Onuruyla oynanan Kıbrıslı
Hasan Ekingen: TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a geldikten sonra yaptığı açıklamalar, bir kez daha, nereye gidiyoruz sorusunu düşünmemize yol açtı.
Hasan Ekingen
TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a geldikten sonra yaptığı açıklamalar, bir kez daha, nereye gidiyoruz sorusunu düşünmemize yol açtı. Erdoğan’ın Kıbrıs sorunu çerçevesinde dünyaya verdiği mesajlar kafasının karışık olduğunu gösteriyor. Özellikle de Kıbrıslı Türklere dönük mesajlarında ciddi bir sinir ve kızgınlık hali var. Konuşmasının bir yerinde “Kuzey Kıbrıs’ta kimsenin operasyon yapmasına izin vermeyiz.” dedi; ancak kendisi 20 Temmuz 2011’de Kıbrıs’a adeta ikinci çıkarmayı/operasyonu yaptı. Operasyonun 10 binlerce kişinin katıldığı altı ay önceki mitinglere karşı yapıldığı açıkça belli. Mitingleri bir çeşit operasyon olarak algıladığını düşünüyorum. Belki de kafasında bu mitingleri Rumların teşvik ettiği düşüncesi de vardır.
Ankara, Kıbrıslıtürklere ayrı bir kimlik, kültür, toplum veya halk olarak bakmıyor. Hatta ayrı bir yönetim veya devlet olarak görmüyor. “Recep Tayyip Erdoğan misafirimizdir” sözüne Hüseyin Özgürgün’ün “misafir değil ev sahibidir” cevabını vermesi oldukça komikti. Tabii daha sonra Erdoğan’ın röportajını dinleyince durumun ciddiyetini bir kez daha anladım. Rahatsız olduğumuz veya çözümünü talep ettiğimiz tüm konular basbayağı Türkiye Cumhuriyeti’nin bilinçli ve organize politikasıdır!
1. Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz.
Kıbrıslı Türkler bu adada uzun yıllardır kendi kendini yönetme mücadelesi vermektedirler. Sayın Erdoğan tüm konuşmalarında Kıbrıs işlerinden sorumlu Beşir Atalay’ı ve TC Büyükelçisi Halil İbrahim Akça’yı adres gösterirken, KKTC Hükümeti’ne, Başbakanı’na ve Cumhurbaşkanı’na hemen hemen hiç değinmemiştir. Kuzey Kıbrıs’ın başbakanıymış gibi onu yaptık, bunu yaptık, bu yatırımları yapacağız, bu projeleri yürülüğe koyacağız derken aslında buradaki makamları bir anlamda yok saymıştır. Ana-yavru ilişkisinin devamını istediğini belli etmiş ve sonuçta “bu memleket bizim, biz yöneteceğiz” lafazanlığından vazgeçin demiştir.
2. Toplumun en geniş uzlaşma sağladığı konu: “Nüfus Sorunu”
En sağından en soluna kadar toplumdaki herkesin hemfikir olduğu konu nüfus akışı ve vatandaşlıklar meselesidir. Ancak Tayyip Erdoğan için bu mesele, hiçbir şekilde bir sorun olarak görülmüyor ve tam aksine artmayan nüfusun bir çaresi olarak sunuluyor. Bizler, farklı bir coğrafyada yaşayan Türkiye halkının bir parçası gibi görülüyoruz ve irademizin yok olması Türkiye Cumhuriyeti’ni hiç ırgalamıyor. Gazetecilerle yaptığı bir mülakatta Erdoğan, “size yeni parti gerek” derken yeni nüfusa ve yapıya göre parti olması gerektiğini vurgulamıştır. Hedef, siyasi yapıyı ve meclis aritmetiğini de değişmektir. Açıkça sömürgeleştirmek istiyor! Ama işin acı yanı, ülkede suç oranlarının artması ve huzurumuzun kalmamasıdır. Bunun nedeni kontrolsüz nüfus akışı olmasına rağmen halen daha nüfus aktarımından söz etmektedir. Acaba bu cümleler de planın bir parçası mıdır?
