Orhan Kemal’in “72nci Koğuş”u, Lurucina’da 1970’li yıllarda sahnelenmişti…
LURUCİNA’DAN HATIRALAR…
Lurucina gerçekten çok ilginç bir yer… Düşünün ki Orhan Kemal’in “72nci Koğuş” oyunu, Lurucina’da 1972 yılının yaz aylarında sahnelenmiş…
Artun Gökşan Lurucinalı’nın “Lurucinalıyık” başlıklı sosyal medya grubunda paylaştığı bu tarihi fotoğraf, işte o oyundan bir sahneyi Lurucina’da oynanırken gösteriyor…
Artun Gökşan, bu konuda şöyle yazıyor:
“YIL 1972: Köyün gençleri, kendi insiyatifleri ile, Akıncılar Gençlik Kulübü (AGK) yararına, Orhan Kemal’in ‘72’inci Koğuş’ adlı eserini sahneye koydular. Sahnede: Cengiz Ahmet, Yusuf Toz, Mehmet Mahmut ve Mustafa Süleyman Gelener.”
Oyunda rol almış olan Mustafa Gelener ise şöyle diyor:
“Köyümüzün sporda, tiyatroda, eğlencede en güzel dönemleri o dönemde… Orhan Kemal’in romanını önceleri okuyarak tiyatroya uyarladık, yanlış hatırlamazsam daha sonra orijinal tiyatroya ulaştık, orijinal tiyatroda olan kadınlar koğuşunu sahneye aktaramadık, bu oyunda bize destek olan Veli Tümerkan ve Behaettin hocamız bu resmindeki kesite olmayan Arif Baltacı, Haluk ve Cengiz gibi yaşama gözlerini yuman Mehmet Türker de vardı…O şartlarda çok ilgi gördüydü oyunumuz, hatta Londra’da sergilenmesi ile ilgili girişimlere bulunulması tasarlandıydı, çok güzel günlerdi…”
Oyunda rol alan Mehmet Mahmut ise şöyle yazıyor:
“1969-70 yılı ile beraber sol yayınlar, düşünceler, eylemler yeniden hayatımıza giriyordu. 1958 1 Mayısı’ndan sonra sendikacılara ve solculara ve adada ekstimizme ve etnik milliyetçiliğe karşı çıkanlara karşı saldırıların, cinayetlerin başladığı yıllardan sonra ilk kez yeniden başlıyordu sol ve demokratik düşünceler ve tabii ki toplumlararası barışma arayışları. Ve zaman perspektifi vermek için da, bu toplumsal kımıldanışın Cumhuriyet yazarlarının vurulduğu yıldan sekiz, toplumlararası çatışmaların başlatıldığı yıldan da yedi yıl sonra olduğunu tespit etmek gerek… Öğretmenler Kitap Kırtasiye Kooperatifi 1969-70’te açılmıştı ve herkes artık yarı fiyatına mal olan sol yayınlarla, sosyal içerikli romanlarla ve büyük bir heyecanla açlık gideriyordu. (Hazım Remzi, TL’yi bir şilinden hesaplarken, öğretmenler kooperatifi TL karşılığı yarım şilindi…)
BEY (Bayraktarlık, Elçilik, Yönetim) faşizminin sonu yaklaşmaktaydı. İşte tam da bugünlerdeydi tiyatro sahneleme maceramız. Oyunu romandan oyunlaştırmaya çalışmalarımızı “Yüzbir evler” dediğimiz, o günlerde Kulüp olan Hüseyin Geleo’nun evinde yapmaktaydık. İşimiz uzayınca giderek sabırsızlanan Mehmet Türker arkadaşımız, o günlerde Ankara’da okumakta olan Kemal Aktunç’a bir haber yolladı. Tiyatroya uyarlanmış eser 15-20 günde geldi…
72nci Koğuş oyununu sergiledikten sonra ben, Hüseyin Devaşan, Ali Yusuf Darbukacı (İlker Darbukacı’nın kardeşi) ve İsmail Arzu Karamustafa, bir kitapçı ve fotoğrafçı dükkanı açtık. Dükkanımızın duvar gazetesi vardı.
Örneğin Hakkı Aziz, Süleyman Devaşan ve şimdi adlarını hatırlayamayacağım arkadaşlar şiir ve düz yazılarını burada sergiliyorlardı. Devamlı okuyucularımızdan biri de Hasan Çavuş idi (Yücelen). Hasan Çavuş, yalnızca polis vazifesi dolayısıyla değil, kültürel, entelektüel ilgisi dolayısıyla da gelirdi bizim dükkana diye düşünürüm.
