Ormanlık bir arazide 'kayıp' Kıbrıslıtürkler aranıyor
14 Ekim 2011 Cuma sabahı erkenden Ledra Palace barikatına gidiyoruz... Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay, Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Yardımcısı Murat Soysal ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis’le b
14 Ekim 2011 Cuma sabahı erkenden Ledra Palace barikatına gidiyoruz... Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay, Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Yardımcısı Murat Soysal ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis’le birlikte, Lefkoşa’nın dışında ormanlık bir araziye doğru yol alıyoruz...
Lefkoşa’dan yaklaşık yarım saat uzaklıktaki bu ormanda geçtiğimiz haftalarda iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geriye kalanlar bulunmuştu...
İlk durağımız ormanın dışında bir köy... Bu köyün yamacında arkeologlarımız Güliz ve Angeliki’yle buluşuyoruz. Angeliki altı aylık hamile, altıncı ay bitmiş, yedinci aya girmiş... Ama aralıksız çalışmayı sürdürüyor... Kayıplar Komitesi’nin kazı ekiplerinde görev yapan arkeologlar ağırlıkla genç kadınlardan oluşuyor... Başlangıçta erkek arkeologlar küçük bir azınlıktı ancak yıllar içinde erkek arkeologlar da görev aldıkça, şimdi kazı ekiplerinde kadın-erkek oranı birbirini yakalıyor... Benim en büyük düşlerimden biri, Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinde çalışan kadın arkeologların ödüllendirileceği bir gece düzenlemek ve onları bu geleneksel olmayan işte çalıştıkları için de, barışa hizmet ettikleri için de ödüllendirmek... Çünkü tüm kazılar iki toplumlu olarak gerçekleştiriliyor ve ekiplerde hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar birlikte çalışıyor... Kazılar ister kuzeyde, ister güneyde olsun, ekipler hep iki toplumlu...
Bu genç kadın arkeologlar, bütün günlerini pislik içinde kuyu kazarak, trençleme yaparak, toprak eleyerek, çamurlara bulanarak, tehlikeli arazilerde kazı yürüterek geçiriyorlar. Elbette erkek arkeologlar da öyle ancak genç kadın arkeologların Kayıplar Komitesi’nin kazılarında bu şekilde öne çıkışı, genç kuşak genç kızlar için birer “rol model” oluşturmaları, “geleneksel kadın meslekleri”nden sıyrılıp kendilerini sert arazi koşullarında somut çalışmalarıyla kanıtlamaları gerçekten ödüllendirmeye, öne çıkarılmaya, eşitlik mücadelesi içinde olan kadınlara “Bir bakın bakalım, hemcinsleriniz ne güzel başarılara imza atıyor” demeye layık... Yeryüzünün her köşesinde kadınlar, “erkek mesleği” tabir edilen pek çok mesleğe girip başarılı olabileceklerini kanıtlıyor... Kıbrıs’ta da her iki toplumdan bu genç kadın arkeologlar, en tehlikeli koşullarda, en tehlikeli bölgelerde, bölünmüş bir adada bir açık, kanayan yaranın kapanması, “kayıplar”ın bulunması, “kayıp” yakınlarının acılarının dindirilmesi için geleneksel olarak “erkeklerin alanı” olarak tabir edilen açık arazilerde elde kürek ya da mistrileriyle uğraş veriyorlar. Kimi zaman yılanlarla, kimi zaman farelerle karşılaşıyorlar... Bir kazı yerinden kırık asbest boruları çıkıyor ve asbeste maruz kalıyorlar... Kimi zaman farelerin yuvalanmış olduğu bir alanda kazı yaparken tifüse yakalanıyorlar veya ufak tefek kazalar geçiriyorlar... Bazan yanlışlıkla bir şironun kepçesi çarpabiliyor ya da Bozdağ’daki (Aspro Mutti) kazılarda yüksek ve dik yamaçlara tırmanırken kayıp düşebiliyorlar. Ama yılmıyorlar: Düştükleri yerden kalkıp, üstlerini silkeleyip, yaptıkları işe devam ediyorlar... “Aman bu çok pis bir iş” deyip vazgeçmiyorlar, çamurların içinde 30 metre derinliğindeki bir kuyudan “kayıplar”dan geriye kalanları çıkarıyorlar... Kimi zaman kuyu üstlerine yıkılmaya başladığında, bir şirocunun yardımıyla bulundukları yerden fırlayıp çıkıyorlar ama “Yok, ben korktum, bu kadın işi değil, ben daha kolay bir iş isterim” demiyorlar... İşlerine devam ediyorlar...
