaret etti
YENİDÜZEN’e konuşan Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, uluslar arası konferansta BM Genel Sekreteri’nin (Antonio Guterres’in) Kıbrıs için yeni bir pencere açtığına işaret etti, “Değerlendirme süreci bizim açımızdan bitmedi. Değerlendirme tamamlanıp, nihai olarak nereye doğru, nasıl yürüneceği konusunda Sayın Genel Sekreter ile bir görüş teatisi olacaktır” dedi.
Ödül Aşık ÜLKER
Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Rum tarafının “kaldığı yerden devam” söylemini “Kıbrıs’taki statükoyu koruma stratejisi, içinde bulunduğu avantajlı konumu muhafaza etmek için müzakereleri bir nevi araç olarak kullanmaya çalışma” olarak değerlendirdi.
‘Ortaya çıkan durumun sorumlusu Rumlardır’ gibi bir yaklaşımdan ziyade, durumun kendisi, yaratılan ilişkiler ağı bizzat bu statükonun devamına yardımcı oluyor. Kıbrıs Rum toplumunun çözüme olan ihtiyacını göremiyoruz” diyen Özersay, “İhtiyacımız olan, bir an önce karşılıklı güvenin sağlanması ve Rumların da yönetimi ve zenginliği paylaşmaya hazır olacakları çözüme ihtiyaç duyacakları bir atmosferdir. Bunu bizim yalnız başımıza yaratmamız çok zor, aslında burada uluslararası toplumun sorumluluğu vardır. Uluslararası toplum adım atmak durumundadır” diye konuştu.
“Bu adanın geleceğinde her ne olacaksa olsun, bunun iki tarafın bir nevi birbirini ikna etmesiyle ve ortak rızanın belirlenmesiyle olacağını düşünüyoruz” diyen Özersay, Kıbrıs Türk tarafı için değerlendirme sürecinin bitmediğini kaydetti.
“Değerlendirme süreci bizim açımızdan bitmedi. Değerlendirme tamamlanıp, nihai olarak nereye doğru, nasıl yürüneceği konusunda Sayın Genel Sekreter ile bir görüş teatisi olacaktır. Kendisi mutlaka taraflara bir aşamada, belki yazın ortasında veya sonunda, belki Eylül ayında yapılacak olan BM Genel Kurulu toplantısında taraflara soracaktır”
“Değerlendirme süreci bizim açımızdan bitmedi”
- Soru: Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde adaya ziyarette bulundu. Bu görüşmeyle ilgili basında bazı iddialar yer aldı. Konfederasyonun, iki devletli çözümün gündeme geldiği yazıldı. Görüşmeden sonra hiçbir açıklama yapılmaması da dikkat çekti. Kıbrıs Türk tarafının duruşu nedir?
- Özersay: Basına yansıyan ya da yansıtılan şeylerin bütünen doğru olmadığını söylemek durumundayım. Etik açıdan, gazetecilik mesleğine olan saygım baki kalmak üzere, tabi ki gazeteciler bir takım donelere ulaşmaya çalışırlar. Buna saygı duyuyorum ancak toplantıya katılan kişilerin toplantının gizliliği söz konusu olduğunda ona saygı göstermesi gerektiğine inanıyorum. Onun için toplantıyla ilgili bir şey söylemek istemem.
Bu toplantı olması gereken bir toplantıydı. Çünkü biz her zaman için, bu kadar önemli eşiklerde, geleceğe dönük stratejik bir adım atarken, stratejimizi belirlerken, yol haritamızı belirlerken Türkiye ile istişare halinde olduk. Bundan da daha doğal birşey olamaz. İçeride yapılan şey, bir fikir egzersiziydi. Kuşkusuz dışarıya da yansıyan, dilimize de yansıyan birşey vardı, biz artık bugüne kadar yaşandığı gibi süreçlerin yaşanmasını istemiyoruz, buna müsaade etmeme kararlılığındayız. Müzakereler 1968’de başladı, müzakerelerin 50’nci yılındayız. Toplantıda bu konuda tam bir görüş birliği vardı. BM Genel Sekreteri’nin açmış olduğu değerlendirme döneminde karar verilirken, ülke içerisindeki farklı aktörlerle Sayın Cumhurbaşkanı istişare ederken, aynı zamanda TC ile de istişare edip buna şekil verme yönünde bir anlayış birliği var. Bu da doğaldır. Üçüncüsü de bu adanın geleceğinde her ne olacaksa olsun, bunun iki tarafın bir nevi birbirini ikna etmesiyle ve ortak rızanın belirlenmesiyle olacağını düşünüyoruz. Siyasi görüşleri bir kenara bırakalım, Kıbrıs Türkü’nün bir medeniyet çizgisi vardır. O medeniyet çizgisinin dışında bir dış politika yaklaşımı olmaz zaten. O yüzden bu ana eksen ve temel prensipler bağlamında herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, bir görüş birlikteliği de vardır. Bunun dışındaki unsurlarla ilgili olarak da zaten bir çalışma toplantısının, istişare sürecinin başlangıcıdır. Bir takım fikirler, düşünceler konuşuluyor, değerlendirme süreci bizim açımızdan bitmedi. Değerlendirme tamamlanıp, nihai olarak nereye doğru, nasıl yürüneceği konusunda Sayın Genel Sekreter ile bir görüş teatisi olacaktır. Kendisi mutlaka taraflara bir aşamada, belki yazın ortasında veya sonunda, belki Eylül ayında yapılacak olan BM Genel Kurulu toplantısında “50 sene denediniz, ben de yardımcı olmaya çalıştım, kaçıncı zirve toplantısı oldu, ben masaya taslak da koydum, olur da dediniz ama gördüm ki bir sonuç alamadık, süreç başarısız oldu ve ben bunu ilan ettim, konferansı kapattım. Ne düşünüyorsunuz, bundan sonra Kıbrıslı liderler olarak ne yapacaksınız” diye soracak. Kendisi sormazsa birini gönderip sorduracaktır ve bunu BM Güvenlik Konseyi’ne rapor edecektir.
