Orta Doğu'yu Bekleyen Olasılıklı Savaş!
Amerika'nın Ortadoğu'ya olan ilgisi aslında petrol ihtiyacına dayanıyordu. F
Ghadir Golkarian
[email protected]
İslam Devletinin kendisinin ilan ettiği hilafeliğin çökmesiyle birlikte, Ortadoğu'ya barışın gelmesini beklemek pek de gerçekçi görünmüyor. IŞİD (Deaş) terörist örgütünün çökmesinden sonra başka bir çatışma merkezinin ortaya çıkması olasıdır. ABD destekli Sünni Suudi Arabistan ve Rusya'nın desteğindeki Şii İran arasındaki bölgesel hegemonya mücadelesi asıl savaşlardan biridir.
IŞİD veya Deaş adıyla tanımlanmış olan illegal terörist örgüt, geçmiş günlerde Musul'dan silinip uzaklaştırıldı. Fakat bu grup hâlâ Suriye arazisinde hayatının son nefeslerini vermek üzeredir. Bu örgütün tamamen yok olup gitmesiyle birlikte artık Irak-Suriye İslam Devleti(IŞİD) yakında geçmişe ait olan bir hikâye gibi kalacaktır. Ama IŞİD yenilgisi ve onun kendi kendine ilan ettiği Irak-Suriye halifeliğininyok olması, Ortadoğu'ya barış getirmek veya Suriye trajedisine son vermek anlamına gelmemektedir. Daha ziyade, bölgenin kanlı ve kaotik tarihinde yeni bir sayfa açılma olasılığı yüksek görünmektedir.
Bugün Ortadoğu’da yaşanan olaylar, ister istemez insana 1. Dünya Savaşı dönemini ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü anımsatmaktadır. Eskiden beri Batılı güçler Orta Doğu'nun sıkıntıları karşısında kusursuz değildirler. Büyük Britanya ve Fransa'nın Osmanlı sonrası bölgelerini bölüştürdüğü Sykes-Picot Anlaşması, hâlâ Arap dünyasında öyle bir öfke uyandırıyor ki, 1916'da gizli olarak tasarlanan plan sanki dün düşünülmüş gibi görünüyor.Bölgedeki Çarlık Rusya’sının rolünü unutmamalıyız. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, ardılı olan Sovyetler Birliği ve Soğuk Savaş rakibi olan ABD,1990 yıllarından itibarensiyasi ve askeri müdahalelerinebaşlamıştır.
Eğer Ortadoğu’nun bugünkü sıkıntılarının ana kaynağını ABD olarak göstermiş olursak pek abartılı olmayacaktır. Yani, bölgenin herhangi bir semtinde gerçek bulmuş olan sorunlar ve krizler gerçekten de ABD’nin katkısıyla olmuştur.Amerika'nın Ortadoğu'ya olan ilgisi aslında petrol ihtiyacına dayanıyordu. Fakat Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte, ekonomik çıkarlar, Batı karşıtı duyguları bastırmak, Sovyet dostu hükümetlerin ortaya çıkmasını önlemek gibi stratejik mekanizmalar, ABD’nin bölgede bulunmasına ve birçok müdahalelere zemin hazırlamıştır. Amerika'nın bölgedeki belirleyici etkisini sürdürme çabası, İsrail'le olan yakın güvenlik ortaklığı ve son olarak Saddam Hüseyin'in Irak'taki iki Körfez Savaşı'nın iki büyük askeri müdahalesi ile takviye edilmiştir.
Amerika'nın Afganistan'daki katılımının da Orta Doğu için derin etkileri olmuştur. İşgalci Sovyetler Birliği'ne karşı cihat bayrağı altında başlatılan 1980'lerdeki ABD destekli isyan, iki yakın Amerikan müttefiki -Pakistan ve Suudi Arabistan- için stratejik tehdit haline dönüşmüştür. 11 Eylül 2001'de, El Kaide tarafından gönderilen 19 saldırganın 15'inin Suudi vatandaşı olduğu ortaya çıkmıştır. El-Kaide'nin bir takımını ABD ve Batı aleyhine kışkırtan ve destekleyen ise Pakistan idi ve bunların adınınTaliban olduğu unutulmamalıdır.
