“Örnek bir Kıbrıslıtürk aile modeli: Uçar ailesi...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Ulus IRKAD
Uçar ailesinin aile reisi veya babası Niyazi Dayı, Baf’ta Aşçı Niyazi olarak bilinirdi. Niyazi Dayı’nın, 1963 öncesi Baf’ta çarpışmalar sırasında zarar gören Bandabuliya Bölgesi’nde bir lokantası vardı. Orada Baf halkının damak zevkine hitap eden yemekler yapardı. Ailenin annesi, hanımı Şükriye teyzemiz ise sessiz ve de ailesi için kendini onların mutluluğu için feda etmeye daima hazırdı (Değerli teyzemizin adını unuttum, özür dilerim). Niyazi Dayı’nın lokantası 1963 sonrasında zarar gördükten sonra Niyazi Dayı çeşitli kazalara gider ve orada aşçılık görevini yaparak aile bütçesine bu şekilde katkıda bulunurdu.
AKIN UÇAR’IN SPORA KATKILARI...
Ailenin en büyük oğlu Akın Uçar Hocamız, önce Limasol’da, daha sonra da Baf Kurtuluş Lisesi’nde öğrencilik yaparken, Baf Ülkü Yurdu’na girmiş ve orada öğretmen de olduktan sonra futbolcu olarak katkıda bulunmuştu. Akın Uçar, sadece Baf’ta değil 1974 sonrasında Mağusa’ya yerleştikten sonra, Canbulat Lisesi’nde de büyük hizmetler görmüş, Canbulat Lisesi’nin başarılarında önemli rolü olmuştu. Akın Uçar, Baf Ülkü Yurdu’na futbolcu olarak 1970 yılına kadar hizmet etmiş ve o yıl emekliye ayrılarak kendini Baf Kuruluş Lisesi’nin başarılarına vakfetmişti. Anlattığım gibi, Akın Hoca’nın spora katkıları 1974 sonrası yerleştiğimiz Mağusa Maraş Bölgesi’ndeki Canbulat Lisesi’nde de devam etmişti.
AYDIN UÇAR’IN KIBRIS TÜRK SPOR TARİHİNDE YERİ...
Ailenin Kadın Beden Eğitimi öğretmeni Aydın Uçar Hanım’ın da bir kadın olarak, Kıbrıs Türk Spor Tarihi’nde yeri vardı. Aydın Hanım’ın, gerek Baf Kurtuluş Lisesi’nde öğrenciyken, gerekse daha sonra öğretmen olarak yaptığı katkılar çok büyüktü. Öğrenciyken kız bir sporcu olarak gerek uzun atlamada, gerekse yüksek atlama sporlarında kırılmamış rekorları da olmuştu. Aydın Hanım, Baf Kurtuluş Lisesi’nde görev yaparken de kız takımlarına şampiyonluklar sağlamış, bu başarısını 1974 yılından sonra Mağusa-Maraş Canbulat Liesi’nde de devam ettirmişti. Canbulat Lisesi’nin 1970’li yılların sonlarında elde ettiği birçok başarıda emeği vardı. Hocanım, kadın spor tarihimize de girecek bir ün kazanmıştı. Maalesef aynı okulda hizmet görürken çok büyük bir talihsizlik eseri amansız bir hastalığa tutulan Aydın Hanım, uzun dönem yatalak olarak yaşamış ve çok erken yaşlarda hayata veda etmişti. Ölmeden bir müddet önce kendisini ziyaret etmiştim, bundan oldukça memnun olmuştu.
AKÇIN ABLAMIZ...
Aileden en son kaybettiğimiz Akçın ablamız oldu. O da başarılı bir mahkeme memurluğu geçirerek emekliye ayrılmış son zamanlarını Girne’de geçirmişti. Akçın abla ailenin tüm fertlerinin vefatına şahit olmuştu. Geçen hafta onu da aramızdan yitirdik.
AKÇIN ABLAMIZ İÇİN SON VEDAMDIR
1965 yılıydı. 8 yaşındaydım. Bafta mahallemizdeyiz, Sadrazam Kamil Paşa Sokağı’nda... Akçın ablamız da Baf Kurtuluş Lisesi'nde öğrenci. Bir gün elimden tutup "Gel" dedi, "Birlikte Akın abimin evine gidelim, Bir kızı oldu, ona isim bulacaklar". Yıldan Hocanım bebeğiyle birlikteydi. Akın Uçar Hocamız da elinde bir isim listesiyle geldi ve kız bebeğin ismini buldular birlikte. Akçın abla, 1980 sonrasında, Mağusa'da, benim hanımımla da uzun bir süre Mağusa Mahkemesi’nde çalıştı. Sonra Girne'ye yerleşti. Ailelerinden sanırım Akın Uçar Hocamızın çocukları ve torunları dışında olanlar, yani ablası Aydın Hocanım, Akın Bey ve dün kendisiyle birlikte artık hayatta kalan yok. Bu ailenin ölen tüm fertleri aydınlıklar içinde kalsınlar. Toplumumuza çok hizmetleri oldu her dalda ve bilhassa eğitim dalında. Anneleri, babaları ve ölen tüm kardeş aile fertlerine yıldızlar ebediyyen yoldaş olsun. Hep rahmetle ve ışıklar içinde kalsınlar...
