Ortaçağ boyunca Kıbrıs için adanmışlıkla çalışan prenses ve kraliçelerin aydınlattığı tarihe yolculuk
"Orta Çağ'da Kıbrıs'ın Kadınları- Kıbrıs'ın Kadın Kahramanları Sergisi” dolayısıyla ressam Semra Bayhanlı Naci Talat Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Dr.Sıla Usar, araştırmacı-yazar Dr.Okan Dağlı ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
MURAT OBENLER
Lefkoşa’dan sonra Gazimağusa’da da açılan “Orta Çağ'da Kıbrıs'ın Kadınları- Kıbrıs'ın Kadın Kahramanları Sergisi” dolayısıyla ressam Semra Bayhanlı Naci Talat Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Dr.Sıla Usar, araştırmacı-yazar Dr.Okan Dağlı ile sergi mekanı Martinengo Burcu’nda, sanat, tarih, mimari, kültürel miras ve Kent Müzesi ekseninde keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Semra Bayhanlı: Kıbrıs kadını boyunduruk altına girmeyen bir karaktere sahiptir. Yaşadığımız erkek egemen dünyada Kıbrıs kadını erkeğin gerisinde değil, ya önünde ya da yanında yer alır. Kıbrıs kadını mücadelecidir, fedakardır, emeğini acımaz, güçlüdür ve boyun eğmez. Sergideki kadınların da bu özellikleri taşıdıklarına ve bizlerin karakterimizin oluşmasında öncü olduklarına inanıyorum.
“Ülkeye dair bir eseri ancak o ülkede doğmuş, yaşamış, alın teri dökmüş, anıları olan bir sanatçı en iyi şekilde yansıtabilir. Her bir resmin yaratım sürecinde farklı ifadelerle, duygularla çalıştım”
Sergideki güçlü kadınları başka bir güçlü Akdeniz kadını olarak nasıl çalıştınız? Muhakkak ortak özellikler sizi birbirinize yakınlaştırmıştır. Zorlandığınız noktalar oldu mu?
Bayhanlı: Her bir resmin ve karakterin yaratım sürecinde farklı ifadelerle, duygularla çalıştım. Örneğin Kraliçe Katerina Kornaro güçlü bir kadın olması yanı sıra eşini, çocuğunu kaybetmiş acılı bir kadın. Yaşadığı acıyı yüzüne yansıtmaya çalıştım. Onu canlandırırken çok hüzünlendim hatta ağladım. Arnalda’ya baktığımızda güçlü Kıbrıs kadınını çok iyi simgeleyen bir karakter. İçinde başkaldırı ve isyan var. Esir olmaktansa ölümü seçebilecek kadar cesur bir kadın. Alice’in papalığa meydan okuması ile gurur duydum. Hissetmeden, duyguları yaşamadan resimde başarılı olamazsınız.
Kendi sanatçısına değer veren bir toplum değiliz. Bu konuyu ben çok eleştiriyorum. Yurtdışından ressam, heykeltıraş getirilebilir ama bu toprakların kültürüyle yoğrulmadığı için sanatçının o ülkeyi hissetmesi zordur. Ülkeye dair bir eseri ancak o ülkede doğmuş, yaşamış, alın teri dökmüş, anıları olan bir sanatçı en iyi şekilde yansıtabilir. Kendi toplumumuzun değerini bilmiyoruz.
“Kadının yeri tarihte boştur ama ben buna inanmıyordum. Tek bir ülke yöneticisi dahi bu ülkeye bir sanat müzesi kazandırma niyetinde değildir. Utanılacak bir durum ”
Herkes için bu serginin anlamı farklılık gösterebilir. Sizin için bir ressam ve yurttaş olarak ne anlam ifade ediyor?
Bayhanlı: Tarih derslerini hiç sevmezdim, sorgulayan bir öğrenciydim. Tarihi de sorgulardım. Neden hep kahramanlar erkekti? Neden kadın sadece metres, hizmetçi, kız evlat olarak anılıyordu? Kadının yeri tarihte boştu ama ben buna inanmıyordum. Ahmet Hilmi bana sergimize özne olan Kıbrıslı kadınların yaşamlarını anlattığında çok duygulandım, gurur duydum, olağanüstü etkilendim ve onları resmetmeyi görev bildim. Sanat için ülkemizde yapılması gereken daha çok iş var. Avrupa’da ünlü ressamların tablolarının olduğu birçok büyük müze ile karşılaşırsınız. Bizde durum utanılacak bir noktadadır. Yıl 2024 ve hala çağdaş bir sanat müzemiz yok. Kendimizi okumuş sayıyoruz ama ülkemize bir sanat müzesi kazandırma çalışmasının olmamasından ben bir sanatçı olarak utanç duyuyorum. Belli ki yetkililer utanmıyor. Ben bu sergi için klasik resimler yaptım ve genç ressamların da devamını getirmesini istiyorum.
