1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Orta Sınıfa Kimi Koysak?*
Orta Sınıfa Kimi Koysak?*

Orta Sınıfa Kimi Koysak?*

Orta Sınıfa Kimi Koysak?*

A+A-


Cenk Saraçoğlu
[email protected]

22 Mayıs’ta Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü tarafından, “Aşağısı Yukarısı Arasında Orta Sınıflar” başlığı altında düzenlenen çalıştay, orta sınıf kavramı üzerine tartışmaların Türkiye’de Haziran/Gezi Direnişi vesilesiyle yoğunlaştığı bir döneme denk düşüyor. (Bu yazının henüz çalıştay gerçekleşmeden önce kaleme alındığını belirtelim). Çalıştayın çağrı metninde sıralanan bir dizi önemli sorunun ilki şu idi: Bir kavram olarak “orta sınıf” ya da “yeni orta sınıflar” Türkiye’de yaşanan değişimleri anlamak ve değerlendirmek için ne derece geçerli bir kategoridir?

İşçi sınıfı kategorisinin analitik işlevleri ile orta sınıf kavramı arasındaki bir karşılaştırma, ikincisini yerli yerine oturtmak ve onun kullanımıyla ilgili bazı yöntemsel meseleleri tartışmak açısından elverişli bir başlangıç noktası olabilir. İşçi sınıfı kavramının Marksist çerçevede şu sorulara bir yanıt verme çabası içerisinde anlam kazandığı görülür: Kapitalizm bir üretim tarzı olarak nasıl işlemektedir? Onun tarihsel olarak özgül özellikleri nedir? Kapitalizmin gelecekte olası yönelimleri ne olabilir ve kapitalizm nasıl aşılabilir?

Marx’ın genel olarak sınıf anlayışı ve özel olarak da işçi sınıfı ya da proletarya kavramı, içinde yaşadığı çağın temel dinamiği olan kapitalizmin gelişim sürecini anlama çabası içerisinden çıktı. Bu haliyle klasik Marksizmde işçi sınıfı belirli bir toplumdaki toplumsal eşitsizliklerin nasıl yapılandığını, toplumsal tabakalaşmanın nasıl bir biçim aldığını, bu tabakalaşma içerisindeki konumların veya katmanların nasıl belirleneceğine dair bir sorunun cevabı olarak tasarlanmadı. Marx temel olarak kapitalizmdeki üretim ilişkilerinin içerisinde yapısal bir konum ve aynı zamanda çağın devrimci siyasi öznesi olarak işçi sınıfı kavramını kullandı. Onu kendinden menkul bir bireyler toplamı ya da tek tek bireylerin yerleştirilebileceği bir kategori olarak görmek yerine, yine aynı mesele (kapitalizmin özgüllüğü) ile bağlantılı bir şekilde benimsenmiş burjuvazi kavramıyla ilişki ve karşıtlık içinde tanımladı.

İşçi sınıfından, devrimci özne ve siyasal bir dinamik olarak bahsederken de yine bireylerin ya da katmanların bir toplamı olarak değil sınıf mücadeleleri (ve böylelikle de siyasal ve ideolojik süreçler) içerisinde bir dönüştürücü potansiyel ve görünürlük kazanan bir taraf olarak tasavvur etti. Bu bakımdan işçi sınıfının çok parçalı bir görüntü verdiği özellikle günümüz kapitalizminde çokça gündeme gelen “acaba şu grup ya da birey işçi sınıfına dahil mi” gibi bir sorunun bahsedilen çerçeve içerisinde (yani kapitalizmin nasıl işlediği ve nasıl dönüştürülebileceği bağlamında) bir anlam içermedikçe yersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden işçi sınıfı tek başına ampirik bir araştırmanın konusu olmaktan ziyade içerisinde belirli bir teorik pozisyonun ve tarihsel yaklaşımın gömülü olduğu, kapitalizme yönelik bir çözümlemenin içsel bir öğesi olarak görülmeli.

Anaakım sosyolojideki kullanım biçimleriyle “orta sınıf” ise bundan farklı olarak beraberinde bir toplumsal teori ve tarihsel yaklaşımı taşıyan bir kavram değil. Zira bu kavram kapitalizmin tarihsel olarak özgül özelliklerini ortaya koymaya yönelik bir analitik araç olarak değil, daha çok zenginlik ve güç kaynaklarının bölüşüm ve dağılımına, tabakalaşmanın nasıl yapılandırıldığına dair ampirik soruşturmaların içinden çıkmıştır. (Burada kavramı bir kapitalizm çözümlemesi içerisine yerleştiren Nicos Poulantzas ve Erik Olin Wright gibi Marksistleri anaakım sosyolojiden ayrı bir yere koymak gerekir). Mesele üretim tarzı ve üretim ilişkilerinin yapısı değil üretim sonrası kaynak ve gücün nasıl dağıldığının profilini ortaya çıkarmak olduğunda orta sınıf kapsamı ve anlamı, zaman ve mekana bağımlı bir kategori haline gelir. Zira modern toplumlardaki kaynak ve güç dağılımı kapitalizmin dinamik yapısı ve eşitsiz gelişimi dolayısıyla hem zamana hem de mekana göre çok zengin farklılıklar sergileyebilir. Bu durum orta sınıf kavramının kapitalizmin (ve sosyolojinin) gelişim süreci içerisinde birbirinden çok farklı ve hatta birbirini dışlayan tabaka ve katmanlara tekabül edecek şekilde kullanılmasına yol açtı. Bu, kavramın açıklayıcı gücünü azaltmaktan da öte belirli bir noktadan sonra analizi tıkayan bir sorun alanı haline gelmesine ve hatta Amerikan sosyolojisinde sıklıkla görüldüğü gibi işçi sınıfının yerine ikame edilerek ideolojik bir işlev kazanmasına neden oldu.

