Orbay Deliceırmak’la şiire ve barışa dair... “Yeterince çılgın değil kadın şairler!”
Orbay Deliceırmak’la şiire ve barışa dair... “Yeterince çılgın değil kadın şairler!”
Fatoş Avcısoyu Ruso
Büyük Han’da ikinci buluşmamızdı Orbay Deliceırmak’la... Her sabahki dost sohbetine benim için bir kez daha ara verecekti sıcak bir Lefkoşa sabahında. Tam da kahvelerimizin geldiği andı ‘Ses kaydı alabilir miyim?’ dediğim an... Muzip bir gülümseme yerleşti yüzüne. Kendimi bir anda Acar Akalın’ın dükkanında buldum, onun deyimiyle. Milyarder olduğunu söyleyen bir hippiyle karşılaşmış orada. “Yörü be bitli işine, dünyayı dolaştığını söylüyorsun ama bir kameran bile yok senin, nasıl hippisin?” demiş. Aldığım cevap beni uzun uzun düşündürdü, diyor ve ekliyor hippinin cevabını: “Bütün dünyayı gezdim ve gördüğüm bütün güzellikleri özümsedim; oysa kameram olsaydı, onları yaşamayı erteleyecektim!”
“Fazlalıkları her zaman için hayatımızdan çıkarmayı bilmeliyiz, bu şiir için de geçerlidir. Şiir fazlalıkları asla kaldırmaz, hikaye anlatmaz . Şiir biraz felsefedir, biraz isyandır, biraz ibadettir ve ilk dize Allah’tandır.”
Kıbrıslıtürk şiirine en güzel ikilikleri kazandıran şair Orbay’dır, diyen Gürgenç Korkmazel’i getiriyor bu cümleler aklıma...
“Gürgenç çok başarılı bir şairdir ama onda da fazlalıklar görüyorum zaman zaman, belki de en güçlü dizelerinin farkında değildir Gürgenç. Stavrokonno’yu anlattığı şiiri ne muhteşemdir öyle: mezarlık boş, ölüler dahi kalkıp/göçenlerin peşinden gitmiş sanki/ yazıtlarıyla...”
Araya serpiştirdiği dizeler yalnızca beni değil, Büyük Han’ı da heyecanlandırıyor. ‘Senem Gökel’in kuyulara atılan kayıpları anlattığı Adadaki Kuyular şiirini okuduktan sonra kuyudan bir daha su içemediğini söylüyor.
Hızlanan kalp atışlarını duyuyorum yine Han’ın, Orbay Deliceırmak anlatıyor :
“bir bardak su için mutfağa varmak/ ve huzur dolu yudumlamak onu/ o kuyulardan / kovalarla çıkmadıkları konusunda kuşku duymadan/ sahipsiz varsayılan bedenlerin/ hikâyeleriyle atıldığı kuyulardan... Bunlar çok çarpıcı dizeler. Senem ufku çok geniş bir şair ama henüz hünerini tam olarak gösteremiyor; sanırım bu durum kadın olmasıyla bağlantılı. Yeterince çılgın değil kadın şairler! Kadınların özgürlüğe olan düşkünlüğünü ve bunun ne kadar farkında olduklarını düşünürüm zaman zaman. Ataerkil bir toplumda yaşıyor olmanın uzantıları bunlar.”
“kestim siyah saçlarımı/ çünkü bir başkaldırma / ancak saçlarından tutulur... Gülten Akın’ın bu dizeleri nasıl da gösteriyor kadının gücünü. Özgür olmayan yalnızca kadınlar mı peki?” Yine kendisi cevaplıyor sorusunu: “Hayır, ben de özgür değilim mesela! Benim de üzerimde baskı var. Bu memlekette soyadı kıyımı var; bir yanlış yaparsın, yedi sülalen cezasını çeker!”
Kültür birliği, bir olmayı gerektirir!
Toplum sözcüğü sohbetimizin boyutunu ‘kültür’e taşıyor.
“Uzaklaşmayız şiirden, merak etme; bunlar hep şiirin ekseninde olan konular” diyor...