“Bu projede kraliçeleri resmettim. Bundan sonraki çalışmamız Ortaçağda Kıbrıs’ta günlük yaşama odaklanacak’’
Güçlü kadın hikayelerinin daha derin bir mevzu olduğunu düşünüyorum. Çok iyi bir başlangıç oldu. Projenin devamı olacak mı?
Bayhanlı: Ahmet Hilmi ile başka bir projemiz vardır. Bu projede kraliçeleri resmettim. Şimdi artık halka, Ortaçağda Kıbrıs’ta günlük yaşama odaklanacağız. Ben Osmanlı dönemini de çalışmak isterim.
“Bir sergiden çok fazlası olduğu her geçen gün daha fazla anlaşılıyor”
Kıbrıs’ın Kraliçeleri’nin sanatseverlerle buluşma yolculuğu Lefkoşa’dan başladı ve şimdi Mağusa’dayız. Mağusa’ya geliş hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?…
Sıla Usar: sevgili babam Naci Talat bu ülkenin tarihine, doğasına, kültürüne, insanına tutkuyla bağlı bir insandı ve geleceğini inşa etmek için de kısa yaşamında çok büyük çabalar sarf etti. Bu bağlamda Orta Çağ’da Kıbrıs’ın Kadınları Sergisi, Naci Talat Vakfı olarak büyük bir heyecan duyduğumuz bir proje oldu. Semra Bayhanlı’nın resimleri üst düzey sanat eserleri olmaları yanında, Ahmet Hilmi’nin anlatımı ülkemizin tarihine parlak bir ışık tuttu. Bir sergiden çok fazlası olduğunu da her geçen gün daha fazla anlıyoruz.
“Lefkoşa’daki sergimizi 5 binin üzerinde insan ziyaret etti. Mağusa bir Ortaçağ kale kenti. Mağusa Belediyesi’nin daveti ile sergimiz Mağusalı sanatseverlerle buluştu”
Lefkoşa’da karakteristik özellikleri olan Vakıf binasından sonra Mağusa’da yine çok özel bir mekan sergiyi açtınız. Bu açıdan da bir paralellik gözlemliyorum.
Usar: Mart ayında Osmanlı mimarisinin zarif bir örneği olan binamızda, Naci Talat Barış ve Dostluk Evi’nde sergimizin açılışını yapmıştık. İnsan-mekan ilişkisini önemli ve etkileyiciliği buluyorum. Vakıf binasını renove ederken mimar akademisyen dostum Uğur Ulaş Dağlı bana “Bir binayı kurtarmak bir yaşamı kurtarmaktır” demişti. Binamızda birçok kültür, sanat, sosyal faaliyete ev sahipliği yapıyoruz. Vakıf olarak bilginin paylaşılması, çoğaltılması ve düşüncenin gelişmesi ve eyleme geçilmesi misyonuyla hareket ediyoruz. Bu bağlamda fazlasıyla etkileyici, ilham verici ve aydınlatıcı olan Orta Çağ’da Kıbrıs’ın Kadınları sergisini büyük bir heyecanla karşıladık. Vakıf Mütevelli Heyeti olarak Ortaçağ araştırmacısı Ahmet Hilmi , ressam Semra Bayhanlı ile birlikte çalışmaktan onur ve mutluluk duyduk. Lefkoşa’daki sergimizi 5 bin’in üzerinde insan ziyaret etti. Ülkemiz ölçeğinde oldukça yüksek bir ziyaretçi sayısına ulaşmak bizi daha da heveslendirdi. Mağusa Belediye Başkanı Dr.Süleyman Uluçay’ın daveti üzerine sergimizi Martinengo Burcu’na taşıdık. Kendisi bu serginin Mağusa’da da açılmasını çok önemsedi ve serginin Mağusalı sanatseverlerle buluşması adına belediye olarak büyük bir çaba ve emek ortaya koydu. Mağusa da bir ortaçağ kale kenti. Kültür-Sanat Şube Amiri Onursal Akdeniz ile yaptığımız yer araştırması sonucunda Martinengo Burcu-Çifte Mazgallar’ın “Orta Çağda Kıbrıs’ın Kadınları Sergisi” için en uygun yer olduğuna karar verdik ve burada sergiyi açtık.