KIBRISLITÜRK ÖRNEK AİLE MODELİ OLDULAR...
Uçar Ailesi, babadan anneye, tüm çocuklarıyla Kıbrıslıtürk aile modeline en uygun gösterilecek, başarıları ve katkılarıyla bu modele örnek olmuş bir ailemizdir. Bize hayatın acılarla, savaşlarla, mutluluk ve mutsuzluklarıyla bile olsa her türlü zorlukta, insanoğlunun başarı kazanacağını ve de her türlü şartta bile ayakta kalmanın gerektiğini gösterdiler ve ispat ettiler. Kıbrıslı Türk aile tarihine bu kronolojik hayat şekliyle de örnek bir aile oluşturdular. Başarılarıyla bu toplumu her zaman gurulandırdılar. Bu ailenin soyadını devam ettirecek üyeleri, ailenin adını sonsuzluğa kadar devam ettirirken ailenin başarıları da onları hep gururlandıracak. Işıklar içinde kalsınlar. Yıldızlar yoldaşları olsun...
BASINDAN GÜNCEL...
“Hopkinson’un “ASLA”sı ve Makarios’un yemini...”
George Kumullis
Geçtiğimiz Cumartesi günü “POLİTİS” gazetesinde “Neden 1 Nisan’ı kutluyoruz?” başlıklı makalemin yayımlanması ardından birkaç arkadaşım benimle temasa geçerek Hopkinson’un “Asla” demesi ardından EOKA’nın silahlı mücadelesinin zorunlu olduğunu söylediler.
Gerçekten de 1952 ile 1955 yılları arasında Birleşik Krallık Sömürgeler Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde bulunmuş olan Henry Hopkinson, 1954 yılında Avam Kamarası’nda Kıbrıs hakkında konuşma yaparken şöyle demişti: “Ortak Pazar’da (Commonwealth) öyle topraklar vardır ki kendilerini buldukları özel koşullar nedeniyle tam bağımsızlık elde etmeyi asla umut edemezler...” Ve pek çok milliyetçinin de iddia ettiği gibi bu açıklama silahlı mücadele dışında başka bir şey için alan bırakmıyordu. Elbette böylesi bir açıklama son derece basit ve tarihsellikten tümüyle yoksundur ancak bizi ikna eder çünkü televizyon, gazete makaleleri, kitaplar vs.’ye bunun içine sürekli çekiliyoruz...
Öncelikle, silahlı mücadele için karar, Hopkinson’un açıklamasından çok önce alınmıştı. Etnark ile aşırı sağ ittifakı, silahlı bir mücadele vermekte kararlıydı çünkü bu grup naifti ve bu şekilde ENOSİS’in gerçekleştirileceğine inanmaktaydılar. Böylesi bir ittifakın liderlerinin siyasi IQ düzeyleri, Siberya’daki sıcaklık derecelerindeki rakamlarla kıyaslanabilirdi. Bunlar Tanrı’nın kendilerine “siyasi doğruluk” erdemi bahşetmiş olduğuna kuvvetle inanmaktadırlar. Eğer cennetteki misyonları, inananların pahasına büyük dünyevi kazançlar getiriyorsa, bunun nedeni maliyeci Hrisostomos B’nin (Başpapaz – S.U.) belirttiği gibi “hiçbir şeyin beleş olmaması”dır...
Ana konumuza dönecek olursak, Grivas’ın yazdıklarına göre silahlı eylemle ilgili tartışmalar Ağustos 1950’de başlamıştı, yani Hopkinson’un konuşmasından dört sene önceydi bu – bu tartışmaya çok iyi bilinen aşırı sağcılar, anti-komünistler ve Alman işbirlikçiler dahildi. Bu grubun lideri Makarios idi ki o da aşırı sağcı, anti-komünist görüşlere sahipti. Acı gerçek şudur ki en azından 1940’larda, Makarios aşırı sağcıydı. 1948’de meşhur Makronisos kampını ziyaret ettiği zaman ziyaretçi defterine “Makronisos’u ziyaretimiz bizim için manevi bir yıkanma olmuştur. Yunanistanımızın asla ölmeyeceğine dair sarsılmaz inançla buradan ayrılıyoruz” diye yazmıştır (G. Pikru: “The Chronicle of Makronissos1 – Sayfa 204).