Ve devam ediyor Orbay Deliceırmak:
“Kültür birliğini bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Salt davranış benzerliği, kültür benzerliği demek değildir. Kültür birliği, bir olmayı gerektirir! Ben de özgür Kıbrıs’ı düşleyenlerdenim. Özgür bir Kıbrıs sadece düşlemekle olmaz ya da aynı fikirlerin buluşmasıyla. Şiirin farklı tanımlarının olması gibi kültürün de farklı tanımları vardır. Önce bu netleştirilmeli, sonra kültür birliğinden söz edilmeli. Kaderde, tasada birliği de içermeli kültür. Bir kültür birliğimiz tabii ki vardır Rumlarla ama biz -iki toplum da- bu birliğe zarar verdik. Bunu aşabilsek muhteşem bir tablo çizebilirdik! İki toplum da ‘Derisi yüzülmüş kertenkele, derisi yüzülmüş kertenkelenin peşinden koşar.’ atasözünü yaşıyor ki bu aslında bir Rum atasözüdür. Bizler bizi ezenle uğraşacağımıza bizim gibi ezilenle uğraşıyoruz! Bu da sınıf bilincinin olmadığının bir göstergesi! Barış için illa ki bir toplumun yok olmasını mı beklemek lazım? Ekonomik ve sınıfsal farklılıklar toplumun yapısını bozar. Geçmişte daha dengeli bir toplumduk. 1960’larda bozulmanın başladığını hissetmiştim ben, 12 yaşındaki bir çocuğun kurduğu cümleyi hiç unutmam : ‘Büyüyünce bir şirket kuracağım.’ Bu bir çocuk hayali olamazdı. Bozulmanın işaretlerinden biriydi bu!
Şiirle bağlantılı hepsi, biliyor musun? Ekonomik denge şiirin vitaminidir; Yunus’un dini şiirin vitaminidir, Tayyip’in dini değil! Bir dönem insanları korkutmuştu ama iyi ki şu Gezi gençliği var, iyi ki!
Şimdi şiirin esamesi okunmuyor, biraz da ondan uzak duruyorum bu dünyadan. Toplumda denge olmayınca şiir n’apacak? Şiir isyandır, isyan yok ki toplumda!”
Bu cümleyle şiirin amacına ters düşmüyor musunuz, diyorum.
Susuyor ama bakışlarından ne demek istediğini anlıyorum!
• “ Ölümlü şiirin farkındayım. Bir zamanlar ‘Ölümsüz Şiirler Antolojisi’ hazırlamayı tasarlıyordum. Şairleri yokladım, Orhan Veli’yi, Nazım’ı, kendimi... O kadar azdı ki geriye kalan!.. Ölümsüz şiirin peşindeyim ben; sürekli değiştiriyorum şiirlerimi, yırtıp atıyorum ya da... Kötü şiirini yırtıp atmaktan korkmamalı bir şair!”
“asfaltı delen tohum/ seni görmeseydim/ intihar edecektim... Bu şiirimi okuyan iki üniversiteli genç, üniversiteyi bırakmaktan vazgeçmiş. Bunu öğrenmek bir sevinçti benim için ama ben bu şiirimi de değiştirdim, anlamsızlaştırdım daha doğrusu!”
• “bir mezar/ bir daha mezar/ bir daha mezar/ yetmezmiş gibi/ mezarcı bir daha kazar... Bu şiirimi de değiştirdim: bir mezar / bir daha mezar/ bir daha mezar/ İskele’ye de var Tuzla’ya da var...”
Şimdi sen de anlamayacaksın bu şiiri, diyor. İlk halini daha çok sevdiğimi söyleyince ekliyor:
“İskele’ye sefer yapan şirketin çığırtkanının ‘İskele’ye de var, Tuzla’ya da var’ sesini koymalıydım mutlaka şiirime; anlaşılmayacaktım belki, doğrudur ama şairin anlaşılmak kaygısından da kurtulması gerekir!”
Söz dönüp dolaşıp Süleyman Uluçamgil’e geliyor sık sık... Deniz Gezmiş’le ipe gidecek bir adamdı Uluçamgil, diyor. Uzanıp elini tutsam sanki ona da dokunacakmış gibi hissediyorum kendimi... Coşkuyla , özlemle anlatıyor eski dostunu; ben iyiden iyiye öfkeleniyorum. Şu savaş diyorum içimden, şu savaş!..
• “Aşkı da antiemperyalizmi de aynı güçlü tutkuyla yaşardı Uluçamgil. Ayrıca bir şairi kendi dönemi içerisinde değerlendirmek gerekir. Rum düşmanı değildi kesinlikle, Rum düşmanı olsaydı sevgilisi Maria’ya o şiiri yazar mıydı: anadan doğma bir çırılçıplaklık var/ bu işin içinde/ sen on altı yaşında kadın/ ben on sekiz yaşında erkek/ senin saçların yatakta darmadağınık/ benim gözlerim unuğra sarhoş püskül/ zivanadan çıkarık... Sevişmenin kutsal boyutundadır Uluçamgil; sarılmak ister, tatmin olmak değil! Benim için de aşk aynı boyuttadır: sevişen çekirge söyle/ uçmak mı güzel/ sevişmek mi...”
