Organik tarım nasıl yaşanıyor?
Organik tarım nasıl yaşanıyor?
Stella Aciman
ORYAT,-Organik Yaşam ve Tarım Derneği- 2005 yılında 30 üreticisiyle çıktığı yola bugün yaklaşık 100 üreticiyle devam ediyor, gün ve gün gelişerek. Ama ne acıdır ki, hala bir Organik Tarım Yasası yok! Dolayısıyla herhangi bir idari yapı da söz konusu olamıyor. Üreticiler, biraz AB’nin biraz UNDP’nin yardımlarıyla, biraz da kendi çabalarıyla; uğruna baş koydukları bu uzun ve oldukça meşakkatli yolda ilerlemeye çalışıyorlar. Tüm bu konuları ORYAT’ın başkanı Seyit Yorgancı ile konuştum.
2005’te ORYAT kuruldu
Organik tarımın Kıbrıs’taki geçmişi ne zamana dayanıyor?
Organik tarımın KKTC’de gündeme geldiği tarih 1990’lı yıllara dayanıyor, şu anki başbakanın Tarım Bakanlığı yaptığı dönem. Ege Üniversitesi’nden bir profesör arkadaşımıza davet yapıldı ve bu profesör buraya geldi. Organik tarımla ilgili bir ön çalışma yapıldı. Ancak organik tarımın öyle çok kolay bir iş olmadığı anlaşılınca bakanlıkta rapor olarak kaldı.
Sonra…
2004 yılında UNDP bir ön çalışma yaptı. İtalya’da olan ICEA’nın, –şu an bizim bağlı olduğumuz- İzmir bölümünde çalışan arkadaşlarla temasa geçtiler ve onları buraya getirdiler. 2004 yılı içerisinde sırf bir ön bilgi olsun, ‘acaba toplumda bir bilgi, talep var mı? diyerek bir eğitim yapıldı. Bu eğitime ben de katıldım. Bu ilginin var olduğu görüldükten sonra, UNDP programına alıp organik tarımı destekleme kararı aldı. Üreticileri kontrole alıp sertifika vermeye başladı. İlk olarak 30 kişi katıldı. Bu katılımcılar üç hafta eğitime tabi tutuldu ve ilk üreticiler böylece ortaya çıktı. Bu arada, biz bu 30 kişiyi nasıl bir arada tutarız, bu işi nasıl geliştiririz diye düşünüyorduk çünkü her kesimden insan vardı. Memuru, emeklisi, köylüsü… Organik Yaşam ve Tarım Derneği yani ORYAT ilk eğitimlere katılanlar tarafından 2005 Haziran ayında kuruldu.
Destek var mı!
Böylece ilk adım atılmış oldu…
Evet, eko turizm ve organik tarım, o yıldan itibaren programları sonlanıncaya kadar işbirliği içinde tüm eğitimleri birlikte yürüttük. Üretici sayısı arttırıldı. 2008 yılında 70-80’lere ulaştık. UNDP desteğinin iki kolu vardı. Teknik yardım yaparken diğer tarafta organik üretimde kontrol ve sertifikasyon ücretlerini-katılan üreticilerin-karşılıyordu. Prensipleri de organik ürün elde edinceye kadar destek vermekti. Sonra o desteği kesiyor, arkadan gelenlere veriyorlardı. Ta ki sertifika alıncaya kadar… Bu 2008 yılına kadar devam etti. Bu çalışmalar ses getirince, hükümetlerin programlarında organik tarımın desteklenmesi ön görüldü.
Peki, desteklendi mi
Tam anlamıyla desteklenmedi. Ancak benim Tarım Bakanlığı’nda olmam sebebiyle yetkililere, ‘ UNDP’ nin desteği durdu, kontrol sertifikasyon desteğini siz verin hiç değilse’ diyebildim. Devlet tarafından organik sertifika alan, organik üretim yapan ödenmeye başladı. Desteği, son iki yıldır sertifikasyon desteği değil, doğrudan bir destek şekline dönüştürdük.
Yeterli mi?
Değildir ama iyi bir motivasyondur. Ege Üniversitesi ile protokol gereği yapılan projede, devletin elini bu işin altına sokması gerekiyor. Çünkü yapılan projenin takip edilmesi gerekiyor. Bakanlıkta, AB uyum çalışmasının koordinasyonunu yürütürken, diğer taraftan zirai tarımla ilgili yine artı bakanlık personeli olarak da çok yönlü olarak takip ediliyor. Çünkü UNDP’ nin desteği 2008 yılında bitti ama 2011 yılına kadar eğitimler devam etti. Bocalama döneminde bir ara üretici sayısı aşağılara indi. Çünkü devletin sağlayacağı destek net değildi. O dönemde büyük olanlar kaldı ki bir tanesi Nursel Hanım’dır. Ardından UNDP ile birkaç eğitim daha yapıp sayıyı 31-32’ye çıkardık. Yıllar içinde bu böyle devam etti.