Ocak 1991'de Başkan George H. W. Bush tarafından başlatılan ilk Körfez Savaşı'nın başarısı 12 yıl sonra devam ederek bugüne kadar ulaşmış ve akabinde bölgesel felakete neden olmuştur. Ancak ikinci Bush veya oğul Başkan George W. Bush adıyla tanımlanan ABD cumhurbaşkanı tarafından yürütülen politika ciddi biçimde sıkıntı yaratmıştır. George H. W. Bush, Kuveyt'i özgürleştirmenin sınırlı amaçlarını sürdürmüş ve Irak'ta rejim değişikliği aramamış olsa da, oğlunun amaçları çok daha iddialı olmuştur. Oğul Bush’un fikri, Saddam Hüseyin'i devirip demokratik bir Irak'ı getirmekti; bu Irak, Orta Doğu'da kapsamlı değişikliğe neden olacak ve onu demokratik ve Batı yanlısı bir bölgeye dönüştürecekti. Daha genç Bush yönetiminde, imparatorluk idealizmi, sert iktidar ve hegemonya ideası gerçekçilik üzerine değil birçok açıdan hayalperestlik ürünü olarak kendini göstermiştir. Oğul Bush, Ortadoğu'yu bir bütün olarak sürekli istikrarsızlaştırmaya ve İran'ın nüfuzunu genişletecek bir konumda sınırlı tutmaya yardımcı olmuştur.
İslam Devleti'nin çökmesinden sonra Orta Doğu tarihinde bir sonraki senaryo, büyük olasılıkla,Sünni Suudi Arabistan ile Şii İran arasındaki bölgesel baskınlık ve hegemonya sürdürme çabasıyla kendini gösterecektir. Bu karşılıklı istem, elbette ki açık ve doğrudan çatışmalara sebep olup siyasal-askeri açıdan bir hayli parametrenin etkin olmasını sağlayacaktır. Şimdiye kadar, bu uzun soluklu çatışma, çoğunlukla vekiller tarafından örtülü olarak takip edilmiş ve örnekleri Suriye, Irak ve Yemen’de görülmüştür. Bölgede faaliyet gösteren iki küresel güç, birçok yönden rekabet edecek derecede alternatife ve olanaklara sahiptirler. Ayrıca, kendi politikalarının arka destekçileri ise, ABD ve Rusya’dır. Suudi Arabistan’ı destekleyen ABD, Donald Trump’ın Ortadoğu’ya seferiyle yeni bir aşamaya gelmiştir. Gerçi ABD, durumu kendi lehine çevirerek hem İran’ı kontrol altına alabilecek hem de silah tüccarlarının kasasını dolduracak gibi görünmektedir. Fakat bu arada Rusya ile İran arasındaki ittifak ve stratejik işbirliği bazı yönlerden tedirgin edicidir. Yani, Suudi Arabistan’a arkasındaki ABD, İran’aise arkasındaki Rusya cephe tutmaktadır ve bu da Ortadoğu’da savaş fitillerinin her an ateşlenebileceği anlamına gelmektedir.
Mevcut "teröre karşı savaş" giderek yerini hegemonik çatışmalara verecek gibidir. Katar'a tecrit uygulayan Suudi Arabistan ve dört Sünni müttefik, Katar'ın kısmen İran'la yakın ilişkilerinden dolayı onayaptırımlar uygulamaktadırlar. Fakat bölgenin en merkezi noktasında olan Katar ülkesi, devrilmeye kadar zorlanmışsa da sonunda Türkiye ve İran tarafından krizden kıl payı kurtulmuştur. Bu bağlamda bölgede ciddi bir savaşın gerçek bulması, akla yatkın gelebilir ama bunu bilmeliyiz ki, İran'la Arabistan arasında doğrudan askeri çatışmalar yaşanırsa, mutlakabüyük krizler doğuracaktır. Ancak, bölgede daha önceki Orta Doğu savaşlarının aynısı yaşanmayacak gibidir; büyük ölçüde,bölge alevlenirken bölge ötesi ülkeler arasında da çatışmalar yaşanması olasıdır. Bunu unutmayalım ki, Suriye'deki yangınlar hâlâ yanmaya devam etmektedir ve Irak, mezhepsel olarak iktidar mücadelesiyle zayıflarken, ISIS ya da bir sonraki halef niteliğinin aktif kalması muhtemeldir.
