Ortadoğu ve IŞİD
Ortadoğu ve IŞİD
Şevki Kıralp
[email protected]
Geçtiğimiz günlerde IŞİD, elinde tuttuğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı rehineleri serbest bıraktı. Türkiye kamuoyunda rehinelerin sağ olarak kurtulmalarının sevinci yaşanırken hem Türkiye basınında hem de uluslararası basında Türkiye’nin ve bölgedeki diğer devletlerin IŞİD karşısındaki tavırlarının ne olduğu ve IŞİD’e yönelik koalisyonda bir rollerinin olup olmayacağı sorgulanmaya başlandı. Yazıyı kaleme aldığım gün itibarıyla ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “rehineler kurtarıldı, artık Türkiye’nin koalisyona katılmaması için bir sebep yok, Türkiye koalisyonun bir parçasıdır ve koalisyonun ön saflarındadır” açıklamasını yaptı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Türkiye terörle mücadele için ne gerekirse yapacaktır” benzeri açıklamalarda bulundular, ancak koalisyona katılım konusunda net ve kesin bir dil kullanmadılar. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise, Suriye ve Irak başlıklı tezkerelerin 2 Ekim’de meclise götürüleceğini bildirdi. Bu esnada başını ABD’nin çektiği IŞİD’e yönelik koalisyon bölgedeki hava saldırılarını başlattı. Saldırılar sadece IŞİD’e değil, Batı’ya karşı saldırı hazırlığında olduğu iddia edilen “Horasan” adlı örgütü de hedef aldı.
İsrail, “bizim IŞİD ile bir sorunumuz yok, ama isterseniz dışarıdan istihbarat desteği sağlarız” şeklinde açıklamalarda bulundu. İran ise ABD’ye, Suriye’ye birlikte müdahale etme çağrısında bulundu fakat Washington buna hiç sıcak bakmadı. IŞİD’e yönelik koalisyonda Batı kampının önde gelen devletleri ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya yer alıyor. Kanada, İtalya, Avustralya ve Japonya müttefiklerini bu koalisyonda yalnız bırakmadı. Koalisyona bölgeden gelen desteğin başını ise Lübnan, Kuveyt, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arab Emirlikleri ve Katar çekiyor. Koalisyona katkıda bulunan AB ülkeleri arasında Letonya, Estonya, Çek Cumhuriyeti ve İspanya da yer alıyor. Koalisyona katılan devletlerin rolü, IŞİD’in saldırılarına maruz kalan bölgelerdeki sivillere insani yardım malzemesi göndermekten istihbarat paylaşmaya, askeri güçlerini müdahaleye hazırlamaktan bölgede IŞİD’e karşı çarpışan birliklere silah yardımı yapmaya kadar değişiyor. Burada göze batan en belirgin gerçek ise, IŞİD’in insanlığın kanayan yarası Ortadoğu’da siyasal dengeleri sarsan bir aktör olduğudur.
Ortadoğu’da Soğuk Savaş dönemi boyunca Müslüman devletler belirli dönemlerde SSCB tarafından ABD’nin müttefiki İsrail’e karşı, ABD tarafından ise SSCB’ye karşı desteklendi. Ortadoğu’nun etnisite ve mezhep bakımından son derece çeşitli olan yapısı hem yerel seçkinlerin güç savaşlarına hem de uluslararası alandaki güç dengelerine bağlı olarak pek çok kez çatışma sebebi oldu. Bütün Şiilerin bir kutupla, bütün Sünnilerin diğer kutupla işbirliği halinde oldukları bir ittifak politikası doğmadı. Bununla birlikte, Arap birliği ya da İslam birliği de gerçekleşmedi. Örneğin Mısırlı lider Abdül Nasır bütün Arapları tek devlet altında birleştirmek ve İsrail’e karşı bir güvenlik hattı oluşturmak için adımlar atarken, diğer liderler Nasır’ın gölgesi altında kalmak ve Arap olmayan yerli halkların isyanına sebebiyet vermek istemediklerinden dolayı kendisini desteklemediler. Sovyetlerin Afganistan’ı işgali süresince çoğunluğu Sünni olan Afgan mücahitleri nüfusunun büyük bölümü Şii olan İran’daki İslami rejim tarafından desteklendi. Bu noktada birbirlerinden hiç de hoşlanmayan ABD ile İran’daki İslami rejim Sovyetlere karşı Afgan mücahitlerini desteklemekteydi. İlerleyen süreçte Irak ve İran, yani iki Şii ağırlıklı devlet birbiriyle savaşa girdi. ABD bu savaşta açıkça Irak’ın yanında tavır alırken, güçlenen Saddam rejimi kısa bir süre sonra Sünni ağırlıklı bir devlet olan Kuveyt’i işgal edecekti. Bu noktada da Irak, ABD’yi karşısında bulacaktı çünkü Kuveyt bölge ticaretinde önemli bir aktördü.