Denetimler
Şu anda kaç organik üretici var?
Şu anda sayımız 42. Bu arada Kalavaç Köyü bir örnek teşkil edecek şekilde istekli. Onlara eğitim verilecek. Onlarla eş zamanlı Mersinlik Bölgesi’nde 20 üretici eğitimlere katılacak. Kesin olmasa da sayımız 100’ü aşacak diyoruz. Organik tarım gündeme geldi geleli hep eğitimi temel tutuyoruz. Alışagelmiş tarımın dışında sentetik kimyasalların kullanılmadığı bir tarım. Muadilleri kullanılıyor, özü doğadan gelen preparatlar kullanılıyor. Ama alet, donanım kullanılıyor tabii ki. Modern sulama yapılıyor. Çevreye, doğaya saygı şart… Sentetik kimyasallar kullanılmadığı için problem var.
Ne gibi problemler var?
Biz, yıllarca sentetik kimyasalları kullanarak doğayı bozduk. Bozulan doğal dengede tekrar doğal dengeyi yaparken mücadelede sorun yaşarsınız. O yüzden bu denge kuruluncaya kadar organik tarımda geçiş dönemleri var. Bu dönemler minimum bir yıl maksimum üç yıldır. Kurallara uymazsanız bu dönem uzayabilir. Hiçbir şekilde kimyasal uygulamadığınız, doğal ürün yetiştireceğiniz bir ortamda, bir yıl sonra kontrol kurumu yaptığı tahliller sonucunda ikna olursa organik ürününüzü üretmeye başlarsınız. Aksi takdirde sebzecilikte tek, yıllık bitkilerde 2 yıl, çok yıllık bitkilerde meyve ağaçları gibi üç yıl geçiş dönemi var. Bu dönemlerde organik kuralları uygulayarak üretim yaparsınız. Her yıl en az bir defa olmak üzere denetlemeye tabi tutulursunuz. Bir aksilik veya yanlışlık olmadığı sürece üçüncü yılın sonunda kontrol kuruluşunun inisiyatifine bağlı olarak tüm tahliller yapıldıktan sonra sertifika verilir. Burada önemli olan öncelikli toprak temizliğidir.
Hangi bölgeler organik tarım için elverişlidir?
Tabii ki, başlangıçta organik tarıma ilgi yaratmak söz konusuydu. O yüzden UNDP bir sınır koymadı. Her kesimden olduğu gibi her bölgeden de katılım oldu. Çünkü o insanlar o bölgenin örnek kişileri olacaktı. Ama artık bu bilinç oturdu. Şimdi, AB Bitkisel Eğitim Birliği ile daha çok kapasite oluşturup bir marka oluşturma hedefimiz var, ama küçük üretici gelir katılmak ister, ona da hayır denmiyor. Amaç üreticiyi bir araya getirerek bir kapasite oluşturmak ve markalaşmak ve ürünlerin sürekliliğini sağlamak.
2004 yılından beri üretim var diyorsunuz ama biz hala piyasada tatmin edici bir ürün çokluğu göremiyoruz…
Bunun sebebi üretimin küçük, mevsimsel ve kısa sürelerle olması. Üstelik eskiden onlar üretici olduğu için belli bir müşteri potansiyelleri de vardı. Yani bir yerlere gidiyor o ürün, tüketiliyor ama pazara çıkacak kadar ürün yok henüz.
Organik üreticilerin başka işleri var
Mesela, ilk etapta Lefkoşa’da bir organik ürün pazarı kurulamaz mı?
Mevsimsel üretime bağlı olarak üretim devam ediyor. Ama dayanıklı olanlar da var. Mesela bal, yağ, zeytin gibi ürünler daha uzun sürede bulunabiliyor. Ama siz kışlık sebzeyi yazın bulunduramazsınız. Aynı şekilde yazlık sebzeyi de kışın bulunduramazsınız. Biz ancak üretici sayısını çoğaltıp, kapasiteyi büyütürsek, mevsimin başından sonuna kadar herhangi bir ürünün bulunmasını sağlayabiliriz. Bu bilinç yerleşirse yurtdışından da organik ürün ithali yapılabilir ki, bunu yapan arkadaşlarımız da var. Çünkü hiçbir ülke tüm ihtiyaçlarını organik olarak karşılayamaz. Tabii bir de şu var; organik üreticilerimizin %90’ı başka işlerde çalışıyor. Dolayısıyla akşam işten saat beşte çıkıp ta pazara gidip üretimini pazarlayamaz.