“Kıbrıs Rum tarafını suçlamıyorum”
Bu günden sonra mesele, “şu kağıt, bu kağıt”, “şu 5 madde”, “Guterres çerçevesi” meselesi değil, daha derinde bir yerde, “bundan sonra nereye gideceksiniz, aynı şeyi tekrar mı edeceksiniz?” sorusudur. Aslında Kıbrıs Rum tarafı buna yanıt verdi, pozisyonu o anlamda nettir. Bunu nasıl okumamız gerektiği subjektif bir tartışmadır. Verdiği yanıt nedir, İsviçre bitti, BM Genel Sekreteri’ne bir mektup gönderip, “ben kaldığı yerden devam etmeye hazırım” dedi. Bizim açımızdan, kaldığı yerden devam benzer bir süreci devam ettirmek, yeniden başlatmak, benzer veya aynı süreci sürdürmek, her neyse, bizim açımızdan kısır döngüden başka birşey değildir, birşey üretmeyecektir. 50 yıllık egzersizin tekrarından başka bir anlam ifade etmeyecektir. Kıbrıs Rum tarafının “ben kaldığı yerden devama hazırım” söylemini Kıbrıs’taki statükoyu koruma stratejisi, içinde bulunduğu avantajlı konumu muhafaza etmek için müzakereleri bir nevi araç olarak kullanmaya çalışması olarak okuyoruz.Bunun için şahsen ben Kıbrıs Rum tarafını suçlamıyorum. Bu bir olgudur. Suçlamak kötülemek için söylemiyor olmamın bir sebebi var, çünkü empati yapıyorum. Kendimi Kıbrıs Rum siyasi elitinin yerine koyduğum zaman, eğer KKTC olarak biz bu adanın tamamını temsil eden bir hükümet olarak kabul edilmiş olsaydık, AB üyesi olsaydık ve Güney’de de AB hukuku askıda olmuş olsaydı ve Yunanistan AB dışında, Türkiye AB içinde olsaydı ve doğalgaz esasen kuzeyde bulunmuş olsaydı ve uluslararası toplum “sen dilediğin gibi bunu çıkar, Rumlarla da paylaşmana gerek yoktur, çözümden sonra da bakarsınız” diyor olsaydı, biz de yönetimi ve zenginliği Kıbrıs Rum toplumuyla ve siyasi liderliğiyle paylaşmaya sıcak yaklaşmayabilirdik. Bunu görmek lazım. “Ortaya çıkan durumun sorumlusu Rumlardır” gibi bir yaklaşımdan ziyade, durumun kendisi, yaratılan ilişkiler ağı bizzat bu statükonun devamına yardımcı oluyor. Kıbrıs Rum toplumunun çözüme olan ihtiyacını göremiyoruz. Bu ihtiyaç olmadığı sürece o üç temel unsuru, AB üyeliğini, doğal zenginlikleri ve hükümet olma meselesini çözüm olmadan da yapabiliyor olması, çözüme olan ihtiyacını ciddi anlamda ortadan kaldırıyor. Bu tespitleri yapabilmemiz ve BM ile paylaşabilmemiz lazım.