ABD’nin Irak işgali sonrasında çoğunluğu Sünni olan Kuzey Irak Kürtlerine federal nitelikte bir özerk yönetim verilmişti. Kurmaylarının önemli bir kısmı Saddam Hüseyin’in Sünni subaylarından oluşan IŞİD, lideri Ebubekir el Bağdadi’nin kendisini Halife ilan etmesi, Musul başta olmak üzere Irak ve Suriye’de son derece stratejik noktaları ele geçirmesi ve bütün dünyayı dehşete düşüren şiddet eylemleri gerçekleştirmesi ile Ortadoğu’da güç dengelerini etkileyen bir aktör haline geldi. Sünni bir yapılanma olması ve hedefine Irak, Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarını alması sebebiyle ilk bakışta IŞİD’in Esad rejimi ile çatışmaya girmesi beklenebilirdi. Fakat IŞİD’in Suriye’de çatışma halinde olduğu Esad yönetimi değil, çoğunluğu Sünni olan muhalif gruplardır.
Bunun dışında, Türkiye sınırına yerleşen Kürt yapılanması PYD ile IŞİD arasında da çatışmalar yaşanmaktadır. Ortaya çıkan tabloda daha bir yıl öncesine kadar ilişkileri çok kötü olan Türkiye ve Suriye’nin IŞİD ile örtüşen çıkarları olduğu görülmektedir. PYD’nin Türkiye sınırına yerleşmesi Türkiye’yi ciddi şekilde rahatsız etmişti. IŞİD, PYD üzerine yürümesi ile Türkiye’yi, muhaliflerin üzerine yürümesi ile de Esad rejimini rahatlatmaktadır. Fakat tablo bu kadarıyla da kalmamaktadır. Şii bir devlet olan İran, her ne kadar ABD ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışsa da Sünni örgüt IŞİD’in Suriye’deki Sünni muhaliflerle çatışmasından yarar sağlamaktadır, çünkü Esad rejimi devrilirse sıra her an İran’a da gelebilir. IŞİD sayesinde ABD’nin Esad’ı rahat bırakacağına inanmaya başlayan İran, Suriye’ye ortak müdahale çağrısında bulunacak kadar da ileri gitmişti. Bu noktada ABD, İran’ı halen daha Esad’ın dostu olarak gören yaklaşımını ortaya koymuş ve ABD-İran ilişkilerinin, özellikle de Suriye politikasından dolayı sanıldığı kadar kolay yumuşayamayacağı anlaşılmıştır. Yani İran IŞİD’i Esad ile dostluğunda olumlu, ABD ile düzeletmeye çalıştığı ilişkilerinde ise olumsuz bir unsur olarak bulmuştur. Öte yandan İsrail’in IŞİD’den sağladığı fayda, ABD-İran yakınlaşmasının baltalanmasıdır. ABD-İran ilişkilerinin normalleşmesi bölgenin en önemli aktörlerinden olan İsrail’in istemediği bir durumdur. Bölgenin diğer Şiilerine gelince, Esad rejimi IŞİD’in muhalif gruplarla çatışarak muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri ele geçirmesinden memnuniyet duyarken, Irak’taki Maliki yönetimi IŞİD’i çok ciddi bir tehlike olarak algılamaktadır. Zaten Musul’un ele geçirilerek merkezi hükümetin kontrolü dışında bırakılması da bunu gerektirir.
Bölgenin üç Şii yönetiminden merkezi Irak hükümeti IŞİD’ten ciddi şekilde zarar, Suriye hükümeti ise muhaliflere karşı savaş halinde olmasından dolayı yarar görmektedir. İran, Esad’ın sağlama alınmasından dolayı memnun olsa da, ABD ile ilişkilerinin bozulmasından dolayı hayal kırıklığı içerisindedir. Türkiye, Suriye sınırında PYD’nin IŞİD tarafından bozguna uğratılmasından memnundur. İsrail ise İran-ABD ilişkilerinin sekteye uğramasından dolayı rahatlamıştır. Ayrıca, IŞİD’in Filistin’e ilerlemesi durumunda İsrail’i değil Hamas’ı hedef alacağını, çünkü Hamas’ın IŞİD’in benimsediği Selefilik inancındaki Cihad ilkelerine aykırı hareket ettiğini ve geçmişte Selefi din adamlarını katlettiğini açıklamaktadır. Ortaya çıkan bu karmaşık tablo göstermektedir ki ABD’nin Ortadoğu’daki müttefikleri ile tamamen örtüşen çıkarları yoktur.