“Yakın tarihimizi çok iyi bilmiyoruz ancak uzak tarihimizi de hiç bilmediğimiz ortaya çıktı. Kıbrıs’ın güçlü bir ülke olduğunu hatırlatması açısından bu sergiyi çok önemsedik”
Sergiyi gezerken ve hikayeleri dinlerken Kıbrıs’ın gizli kalmış tarihine hayran kaldım.
Usar: Biz yakın tarihimizi çok iyi bilmiyoruz, uzak tarihimizi ise neredeyse hiç bilmiyoruz. Kıbrıs’ın, Avrupa ve Orta Doğu tarihinde siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çok önemli bir yeri vardır. İçinde bulunduğumuz koşullarda ülkemiz zor günler geçiriyor. Sergi bize Kıbrıs’ın güçlü bir ülke olduğunu hatırlatması açısından çok önemli.
“Sergi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin elle tutulur gözle görülür halidir”
Kadınların yazılmamış tarihinin su yüzüne çıkarılması açısından altın değerinde bir proje. Kadın-erkek eşitliği mücadelesi için de bir hazine değerinde.
Usar: Kadınların tarihi 21.yüzyılda yazılmış değildir. Sergimiz bu açıdan da önemli katkılar sağlıyor. 7 kadın kahramanın yaşadıkları dönemlerde Kıbrıs’ın yaşamına vurdukları damgayı hatırlatmak çok değerli. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin elle tutulur gözle görülür halidir bu sergi. Kadınların da ülkeleri yönetebildiği, ülkelerin kaderlerini değiştirebildiği, sahip oldukları güçleri hatırlamak ve hatırlatmak anlamında bu serginin içeriği bizler için çok önemlidir.
Tarih kralların, padişahların, papaların erkekler tarafından yazdığı bir tarihtir. Tarihin kadın tarafı da vardır ve bu proje Semra’nın resimleriyle ve Ahmet Hilmi’nin anlatısıyla bizlerle buluştu. Biz bu projenin başka benzer çalışmalara ilham olmasını, gençlerin yapacağı yeni projelerle gelecek nesillere bir miras olarak kalmasını istiyoruz.
“Kıbrıs’ı neden bu kadar tutkuyla sevdiğimi bir kere daha anladım. Her bir kadının başarılarıyla gurur duydum ve trajedisiyle üzüldüm ama her ikisini de kucakladım”
Siz Ahmet Hilmi ile birlikte sergiyi misafirlere de bire bir anlatan kişisiniz. Sizi sergide en çok şaşırtan, hayret ettiren nokta(lar) neler olmuştur?
Usar: Kıbrıs’ı neden bu kadar tutkuyla sevdiğimi bir kere daha anladım. Bu ülke birçok açıdan hazineler barındırıyor. Bu sergi o hazineleri bulmamızda bize yardımcı oldu. Hikayelerden tutun da Semra’nın resimlerine, insanların ilgisinden yabancı turistlerin meraklı sorularına kadar her şey beni çok etkiledi. Her bir kadının başarılarıyla gurur duydum her birinin trajedisiyle üzüldüm ama hepsini de kucakladım . Çünkü bu yaşananlar benim ülkem. Bundan sonraki hayatıma da bu gerçekler ışığında devam edeceğim.
Hangi karaktere kendinizi en yakın hissettiğinizi sormak isterim.
Usar: Ben Kıbrıs Prensesi Anna’yı (Anna of Cyprus) çok güçlü buldum. Başka bir ülkeye giden ve oralarda kendi ülkesinin kültürünü yaşatan, kendi neslinin devamını sağlayan (doğurduğu 19 çocukla Avrupa’nın Anası olarak kabul edilir),Kıbrıs’tan prenses olarak çıkarak İtalya’yı yöneten, böylece Avrupa’nın siyasi yaşamına damgasını vurmuş bir ‘Kıbrıs Prensesi’.
Usar: “Kıbrıs için adanmışlıkla çalışmış kadınlardır. Bizler de bu ülkeyi dünyanın en güzel yeri olarak görüyor ve bu ülke için çalışıyoruz”
Kıbrıs’ın Orta Çağ’daki kadınlarından karşımda oturan bugünün çağdaş Kıbrıs kadınına uzanan süreçte Kıbrıs kadınının karakteristik özellikleri nelerdir?