“İhtiyacımız olan, bir an önce karşılıklı güvenin sağlanması ve Rumların da yönetimi ve zenginliği paylaşmaya hazır olacakları çözüme ihtiyaç duyacakları bir atmosferdir. Uluslararası toplum adım atmak durumundadır”
“İhtiyaç olan, Rumların çözüme ihtiyaç duyacakları bir atmosfer”
Bugüne gelecek olursak, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve bizlerin sürekli tekrar ettiğimiz bir husus var, “Kıbrıs’ta bir zihniyet değişimine ihtiyaç vardır” diye bir söylem var. Bunun olabilmesi için, belirttiğim koşullarda değişikliğe ihtiyaç vardır. Yönetim ve zenginliğin paylaşılmasıyla ilgili bir zihniyet değişikliği olmadığı sürece bulacağımız çözüm her ne olursa olsun, ne şekilde bir ortaklık olursa olsun, federal veya başka türlü bir ortaklık olsun, onun yaşayabilirliği riske atılmış olacak. İhtiyacımız olan, bir an önce karşılıklı güvenin sağlanması ve Rumların da yönetimi ve zenginliği paylaşmaya hazır olacakları çözüme ihtiyaç duyacakları bir atmosferdir. Bunu bizim yalnız başımıza yaratmamız çok zor, aslında burada uluslararası toplumun sorumluluğu vardır. Uluslararası toplum adım atmak durumundadır.
“Uluslararası toplum samimiyet testiyle karşı karşıyadır”
- Soru: Bunlar ne tür adımlar olabilir?
- Özersay: Yapılabilir birşeyden bahsediyorum. Eğer 2004 yılında çözüm olmadan Rum tarafını AB’ye almakta hata yaptığınızı söylüyorsanız, bugün benzer nitelikte bir hatayı tekrar etmezsiniz ve “doğalgaz konusunda bir aşamaya geldiniz ama bunun uluslararası piyasalara aktarılıp parasal varlığa dönüştürülmesi aşamasında bazı koşullar koyuyoruz”dersiniz. İtalyan şirketi zaten yarı yarıya devlet şirketi, keza Amerikan şirketlerinin Amerikan dış politikasının dışında heraket ettiğini var saymak mükün değil. Bu eşikte durulup, Rum tarafına “ya oturun Kıbrıs sorununu çözün ya da 50 yıldan sonra çözmek çok zorsa, zaman alacak birşeyse Kıbrıslı Türklerle oturup konuşun, ona göre ilerleyin” denirse, o andan itibaren Kıbrıs Türkü’nün rızasını almak ya da Kıbrıs sorununu çözmek Kıbrıslı Rumlar açısından bir ihtiyaca dönüşür. İçinde bulunduğumuz dönemde buna benzer unsurlara ihtiyaç vardır. O yüzden bize bugüne ilişkin “Kıbrıs Türk tarafı ne yapacak” diye sorulduğunda, mesele müzakerelere devam etmekten çıktı, mesele bu bahsettiğim türden daha siyasal, daha sosyolojik, daha uluslararası politikayla doğrudan ilintili, daha derinlemesine analizler yapmaktır, ihtiyaç budur diye düşünüyoruz.
Uluslararası aktörlerin pek çoğu bize “Kıbrıs’ta iki bölgeli, iki toplumlu federal çözümü destekliyoruz” diye aynı ezberi sürekli tekrarlıyorlar. Uluslararası toplum bir samimiyet testiyle karşı karşıyadır. Eğer gerçekten bir çözümü destekliyorlarsa, az önce söylediğim dengeleri değiştirecek bir adım atmak zorundadırlar. Bunu atmadıkları ama bu söylemi devam ettirdikleri sürece söylediklerinde ne kadar samimi olduklarını bizim sorgulamamız gerekir. Eğer bir yanıtı yoksa, mevcut statüko onlar açısından da belirli bir istikrar sağlıyor mu, onu da görmemiz gerekir.
“Genel Sekreter uluslararası konferansta ‘bu konferans bitti, müzakereye Kıbrıs’ta devam edin’ demedi, başarısızlığı ilan etti, ‘bundan sonra ne yapacağınızı gidin düşünün’ dedi. Aslında bir pencere açtı.
“BM’den beklentimiz, statükonun parçası olmaması”
- Soru: BM şu anda beklemede, BM’den beklentiniz nedir?