3. Toplumsal kimliğimiz olan ‘Kıbrıslılık’tan rahatsızlık duyuluyor!
Sayın Tayyip Erdoğan, KKTC’ye geldiğinde bir Türk ve İslam devleti görmek istediğini bizlere hissettirdi ve elbette camilerin yapılacağını, bayrakların dikileceğini belirtti. İlahiyat fakültesinin ve imam hatip liselerinin açılacağını ve Kuran kurslarının yapılacağını aktardı. Tüm bunlara bağlı olarak -tıpkı Türkiye’deki gibi- daha muhafazakar, dini bütün ve milli değerlere daha bağlı (kendi kriterlerine göre) bir toplum yaratmak istediğini ortaya koydu. Belli ki ana hedef, Kıbrıslı yanımızı/yönümüzü unutturmak… Kıbrıslı kelimesinden önce Türk ve Müslüman kimliğimizi öne çıkarmamız isteniyor. Şöyle ki, Kıbrıslıtürk yerine Kıbrıs Türkü kullanılırken bu ince ayar güzelce yapılıyor. Bence, Ankara’nın esas tehdit olarak algıladığı nokta, Kıbrıslıtürklerin toplumsal varoluş mücadelesidir. Kendilerini, asimilasyonu bu zamana dek yeterince başaramadıklarından dolayı suçluyorlar. Bunu da, birinci elden, Erdoğan’ın öfkesi ve kızgınlığında görüyoruz.
4. Ekonomik entegrasyon
Sayın Erdoğan, Nuh’un Gemisi’ni açtı ve kumarhanesi olan otellerle övündü! Dahası, dış yatırımların devam edeceğinin müjdesini verdi. Dış yatırımlar derken sadece Türkiye sermayesini kastettiği aşikardır. İşin ilginci, Kıbrıslıtürklerin değil, Kuzey Kıbrıs’ın kalkınmasına vurgu yapmış olmasıdır. KKTC’nin ayrı bir devlet değil, yasal statüsü farklı bir Türk toprağı olduğu düşüncesinden hareketle, tüm sektörlerde el değişikliğine gidip Kıbrıslıtürklerin sesini olabildiğince kısmak, ellerini zayıflatmak ve bağımlılığı artırmak ana amaçtır.
5. Psikolojik baskı ve “Marjinal Kıbrıslılar”
Toplumu psikolojik baskı altında tutmak için her tarafı posterleriyle donattı, gazetelerin arka kapaklarına reklamlar verdi ve televizyonlarda görsellerini yayımladı. Bunlar da yetmedi; suni ve ithal kalabalıklar yarattı. 28 Ocak ve 2 Mart mitinglerinin rövanşını almak istercesine hareket etti. Besleme lafının içinden çıkıp öfkesine yenik düşmesini ve kendini kaybetmesinin hıncını bizden almak istedi. Bu süreçte ne yazık ki devlet terörü de vuku buldu. Polis devletinin acımasız yanını vatandaş gördü ve iliklerine kadar hissetti. Bu memleket bizim biz yöneteceğiz diyenlere açıktan açığa hayır dedi; bu memleket sizin değil, bizim… Aslında, Kıbrıs’ta hızla artan nüfus içerisinde, kendi politikalarına ters düşünenlerin sayıca az olduğunu ima ederek marjinal değilseniz bile olacaksınız demeye getirdi. Bizim dilde en kısa tabirle fasariya çıkarmayın dedi!
Günün sonunda, bilmeliyiz ki Türkiye devleti burayı asimile etmek istiyor. Kıbrıslılığı, önündeki en büyük tehlike olarak görüyor ve bu nedenle kollar sıvandı, amaçlar peşi sıra gerçekleştiriliyor. Paketten, cami yapımına, bayrak dikiminden TC sermayesine kadar her şey planın bir parçası... Hedef, her şeyi ile siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel düzeyde Kıbrıs’ın kuzeyinde dominant olmak. Kıbrıslıtürklerin tüm değerleri tehdit altında… Sendikalardan sivil topluma, siyasi partilerden, ekonomik kurumlara, laiklik anlayışımızdan yaşam şeklimize kadar her şey... KKTC’nin entegrasyonu tamamlandıktan sonra ilhak gerçekleşebilir. Olası bir çözümde ise Kıbrıslıtürkler ile Rumların değil, Türkiye ile Kıbrıslı Rumların fiilen ortaklık kurması amaçlanıyor. Erdoğan, Kıbrıs açıklarından çıkarılacak olan doğal gaz ve petrola göz koydu, ama bize güvenmiyor. En sağcımızdan, en solcumuza, en Türkçümüzden, apolitiğimize hiçbirimize güvenmiyor. Ne yalakalık yapmak, ne de sessiz kalmak onun için bir şey ifade etmiyor.
Kıbrıslıtürkler bir araya gelip, sadece siyasi mücadelede değil, hayatın her alanında kendilerini yeniden üretmezlerse -belki yok olmayabilirler ama- onurları incinmiş, gururları kırılmış, kendilerine saygısı ve özgüveni olmayan, pısırık, kişiliksiz ve azınlık bir toplum olarak hayatlarına devam edeceklerdir. Tüm siyasiler, sivil toplum örgütleri hatta her birey “biz bu durumdan nasıl çıkarız” diye düşünmezse ve birlikte hareket etmesini beceremezse sonumuz Mohiganlardan beter olacak!