İşlerinin niteliği gereği tümüyle açık arazilerde, kimi zaman şeytancıkların fink attığı tümüyle ıssız arazilerde çalışıyorlar, zaman zaman kalabalık bölgelerde çalışsalar da... Ama yine işlerinin niteliği gereği, açık arazilerde mesela Gutsovendi (Güngör) tepelerinde soğuk havalarda donuyorlar ya da çok kızgın güneş tepelerinde olduğu, güneş altında sıcaklığın 58 dereceye kadar yükselebildiği günlerde dahi çalışmaya devam ediyorlar. İkide birde başlarını örttükleri keplerini ya da bir peşkiri ıslatıp, kazıya devam ediyorlar...
İşleri bittiğinde toza toprağa, çamura batmış vaziyette Kayıplar Komitesi’nin ofisine dönüyorlar... Oradan da eve gidip yıkanıp temizleniyorlar – ertesi sabah gene aynı şeyleri yaşamak üzere...
Bir keresinde Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay bana “Bu yaptığımız işin etkileri yıllar sonra ortaya çıkacak” demişti. Yuttukları onca toprak, maruz kaldıkları bu sert koşullar nedeniyle elbette bir gün bedenleri onlara bir bedel ödetecek... Belki şimdi değil çünkü şimdi hepsi de çok genç ama ilerleyen yaşlarında, belki de hiç ummadıkları sağlık sorunlarıyla karşılaşabilecekler...
İşte bu yüzden ben onlar için mutlaka özel bir gece düzenlemek istiyorum ve onları onurlandırmak: Erkek arkeologlar da tüm bu saydıklarıma maruz kalıyor ancak genç kadın arkeologların böylesi bir mesleği seçmiş olması, gelecek kuşaklar için geleneksel olmayan meslekleri seçmeleri için öncülük rolleri üstlenmeleri, gerçekten ödüllendirilmeye değer...
Ormana girmeden önce durduğumuz yerde Güliz ve Angeliki, Kayıplar Komitesi yetkilileriyle önümüzdeki günlerde dik bir yamaçta yapacakları kazıları konuşuyorlar... Bu noktaya şiro çıkarmak çok tehlikeli, bu yüzden arazinin elle kazılması gerekiyor...
Sonra oradan ayrılıp halen kazı yürütmekte oldukları ormanlık araziye gidiyoruz... Burası herşeyden izole edilmiş, ıssız bir alan... Toprak yolda ilerliyoruz, kıvrıla kıvrıla giden toprak yol, bizi ormanın içlerine götürüyor... Bir noktada duruyoruz.. Ve diğer arkeologlarla buluşmaya gidiyoruz...
Buradaki kazıda arkeologlar Güliz, Deniz, Yusra, Angeliki, Rania ve Yiannis görev yapıyor.
Geçtiğimiz günlerde iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanları, aşağıdaki iki çam ağacının arasında bulmuşlar... Şimdi bütün bu arazide şüphelendikleri yerleri kazmaya devam ediyorlar çünkü bu alanda üç “kayıp” Kıbrıslıtürk daha gömülmüş... Kayıplar Komitesi’nin elinde buraya üç kişinin daha gömülmüş olduğu yönünde bilgi var çünkü...
Kallis bize eski ve dar toprak yolun nereden geçmiş olabileceğini gösteriyor ve kazılması gereken yerlere işaret ediyor...
Bu alana 1963-64’te Larnaka-Lefkoşa yolunda “kayıp” edilmiş bazı Kıbrıslıtürkler’in gömülmüş olabileceği yönünde çeşitli söylentiler var. Ancak tüm soruların cevabı, “kayıplar”dan geride kalanların gönderileceği laboratuvarlarda verilecek: Kesin sonuçlar ancak DNA testleri sonunda gerçekleşecek kimlik tespitiyle belli olacak. Böylece bu ıssız ormana hangi Kıbrıslıtürkler’in öldürülüp gömülmüş olduğunu öğrenebileceğiz ve birkaç “kayıp” ailesi daha nihayet huzura kavuşabilecek...
Arkeologlara veda edip yola koyuluyoruz...
Bir sonraki durağımız Dromolakşa yani Mormenekşe...