Ayrıca cam süsleme işleri de yaptığımız el becerileri yeri de olmuştu dükkanımız, bu işe merak salanların başında Mustafa Tatlıcı arkadaşımız vardı. Anlatacak çok şey var ama sonuç olarak şunu yazayım ve bitireyim: Biraz durup geriye baktığımızda, yukarıda da arkadaşlarımızın gıpta ile andığımız o zaman dilimi birbuçuk yıl bile sürmedi… Bu yeniden aydınlanma ve örgütlenme dönemimizin önünü da yeni bir savaş kesti, parçaladı… Çünkü o civcivli nüfusu ile, her sabah on civarında otobüsle işlerine taşınan, akşamüstleri köy meydanlığını dolduran, harmanlarına yeni çocuklar salan Lurucina, önce 1964 göçmenlerini Argaca’ya (Akçay) ardından da doğma büyüme köylülerimizin büyük bir kısmını Lisi’ye (Akdoğan) kaptıracaktı… Yeniden toplumsal örgütlenmeler hiç bitmedi tabii: Bizden sonra İhsan Tozi ve o kuşağın gerek tiyatro, gerekse kulüp sportif atılımlarını yaptılar. Nüfus azlığı en büyük dezavantaj oldu… Her ne olduysa ve ne olursa olsun, senede iki defa Lurucina nüfusunu 2 binin üzerine çıkarıyor. Hem de bütün adanın her yanından, her kültürden, dinden ve dilden insanları ağırlayarak… Süksesi ile, albenisi ile geçmişi yaşatarak ve geleceği muştulayarak…”
Aynı oyunun sergilendiği sahnede “Berberde” adlı komedi oyun da sergilenmişti – bu oyunda da Hüseyin Bendasa, Ahmet Mahmut ve Şaban Adem rol almıştı…
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
“İddialara göre, Mesarya köylerinden birinde, hamile bir kız, kardeşleri tarafından “kayıp” edilmiş…”
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Size anlatacağım iddia sanırım 1976 yılında meydana gelmiş. Mesarya köylerinden birinde meydana gelmiş. Köylüler bu olayı bildikleri halde hiç ses etmiyorlar ve bu köyden hamile bir kız hala “kayıp”mış iddiaya göre… Söylentilere göre, kendi kardeşleri tarafından “kayıp” edilmiş… Tabii bu bir iddia ve tarihten kesin olarak söz edemem… Aklımda kaldığı kadarıyla 1976 dendiydi…
Mesarya’daki köylerden birinden bir genç kız, Mesarya’nın bir başka köyünden bir genci sevmiş ve onunla birlikte kaçmıştı… Kızın ağabeylerinin, ikisini de bulup öldürecekleri yönünde tehditlerini duyan oğlanın ailesi, birkaç gün içinde ikisini de İngiltere’ye kaçırmışlardı…
İngiltere’de birlikte yaşamaya başlamışlardı… Aradan birkaç yıl falan geçmişti… Anlatılanlara göre kız hamile kalınca, sevdiği genç, onu yüzüstü bırakıp kaçmıştı… İddialara göre kızkardeşlerinin İngiltere’de hamile olduğunu ve sevdiği gencin kendisini terk ettiğini öğrenen ağabeyleri kıza bir mektup yazmışlar ve “Olan oldu, ne yapalım… Oralarda tek başına çocuğuna bakamazsın… Çık, gel, biz sana da, çocuğuna da bakarız” diyerek kızı tuzağa düşürmüşlerdi… Yanılmıyorsam 1976 yılıydı ama kesin tarihten dediğim gibi emin değilim. Hamile olduğu söylenen kız İngiltere’den çıkıp gelmiş, ağabeyleri onu Ercan’dan almışlardı… Fakat bu kız hiçbir zaman köyüne dönememiş… İddialara göre gebe halde onu öldürüp ya gömdüler, ya da bir kuyuya attılar… Yine iddialara göre tüm köy ne olduğunu bilmesine karşın, ses eden olmadıydı… Bu tür olayları filmlerde görürük sadece sanırık ama doğru değil… Az da olsa bu tür olaylar, Kıbrıs’ta da yaşandı, Kıbrıslıtürk toplumu içinde da yaşandı…
Size bunu anlatmamın nedeni, Mesarya köylerinden bir gün bir kuyuda veya bir yol kenarında genç bir kadına ait kalıntılar bulunursa “kayıp” kazılarında ve DNA testlerinde eşleşme çıkmazsa, aklınıza bu iddiaları getiriniz ve o zaman bu iddiaların doğru olup olmadığının neden araştırılması gerektiği da ortaya çıkar…”
ESKİ FOTOĞRAFLARDA KIBRIS…
İtalya cephesinde bir Kıbrıslıtürk, bir Kıbrıslırum…
İkinci Dünya Savaşı’nda çekilmiş bu fotoğraf, İtalya cephesinde çektirilmiş… Bir Kıbrıslıtürk, bir Kıbrıslırum, birlikte poz vermişler kameraya…
Ulus Irkad arkadaşımız bu fotoğrafı Osman Öztabay’dan almış ve “İkinci Dünya Savaşı İtalya Casino Cephesi” diye yazıyor… Osman Öztabay, “Sağdaki rahmetli babacığım… Soldaki ise yine köylümüz olan (Baf’ın Dimi köyünden) Rum Mateos’tur… İkisine de Allah’tan rahmet dilerim, mekanları cennet, toprakları bol olsun..” diyor…
İngiliz askerleri Lefkoşa’da devriyede…
“Lefkoşa’nın Geçmiş Yılları” başlıklı sosyal medya sayfasında Manolis Emmanuel tarafından paylaşılan bu fotoğraf, İngiliz askerlerini bölünmüş Lefkoşa’da devriye gezerken gösteriyor… Tarih: 15 Şubat 1964… İki toplumlu çatışmaların başladığı Aralık 1963’te devriye görevini üstlenen İngiliz askerler, yerlerini 4 Mart 1964 BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca oluşturulan Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bırakacaktı ancak İngiliz askerler bugüne kadar BM Barış Gücü’nde görev yapmayı sürdürüyor…
Fotoğrafta, Baf Sokağı olduğunu tahmin ettiğimiz sokak, bir otobüs çekilerek kesilmiş…