Gerçi bu şiiri de değiştirdim diyor Deliceırmak, gülüyoruz yine: Ben, şair ve Han...
Hemen açıklıyor ardından: “Şiirsel bir böcek değil ki çekirge!”
Elinde kitap, şiir okuduğunu düşlüyorum o vakit bir çekirgenin, neden olmasın ki?
********************************
“İnsan kaybedince anlar neyi kaybettiğini”
Hüzün karışmaya devam ediyor sohbetimize...
• “İnsan kaybedince anlar neyi kaybettiğini: karımı daha çok severdim/ nişanlımken... Bu şiirim de karım ölünce değişti: karımı daha çok severim / öldükten sonra... Yitirilmişliğin acısından başka bir şey değil aslında bu! Yaşadıkça büyür, olgunlaşır bir evlilik. Son 10 yılımız muhteşemdi karımla... Üstelik bir şairle birlikte olmak çok zordur. Yazmaya başladığımda, çekinerek kapıyı aralar ‘Çay ister misin?’ diyecek olurdu, elimle ‘Aman, git git!’ derdim. Şimdi düşünüyorum da olacak iş miydi bu? Bence kitaplarını eşlerine ithaf etmeli tüm şairler!”
Eşim geliyor o an aklıma, susuyorum; o da susuyor... Ne çok şey konuşuyoruz oysa...
Ölüm sözcüğünü alıp elimize, Lefke’ye uzanıyoruz.
• “Şairler sezgileri güçlü insanlardır. Uluçamgil bir şiirinde şöyle der: bul bana,getir bana sevgilim/ Lefke portakalı/ tırnaklarının arasında ...Lefke’yle hiç alakası olmayan bir adamdı, şu anda orada yatıyor. Sezgiden başka nedir ki bu?”
Şiirindeki dileğini yerine getirdiğini anlatıyor Deliceırmak, şimdi bizim bedenlerimizde nefes almaya devam ettiğini hesaba katmıyor mu acaba?
• “ Samimiyet de çok önemli bir özelliktir, Uluçamgil’in şiirinde... su getireceğim kara sevdalarımızdan/ içer misin/ içiver... Bu dizeler nasıl bestelenmedi hala daha , hiç anlamıyorum...”
• “Bir de biz hem ustaydık hem çıraktık; ustamız yoktu ama olsaydı ‘ özgürleşemezdik’. Ben o yüzden yazdım ‘Miras’ şiirimi: bize dedemden/ ne dil kaldı, ne masal/ ne kuş, ne uçurgan/ ne sevgi, ne barış/ ne bir hüner, ne bir iş/ kala kala otuz dönüm mal kaldı/ bir duvar kurdular orta yere/ o da ardında kaldı... Benim en istismar edilen şiirimdir bu! Birlik gazetesi vatan haini ilan etti beni bu şiirle; duvarlar kalksın da malıma gideyim istermişim. Rumların da çevirisini yaptığı şiirlerimden biridir bu. Oysa bana ne dünya malından, tarladan, bahçeden diyorum bu şiirimde; gerçek değerler sevgi, kültür, barıştır diyorum, başka bir şey değil! Ama şu da bir gerçektir ki şiir sadece şairin değil aynı zamanda okuyanındır da!
Gerçek şiire de konuşarak, tartışarak varılabilir; barışa da! Bizler Kıbrıslılık maskesi altında çözümsüzlüğü yaşıyoruz. İki toplumun da hem kendilerini hem de birbirlerini hayata bağlayan kahramanlıkları var; bunları konuşmalıyız, kayıplar yerine...”
• “Birbirimizi olduğumuz gibi kabul edip, sevebildiğimiz ve birbirimize saygı duyabildiğimiz zaman başlayacaktır ‘BARIŞ’!”
Şiir ve özgür Kıbrıs dışında, şimdilerde fidan dikiyorum şiir yazmak yerine dediği bahçesini de konuştuk şairle...
Ağaçlar da deniz kabukları gibi yeryüzünün tınılarını yayan şiirler oysa... Bir sonraki buluşmamızda ‘çekmecedeki şiirlerini’ okuma sözü alarak ayrıldım Büyük Han’dan...
Yoksa Orbay Deliceırmak’ın yeni kitabının adı mıydı ÇEKMECE!