Usar: Bu kadınlar bu adayı “Kıbrıs’ın tatlı toprağı” olarak niteleyip çok sevdiler, yaşamlarını bu ülkeye adadılar ve birçoğu burada hayatını kaybetti, buraya gömüldü. Kıbrıs için adanmışlıkla çalışmış kadınlardır. Bizler de bu ülkeyi dünyanın en güzel yeri olarak görüyoruz ve ülkemiz için çalışıyoruz. Şampanyalı Alice’nin mühürü bu sergideki en önemli şeylerden birisidir. O orijinal mühürün üstünde “Lefkoşa Medeniyeti” yazar. Bu Kıbrıslılık bilinci, Kıbrıs medeniyeti derin ve etkileyici bir şeydir.
Okan Dağlı: Bizansı, Lüzinyanı, Venediği, Osmanlısı, İngilizi, Türkü ve Rumu ile hepsi bizimdir, hepsi bu adada doğdu, genetiği birbirine geçti ve Kıbrıslılık doğdu. Bu ulusötesi bir şeydir ve sahip çıkmalıyız. Biz bu medeniyetin tümünü kucaklıyoruz.
“Son 10 yılda Mağusa önemli bir bilinçlenme süreci yaşadı. Şehirdeki tarihi eserler teker teker elden geçmeye başladı”
Mağusa’da bir devinim, dönüşüm gözlemliyorum. Mağusa İnisiyatifi, çalışmaları aralıksız devam eden Mağusa Kent Müzesi heyecanı, Surların restorasyonu, MAKEMÜD’ün hummalı çalışmaları, Mağusa Belediyesi’nin ilgisi ile birlikte bir Ortaçağ kale kenti olan Mağusa’daki olumlu hareketlilik gözlerden kaçmıyor. Bu sergi tüm bu hareketlilik içinde nereye oturuyor?
Okan Dağlı: Uzun bir süredir Mağusa’da ve Mağusalılar’da bir ortaçağ kentinde yaşadıklarıyla ilgili farkındalık gelişmeye başladı. Özellikle UNDP-AB işbirliğinde restorasyonlar başladığında yapıların harap hallerinden çağdaş bir görüntüye kavuşması ve gerçek bir şekilde ayağa kalkma süreci yaşandığında bu farkındalık oluşmaya başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi olmasıyla Mağusalılar da yurtdışına daha sık gitmeye başladılar ve gittikleri Avrupa’daki ortaçağ şehirlerindeki yapıların benzerlerinin kendi şehirlerinde -ama harap bir halde- de olduğunu fark ettiler. Buraları teker teker elden geçmeye başladı. Kültürel Miras Teknik Komitesi Eş başkanı Takis Hacıdimitriu’nun cesurca girişimi ile dini yerlerin restorasyonu ile sınırlandırılan çalışma kapsamı kültürel alanlara da genişletildi ve Mağusa’da Othello Kalesi ile başladılar. 2017’de de Martinengo Burcu restorasyonu yapıldı. O günden bugüne birçok burç, sur duvarı, tabya kurtarıldı. Mağusa bu bilinçlenme sürecinde çok güzel bir yol alırken bu serginin de Martinengo Burcu’nda açılması bu ivmeyi arttıracaktır. Gelen birçok Mağusalı bile “Biz de buraya ilk kez geldik” gibi şaşkınlıklarını gizleyemediler.
“Venedikliler 1500’li yıllarda buraları Osmanlı’ya karşı geliştirdi ve Martinengo için 1 milyon taş kullanarak yapıldı”
Mağusa Kalesi’nin birçok medeniyete de ev sahipliği yapan hikayesini sizden dinlemeyi arzu ederim…
Dağlı: Gerçekten muhteşem bir yapının içindeyiz. Mağusa Surları, Lüzinyanlar döneminde yapıldı. Daha sonra ateşli silahların gelişmesi ile birlikte daha sağlam bir savunma için Venedikliler 1500’li yıllarda buraları Osmanlı’ya karşı geliştirdi ve Martinengo için 1 milyon taş kullanarak yapıldı. Osmanlı bu taraftan hiç saldırı düzenlemedi. 1974’de de bu surlar sığınak olarak kullanıldı. 2017’deki çalışma ile de buraları bir kez daha elden geçerek gelecek kuşaklara miras olarak bırakılıyor.