Bir başka istikrarı bozan unsur ise "Kürt Sorunu"dur ve bugün IŞİD olayından sonra Irak’taki Kürdistan bölgesi, kendi bağımsızlığını istiyorsa buradan Ortadoğu’nun kargaşalara doğru gideceği anlamı çıkarılabilir. Özerk Kürdistan bölgesi referandumdan sonra Bağımsız Kürdistan devleti olarak ortaya çıkarsa, bu durum, 2. İsrail’in kurulması anlamına gelmektedir ve ABD bundan yana olacaktır. Buna tabii ki ne Türkiye ne de İran ve hatta Irak müsaade edecektir. Güçleri yetmeyecekse de tekrardan niyabeti savaş(vekâlet savaşı) yeniden ortaya çıkıverecektir. Kürtler -devletsiz bir halk- ISIS'e karşı güvenilir savaşçılar olarak görülmüşlerdir. Kürtler, özerkliğe doğru ilerleyebilmek için siyasi ve askeri güçlerini kullanmak istemektedirler, hatta bağımsızlılarını ilan etmek vekamuoyu tarafından destekbulmak istemektedirler. Irak’taki Kürdistan bağımsız olursa, şuanda başta Türkiye olmak üzere Suriye, Irak ve İran iç savaşlara sürüklenecektir ve adı geçen ülkelerde Kürt özgürlüğü hareketleri artacaktır. Dolayısıyla aynı ülkeler başka etniklerle oluştuğu için daha fazla sorunlara gebe olacaklardır. Bugün adı geçen ülkelerde ve özellikle iki rakip ülke olan İran ve Suudi Arabistan’da, mezhepsel ve ulusal etnik gruplar, iki ülke arasındaki casus ve işbirlikçi potansiyeli haline gelmişlerdir.İran ile Suudi Arabistan arasındaki hegemonik çatışmanın tırmanışı göz önüne alındığında, bölgede politik-güvenlik alanında barışı aramak akla pek yakın gelmiyor. ABD, Irak'taki felâketinden sonra artık kara savaşında başarılı olmayacağını anlamıştır. Ama henüz Ortadoğu’da üstünlüğünü bırakmak peşinde değildir ve gerek kendisi gerekse müttefikleri aracılığıyla hegemonyasını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu da Ortadoğu bölgesinde barışın sağlanmaması anlamına gelmektedir.
Başkan Barack Obama, bölgedeki ABD güçlerinin hem siyasi hem de askeri açıdan zorlandığını anlayarak onları Ortadoğu ülkelerinden çekmeye çalışmıştır. Fakatbu yaklaşım ortaya çıkmış bir boşluğun gerçekliğini ortaya koymaktadır. Rusya, süratle bırakılan boşluğu doldurarak bugünkü konumuna varmıştır ve git gide Ortadoğu’da gücünü artırmaktadır. Yanına İran ve Türkiye’yi alarak sınırlarını AB’nin doğu sınırının hizasına getirerek şuanda Akdeniz’de önemli rol oynamaktadır. Gerçi Donald Trumpda bölgedeki güçlerinin çekilmesi sözünücumhurbaşkanlığı kampanyalarında sürdürmüştür ancak seçimden sonra Suriye'ye gemi roket füzeleri göndermiştir. Suudi Arabistan ve müttefiklerine yönelik daha kapsamlı taahhütlerde bulunmuş ve Amerika'nın İran’a karşı Fars Körfezi’nde müttefiklerini desteklediğini, net ve abartılı bir cephe oluşturmaya çalıştığını göstermiştir. Bütün bu eğilimleri ve faktörleri puzzle’ın parçaları gibi yan yana koyduğumuzda, Ortadoğu’da barışın sağlanacağını beklemek pek inandırıcı gelmiyor. Aksine, bölge sanki yeni olaylara gebe kalacak gibidir.