- Özersay: BM’den beklentimiz, statükonun parçası olmamasıdır. Çünkü burada donmuş bir uyuşmazlık var. Böyle bir uyuşmazlıkta, BM’nin “müzakere olsun da nasıl isterse olsun” gibi bir yaklaşıma prim vermemesini bekleriz. BM de müzakerenin bir amaç değil, araç olduğunu teslim etmeli. Aslında zaman zaman üstü kapalı söylemlerle bunu yapıyorlar ama bundan sonraki döneme ilişkin Genel Sekreter şu ana kadar önemli bir adım attı. Uluslararası konferansta “bu konferans bitti, müzakereye Kıbrıs’ta devam edin” demedi, başarısızlığı ilan etti, “bundan sonra ne yapacağınızı gidin düşünün” dedi. Aslında bir pencere açtı. Bizim buna benzer bir pencereyi çok verimli biçimde kullanmamız lazım, sadece Kıbrıslı Türkler olarak değil, Kıbrıslı Rumlar da bunu verimli kullanmalı. Bu pencereyi aynı şeylerin devamı bağlamında harcamamak lazım. Oturup samimiyetle konuşmamız lazım.
Şu andan itibaren şahsımın ve partimin görüşünü söyleyeyim, bize göre ihtiyaç aşağıdan yukarıya bir yapıyı artık zaman kaybetmeden şekillendirmektir. Bu yapının nihai hedefinin ne olacağını tartışmaktan yorgun düştük. Günün sonunda ne olacağına odaklanmaktan günü kaybettik. Mesela spesifik bazı konularda, birbirimizin statüsünü, hukukunu tanımadan işbirliği yapmanın yolunu bulmak durumundayız. Aşağıdan yukarıya bu işbirliği, güven ortamı, diyalog bizi zaten bir tür ortaklığa taşıyacak. O ortaklığın adı ne olacak? Nasıl bir ortaklık olacak ? Ben 12 sene bununla uğraştım. “Yukarıdan aşağıya, olduğu gibi tasarlayıp, getirip giydireceğiz” gibi birşeyle uğraştık, bunu 50 sene denedik, olmuyor. Aşağıdan yukarıya, belli bazı konuları belirleyip işbirliği yapma yoluna gidersek, bu bizi işbirliğinin yararlarını gördüğümüz oranda işbirliğinin yoğunluğunu artırmaya doğru götürecektir. Bu bizi her durumda bir yere taşıyacak, taşıyacağı nihai hedefin ne olacağına takılmaktansa, bir birimizi paralamaktansa, bu adada, günü daha anlamlı ve daha iyi yaşayacağımız bir durum yaratabiliriz. Başkaları da, bizim sırtımızdan durumdan yararlanma imkanı bulmaz.
Bu işbirliğinin somut örnekleri vardır. 2011 yılında Rum tarafında bir patlama yaşandı, bir elektrik sıkıntısı ortaya çıktı. Bunu hızlı şekilde çözmeye ihtiyaçları vardı. Bu ihtiyaç Kıbrıs Rum toplumunu KKTC’yi tanımaya taşımadı. Ama bu ihtiyaçla, Kıbrıs Türk tarafının gösterdiği esneklik birleşince işbirliği yapıldı. Bu durum, ihtiyaç söz konusu olursa ve iki taraf kazancı görürse, bir takım pozisyonlarda ısrarcı olmazlarsa işbirliği yapılabileceğinin somut göstergesidir. Bu adada birlikte anı yaşamayı başarmanın yolları ve unsurları vardır. Buradan başlamak lazım. Teorik tartışmalarda kendimizi harcamamamız lazım. Bu önemsizdir demiyorum, egemenlik, yetki icrası, ortaklığın ne şekilde olacağı, ortaklığın ertesinde kimin yurtdışında neyi temsil edeceği önemli şeylerdir. Ama nihayetinde teorik birşeydir, bu ortaklık kurulmadığı müddetçe de teorik kalmaya muhtaçtır, ta ki bu gerçek anlamda bir ortaklığa dönüşsün, bir yerden başlamamız gerekir. Uluslararası topluma bunu anlatırsak, onlar da Kıbrıs Rum tarafını bu gibi konularda adım atma konusunda cesaretlendirebilir. Biz şimdiye kadar buna odaklanmadık ki... Ne zaman bunlara yönelsek, müzakereler başlıyor diye herşeyi bıraktık ve müzakelere koşturduk. Hep erteledik, ertelemeyelim. Kendi devlet yapılanmamız içerisinde, devletin vermesi gereken hizmetlerin niteliğini ertelediğimiz gibi, Rumlarla kurmamız gereken ilişkiyi kurma konusunu da erteledik.
YARIN
- Hidrokarbon konusunda paradigma değişikliği nedir?
- “Rum tarafı mahsurlar edebiyatını istismara dönüştürmüştür. Bunu sonlandırmanın yolu...”
- Maronitlerin köylerine dönmesi...
- “Kıbrıs Türk tarafının kendi iradesi ve görünürlüğü olmalı”...
- İzolasyonların sona erdirilmesiyle ilgili Kıbrıs Türklerin verilen sözler...
- AB ile ilişkiler...
- Dörtlü koalisyon nasıl gidiyor?