“Katerina Kornaro bu sergi ile evine geri döndü çünkü kendisi Mağusalı’dır . Bence bu sergi bu yılın olayıydı”
Katerina Kornaro, Mağusalı bir kraliçeydi. Onun evine dönüşü de diyebilir miyiz?
Evet.Katerina Kornaro bu sergi ile evine geri döndü çünkü kendisi Mağusalı’dır. Venedikten Mağusa’ya gelin gelir ve evleri Mağusa’da hala duruyor. Mağuslılar açılışa da yoğun katılım gösterdiler. Ben bu sergiden çok şeyler öğrendim. Buradaki sergi sanki de kraliçelerin yaşadıkları mekanlarla daha bir özdeşleştikleri bir durum ortaya çıkardı. Bence bu sergi bu yılın olayıydı. Emeği geçen Ahmet Hilmi, ressam Semra Bayhanlı ve Naci Talat Vakfı’nı çok tebrik ediyorum.
“Tüm Mağusalılar bu Ortaçağ kale kentinin doğal muhafızlarıdır ve kentlerine sahip çıkıyorlar. Hepsine teşekkür ederim”
Sergi sonrası tüm konsantrasyon Mağusa Kent Müzesi’ne dönecek herhalde…
Usar: Mağusa Kenti 20 yıl önce EUROPA NOSTRA(Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu) üye olmuştu. Oktay Kayalp ve Galanos bir metin imzalamışlardı. UNESCO da Mağusa Surları’nı restore edilmesi gereken eserler listesine almıştı. Yani kültürel mirasın öneminin farkında olan yöneticilerin farkı da ortaya çıkıyor. Serginin açılışında “Mağusalılar kentlerini o kadar çok seviyorlar ki günümüzde yaşayan tüm Mağusalılar bu Ortaçağ kale kentinin doğal muhafızlarıdır ve kentlerine sahip çıkıyorlar. Bu açıdan önemli çalışmalara imza atan, kendini Mağusa’ya adayan Okan Dağlı gibi kişilerin varlığı çok önemli. Belediyenin vizyonu ve ilgisi çok önemli, MAKEMÜD’ün çalışmaları çok çok değerli. Hepsine şehirlerine sahip çıktıkları için teşekkür etmek isterim.”
“AB fonları olmasaydı bizim Eski Eserler bütçesi veya genel bütçeden ayrılan kaynaklarla tek bir taşı yerine koymamız mümkün olmayacaktı”
Yani Mağusa kenti ve surları dünyada uluslararası en üst lige çıkarılmış ve sonrasında vizyonsuzluktan tekrar alt lige düşmüştür.
Dağlı: Dünya Kültürel Miras listesine giremiyoruz çünkü Kıbrıs’taki meşru devletin sizi önermesi gerekiyor. Oraya giremediği için de birçok uluslararası fondan mahrum kalıyor. AB ve UNDP fonlarından son 10 yıl içerisinde Mağusa’ya 6 Milyon Euro’dan fazla para aktarıldı. AB fonları olmasaydı bizim Eski Eserler bütçesi veya genel bütçeden ayrılan kaynaklarla tek bir taşı yerine koymamız mümkün olmayacaktı.
Herhalde taşları satışa çıkarırlardı geliri de genel bütçeye aktarırlardı.
Dağlı: Mağusa’nın taşları Port Said Limanı ve Süveyş Kanalı yapılırken satıldı zaten. Kıbrıs’ın efsane Eski Eserler Müdürü T.Mogapgap bir yasa çıkararak bu satışları durdurdu. O taşları biz en son Canbolat Burcu’nun restorasyonunda kullanmıştık.
“Çok önemli üç nokta elden geçti. Ülkemizdeki yer altında bulunan tarihi yapılarımıza da sahip çıkmıyoruz, inanç ve vizyon yok”
Mağusa şehri restorasyon süreci içinde ne noktadadır? Ne kadar yapıldı ne kadar daha ihtiyaç var?