Her hafta bir köyde festival var, oralara gidebilirler mesela…
İnanın yetişemiyorlar. Keşke ürün olsa da, her hafta bir festivale gitseler… Şu anda en büyük eksiğimiz kooperatif olamamamız çünkü AB desteğini örgütlere ve kooperatiflere veriyor. Veriyor ama şahside bu oranlar düşük. Buraya TC kaynaklı Çukurova ajansı geldi. Bu ajansın da kıstasları aynı… Bireysel olarak elinizi çok fazla taşın altına koymanız lazım, ama örgütlü olduğunuzda %75-80’lere kadar çıkarılıyor bu alacağınız hibe.
Ürünleri pazarlamada sorun var mı?
Bana göre pazarlamada sorun yok, sorun bizde. Biz ürünümüzü istendiği gibi paketleyip ambalajlayıp sürekli bulundurduk mu ki satamayalım?
Haklısınız ama üreticiler, marketlerin ürünlerini çok ucuza aldıklarından şikâyet ediyorlar. Marketleri de bilinçlendirmek gerekmiyor mu?
O konuda da epey bir çalışma yapıldı ancak bu işlerin sürekli olması lazım. Mesela UNDP’nin programı içinde paneller yapıldı. Metropol, Önder, Lemar gibi marketlere afişler, panolar asıldı, halka broşürler dağıtıldı. Organik ürün üreten üreticiler marketlerde tanıtımlar yaptı. Tarım Fuarı kurulduğu günden itibaren Oryat orada sürekli durdu. Yeterli mi, değil. Tüm bunları yaparken potansiyeli de arttırmak lazım. Yani örgütlenip ürünlerin sürekliliğini sağlamak ve marka olmak lazım… Aracıyı da ortadan kaldırıp malınızı değerinde, sadece günlük, mevsimlik tüketimi düşünmeden dayanıklı tüketim malzemelerini de bulundurarak pazarlamak lazım.
Bizde, ‘ürettik de satamadık’ söylemi çok fazladır. Hangi memlekete yönelik ürettin, ambalajın düzgün mü, malın kalitesi nasıl? Bunlar göz önüne alınmaz nedense, sonra ürettik satamadık derler. Öncelikle gereğini yerine getirmek lazım. Öncelikle bizim insanımızın tüketebileceği, sağlıklı, birinci sınıf ürünleri yetiştirmek, sonrasında ise dünyaya bakmak gerekiyor. Ben şahsen üretici olsam kendi ihtiyacımın dışında eşime dostuma sattığım ürün bana mutluluk verir.
Kontrollü üretimden ekonomik potansiyele…
Tohumlar nereden geliyor?
Bizde organik tohum yok. Çoğu ülkede de yok, Türkiye’de bile çok azdır. Kural şu; İlaçlanmamış tohum kullanılabilir. O ülkede organik tohumun veya fidanın genetiği değiştirilmiş değilse üzeri koruma amaçlı ilaçlanmış değilse, o tohumlarla üretim yapılabilir.
Su sorunu var mı?
Su genelde memleketin sorunu… Damlama su kullanılıyor. Kış sebzeleri için sorun yok çünkü yağmur var. Ürün yetiştireceksiniz kaynağınızı bulmak zorundasınız yoksa üretim olmaz.
Siz adanın geleceğinin organik tarımda olduğuna inanıyor musunuz?
Bir ziraat mühendisi olarak bunun için bir genelleme yapamam. Sadece organik yaparak dünyayı doyuramazsınız. Organik dışında sürdürebilir diğer tarım şekilleri de vardır. Organiğin dışında bio dinamik dediğimiz bir yöntem vardır. Bizim için organik tarım önemli. Bunun birkaç nedeni var; öncelikle bozulan dengeyi düzelteceğiz. Organik tarım eko turizmi destekleyen bir tasarı. Eğer eko tesisinizin arka bahçesini ekme şansınız varsa, bir de organik yaparsanız agro ekoya dönüştürürsünüz. Nursel Hanım ve Nitovikla bunların örneklerindendir. Bu kontrollü sertifikalı üretim şeklini biz ekonomik potansiyele dönüştürebiliriz. Hep ambargolardan, ürünümüzü satamamaktan söz ediyoruz. Bizim sertifikalar, AB’nin akredite kuruluşu tarafından verilen, üzerinde AB logosunun kullanıldığı bir sertifikadır. Bu da bize ticari olarak kapı açar. Bir de tabii turizmi destekleyen bir yanı var. Diğer taraftan harnup, zeytin, ayrelli, gabbar gibi doğal, bu işe uygun bitkilerimiz var. Eko turizm yapmak şart değil. Organik ürünlerin kullanıldığı restoranları düşünün mesela. Bu açılardan organik tarım ülkemiz için çok önemli.