Ancak Hopkinson’un “asla”sının silahlı eylemi kaçınılmaz kıldığına yönelik tartışmayı geçersiz kılan bir diğer neden daha vardır. Siyasi ve jeopolitik gelişmeler sürekli değişmekte ve yeni koşullar yaratmaktadır. Büyük filozof Heraklitos, “Herşey akar, hiçbir şey aynı kalmaz” diyordu (“Aynı sularda iki kez yıkanılmaz” – S.U.) ve bu, mikroskobumuz altına aldığımız politika için özellikle geçerlidir. Eğer liderlerimiz 1954 yılında bir profesörden, bir mezundan veya siyasi bilimlerde bir öğrenciden değil de “Politika” konusunda GCE Ordinary Level imtihanlarına hazırlanmakta olan 16 yaşındaki bir öğrenciden akıl istemiş olsalardı, o zaman o genç onlara şöyle diyecekti: “Dikkatli olunuz. Eğer ENOSİS’in peşinde koşacaksanız, bu boşuna olacaktır çünkü böylesi bir çözümü Amerika da, İngiltere de, Türkiye de, Sovyetler Birliği de ve Birleşmiş Milletler de desteklemiyor. O nedenle sizlere tavsiyem bağımsızlıktır, Büyük Britanya’nın 70 diğer sömürgesinde olduğu gibi bağımsızlık hedefinizi siyasi araçlarla ortaya koymanızdır. Tüm imparatorlukların çökmekte olduğunu görmüyor musunuz? Bahse girerim ki gelecek on yıl içerisinde tek bir sömürge bile kalmayacaktır...”
Gerçekten de bu öğrenci bahsi kazanabilirdi çünkü 1964 yılına gelindiğinde kendi arzusu hilafına hiçbir Britanya sömürgesi kalmamıştı...
Heraklitos’un deyişinin en çarpıcı örneği belki de Avrupa’da kadınların oy kullanma hakkını elde etmesiydi... 1893 yılında Britanya Başbakanı Gladstone, Avam Kamarası’nda konuşurken şöyle demişti: “Kadınlar anlamalıdır ki hiçbir zaman oy hakkına sahip olmayacaklardır. Kadınların politikaya katılmaları, onları yozlaştıracak ve bu yalnızca aile kurumu için değil, aynı zamanda genelde toplum için hoş olmayan sonuçlar doğuracaktır...” (Susan Kent’in “Sex and suffrage in Britan, 1860-1914” kitabında 54ncü sayfaya bakınız...) Ve işte! Birkaç sene sonra, 1918 yılında parlamento düşüncesini tümüyle değiştirmişti çünkü genelde kültür ve siyasi iklim değişmişti ve kadınlara oy hakkını vermişti böylelikle...
Kıbrıs’la ilgili bir diğer çarpıcı örnek de kilisenin bilinen adıyla “Faneromeni yemini”dir ki bu da 1954 yılında Makarios’un ENOSİS için ettiği yemindir. Makarios, “milli hedefimize ölünceye kadar bağlı kalmak için” yemin etmişti. Kesin olan odur ki Makarios yemin ettiği zaman, ENOSİS’in ulaşılabilir bir hedef olduğuna inanmaktaydı ve rakiplerinin kendisini “yalan yere yemin etmekle” suçlayacakları günlerin asla gelmeyeceğine inanmaktaydı. Ancak zaman içerisinde beklendiği gibi durum dramatik biçimde değişmişti. 1967’deki Köfünye olayları ardından ve Yunan askerlerinin çekilmesinden sonra Makarios kendi lehine olarak ENOSİS’in ulaşılabilir bir hedef olmadığını söyleyen ilk Kıbrıslı olmuştur. Ancak ne yazık ki bağımsızlık çizgisini tutarlı biçimde takip etmemişti fakat bu başka bir konudur. Politikacıların yeminleri, yeni yetmelerin eskilerde deklare ettikleri sonsuz aşk ve sonsuz bağlılık yeminlerini andırır, ertesi günü bunlar hemen geri alınır... Belki evinin dışından geçememiştir kızın ya da kız ona tatlı biçimde bakmamıştır Romeo’nun yargısına göre! Ve böylece kız bir yabancı olmuştur!
(POLİTİS gazetesinde 9 Nisan 2022’de Rumcası yayımlanan George Kumullis’in makalesini İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
BİR KİTAP...
“İsabel Allende’den: Denizin Uzun Taçyaprağı...”
Isabel Allende’nin “Denizin Uzun Taçyaprağı” adlı romanı, İnci Kut çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı.
Denizin Uzun Taçyaprağı‘nda Isabel Allende 20. yüzyılda Avrupa ve Latin Amerika’yı şekillendiren tarihi olayların insani yansımalarını unutulmaz karakterler üzerinden aktarıyor.
İspanya İçsavaşı sırasında genç doktor Víctor Dalmau ile piyanist Roser Bruguera, Barselona’dan kaçarak Şili’nin yolunu tutarlar. Avrupa savaşların pençesinde kıvranırken Víctor ile Roser ülkelerinde bir türlü kavuşamadıkları huzur ve barışı şair Pablo Neruda’nın “uzun taçyaprağı” diye tanımladığı Şili’de bulurlar. Ta ki 1973’te Salvador Allende’yi deviren askerî darbeye kadar…