Dağlı: Çok önemli üç nokta elden geçti. Shakespeare’nin ünlü Othello oyununun yazıldığı/geçtiği mekan olarak bilinen Othello Kalesi, Martinengo Burcu ve Akkule (Ravelin Burcu). Mağusa kalesi kayanın üzerine yapıldığı için Osmanlı’nın tüneller kazarak alttan patlatmalarda sbüyük zarar gören Ravelin’de büyük bir mühendislik örneği çalışma yapılarak ciddi bir sağlamlaştırma gerçekleştirildi. Ayrıca Canbolat Burcu (Arsenal) da elden geçti, o kapıdan Othello’ya kadar tüm duvar elden geçti. Yine dini mekanlar (Karmelitler ,Ermeniler, Yakoben,Maronitler’in kiliseleri) da elden geçti. Şimdi sırada en çok yıpranan deniz tarafına bakan Karpaz Tabya (Diamente Burcu) var. Projesi bitti, ihalesine çıkılma sürecindeyiz. Bu projede yeni kesilecek Mağusa taşları kullanılacak. Bizler ülkemizdeki yeraltında bulunan tarihi yapılarımıza da sahip çıkmıyoruz, inanç yok, vizyon yok hatta olan Arkeoloji bölümlerini de kapatıyoruz. Oysa Salamis Arkeolojik Alanı oradadır ve yüzde 80-85’i hala daha yerin altındadır.
“Belediyenin Surlariçi için ayırdığı ekip 50 yıldır yere düşüp yerine konmayan taşları kaldırıp koyama başladılar”
Başka ülkelerde şehirlerin kültürel/tarihi mirasını korumak/restore etmek vs. için şehirlerdeki belediyeler, üniversiteler, dernekler, STÖ’ler, özel girişim sahiplerinin birlikteliğinde oluşturulan komiteler olur. Mağusa özelinde durum nedir iç kaynaklar düşünüldüğünde?
Dağlı: Gazimağusa Belediyesi Surlariçi eski eserlerde çalışmak üzere özel bir ekip oluşturdu. Gerekirse uzman desteği alıp düşen her taşı yerine koymaya gayret ediyorlar.
“Gazimağusa Belediyesi kent müzesini üstlendi. Dernek düşünsel ayağına, belediye de oluşumuna katkı koyacak. Turizm Bakanı Fikri Ataoğlu mazgalları uygunsuz şekilde dağıtıyor. Tarihi eserlerin eğlence merkezi olarak kullanılmasından rahatsızız”
Uluslararası diplomasi de en az bu yerel-ulusal ağ kadar önemli hatta maddi kaynak konusunda daha da öncelikli belki de. MAKEMÜD Başkanı Prof. Dr. Uğur Ulaş Dağlı’nın uluslararası arenadaki katılımları da takdir edilecek türden. Bunlar şehre neler katıyor?
Dağlı: Buraya gelen turistler kentin zengin tarihini daha yakından ve tek bir mekan çatısı altında görmek ve öğrenmek istiyorlar. Mağusa Kent Müzesi yapılacaksa (ki çok önemli bir niyet beyanı, gayret var ve son bir yıl düşünsel altyapısı oluşturulmuştur) ciddi bir finansal kaynağa ihtiyaç vardır. Gazimağusa Belediyesi ile bir protokol yapıldı. Belediye kent müzesini üstlendi. Dernek düşünsel ayağına, belediye de oluşumuna katkı koyacak. Surların altındaki mazgallardan bir tanesinin Kent Müzesi’nin sergi salonu olarak düzenlenmesi hedeflendi. Turizm Bakanlığı mazgallardan iki tanesi Mağusa Belediyesi’ne devretti. Ancak diğerlerini Turizm Bakanı Fikri Ataoğlu uygunsuz şekilde dağıtıyor. Tarihi eserlerin eğlence merkezi olarak kullanılmasından oldukça rahatsızız.
Dernek iki kez halkla buluştu. Akademi, sanat, tarih, iş dünyasından her kesimden insanla temas kuruldu. DAÜ’den de akademik destek alıyoruz. Öncelik sergi salonun açılmasıdır.
Dağlı: “Yasal düzenlemeyle bu eserlerden gelen gelirin yerel otoriteler üzerinden tekrar bu tarihi mekanlara dönmesi gerekir”
Avrupa’da yerel otoriteler veya bakanlıklar tarihi eserlerden, müzelerin ziyaretinden ciddi gelirler elde ediyor. Bizim de böyle bir yapıya ihtiyacımız var.
Dağlı: Dubrovnik’te Mağusa kalesinin 1/6’sı kadar bir kale mevcuttur ama şehre girerken ayrı, her bir hisara çıkabilmek için ayrı para ödersiniz. Burada Othello’da bilet kesiliyor ama geliri Maliye Bakanlığı bütçesine giderek başka alanlara aktarılıyor. Yasal düzenlemeyle bu gelirin yerel otoriteler üzerinden tekrar bu tarihi mekanlara dönmesi gerekir.
Eldeki verilere göre Kıbrıs’ta insanlığın 13 bin yıllık geçmişi var.