Aynı sorun, orta sınıf kavramının özellikle son yıllarda zihinsel emek süreçlerinde ortaya çıkan çeşitlenmenin doğurduğu yeni iş tanımlarını ve meslekleri adlandırmak üzere keyfi bir şekilde kullanılmasıyla yeni bir boyut daha kazandı. Bu durum bir yandan zaten sorunlarla malul olan orta sınıf kavramını daha da içinden çıkılmaz bir hale sokarken, bir yandan da bu kavramın muğlaklığı ile ele alınan kapitalizmin son dönemindeki emek süreçlerini deyim yerindeyse iyice gizemlileştirdi.

Peki bu durumda orta sınıf kavramını siyasal ve toplumsal analizden hepten dışlamalı mıyız?

Orta sınıf kavramının Marksizme tamamen dışsal Marksist bir çözümleme içerisinde yer almayacak bir kavram olduğu yukarıda dile getirilenlere rağmen mutlak anlamda söylenemez. Orta sınıf kavramı Marksist bir çözümlemede iki şekilde işler kılınabilir. Birincisi eğer orta sınıf kavramı üretim ilişkilerini merkeze alan bir çözümlemeye bağlı olarak ortaya çıkıyor ve kapitalist kategorisi ve işçi sınıfı kategorisi ile ilişkili bir biçimde üretilen bir kavram ise orta sınıf kavramı Marksist çözümlemenin içerisinde yöntemsel bir uyumsuzluk yaratmaksızın işlevlendirilebilir.  Bunun bir örneğini Poulantzas'dan etkilenen Eric Olin Wright vermiştir. Wright, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında yeni orta sınıfı temel sınıflarla ilişkisi içerisinde, çelişkili bir pozisyona sahip, hem işçi sınıfı gibi kapitalist ile ücret ilişkisi içinde hem de işçi sınıfı üzerinde denetim ve gözetim yetkisi olan yöneticiler olarak tarif etmiştir. Burada yeni orta sınıf kavramı kapitalist üretim tarzının çözümlemesinden, kapitalist üretim tarzının genellik düzeyindeki bir çözümlemesinden gelir.

Orta sınıf kavramının Marksist bir analiz içerisinde ikinci tarzda kullanımı ise şu olabilir: Orta sınıfı, belirli bir ülkedeki ya da toplumsal formasyondaki kapitalizmin güncel yapısı çözümlenirken o toplumsal formasyona mahsus kimi eşitsizlik ilişkilerine dair bazı soruları yanıtlamak maksadıyla işler kılmak. Orta sınıf kavramı, dünya-tarihsel bir kapitalizm analizinin parçası olarak değil, belirli bir toplumsal formasyona dair sorduğumuz soru eğer kimi eşitsizlik örüntülerini kavramlaştırmayı gerektiriyorsa bu ihtiyaca binaen kullanıldığında açıklayıcı bir güce sahip olabilir. Örneğin işçi sınıfı içerisindeki kimi daha varlıklı bölmeler belirli yer ve zamana bağlı belirli örüntü ve eğilimlere sahip olabilirler. Burada orta sınıf kavramı işçi sınıfının içerisindeki bu bölmeye gönderme yapmak için kullanılabilir.  Ama bunu yaparken, son derece dikkatli olmak ve bunların evrensel değişmez kategoriler olmadıklarını, yer ve zamana bağlı olarak içeriklendirilebileceklerini unutmamak gerekir. Yani bir araştırmacı bu yazıda bahsedilen yöntemsel açmazlarla karşılaşmamak için orta sınıfı, işçi sınıfı ve kapitalist gibi kavramlarla aynı soyutlama düzeyine ait olmadığının ve daha çok operasyonel amaçlarla devreye sokulduğunun bilincinde olmalıdır.

Tüm bu çerçeveye dayanarak örneğin akademisyenlerin ya da entelektüellerin orta sınıfa dahil olup olmadığı muammasının tek başına bir anlam ifade etmediğini söylemek gerekir. Böyle bir soru ancak akademisyenleri sınıf ilişkileri içerisinde bir konuma yerleştirme ihtiyacını gerekli kılan başka bir sorunsalın varlığında anlam kazanabilir. Örneğin sorunsalımız kapitalizmin nasıl işlediği ve nasıl bir özgül üretim tarzı olduğunun açıklığa kavuşturulması ise çoğunlukla ücretli emek sürecinin içerisinde yer alan ve kapitalizmin sermaye birikim sürecindeki değişimlerden  diğer emekçilerle benzer biçimlerde etkilenen akademisyenler genişletilmiş bir işçi sınıfının bir parçası olarak görülebilirler. Öte yandan, akademisyenler kapitalizm bir ülkede ve bir dönemde aldığı özgül biçimde, yani bir toplumsal formasyonda ideolojik mücadele alanı içerisinde yer almaları bakımından onun yeniden üretimi veya aşılması için diğer toplumsal gruplar karşısında ayrıca değerlendirilmeyi hak eden özgün bir fonksiyon icra ediyorlarsa onları nitelendirmek için başka "kategoriler" devreye sokulabilir. Böyle bir ihtiyacın varlığında bu grubu nitelendirmek için neye göndermede bulunduğu daha belirsiz ve akademisyenlerin özgül konumunu yansıtmayacak derecede gevşek bir şekilde kullanılan  orta sınıf kavramından çok tek başına bu özgüllüğü yansıtan "entelektüeller" gibi kategorilere başvurmak daha fazla iş görebilir.   

 

*Yazının daha önce başka bir versiyonu sol.org.tr’de yayınlanmıştır.

Bu haber toplam 1907 defa okunmuştur
Gaile 379. Sayısı

Gaile 379. Sayısı