1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Ortak belleğimiz göçüp gidiyor…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Ortak belleğimiz göçüp gidiyor…

A+A-

Bölünmüş yurdumuzda yıllar geçip gidiyor, emekçi insanların sorunları katlanarak çoğalıyor…

Barikatlarımızda hala gençlerimiz ellerinde birer silah “nöbet” beklerken, gencecik insanlarımız iş bulamayıp tıpkı ninelerinin, dedelerinin 50-60 yıl önce yaptıkları gibi göç yollarına düşüyor… Bir zamanlar birlikte yaşamış, birlikte üretmiş, birlikte grevlere gitmiş, işçi hakları için birlikte direnmiş kuşaklardan Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar, Kıbrıslıermeniler ve Kıbrıslımaronitler teker teker göçüp gidiyor… Tarlalarda, ovalarda, yollarda, yol inşaatlarında, portokal toplamada, yapıcılıkta, boyacılıkta, mermercilikte, ipekçilikte, kunduracılıkta birlikte çalışmış, kumanyalarını paylaşmış, birbirlerinin düğünlerine ve cenazelerine gitmiş bir kuşak yeryüzünden siliniyor… Düğünlerde birlikte “Hoppa” çekerek dansetmiş, aynı şarkıları Türkçe ve Rumca söylemiş, paskalarda, bayramlarda birbirlerine pilavuna ve ekmek kadeyifi göndermiş olan bir kuşak geçip gidiyor…

Türkçe’yi ve Rumca’yı konuşmakla kalmayıp, İngilizce de bilen bir kuşak göçüp gidiyor… Birbirini tanıyan, birbirine saygı gösteren ancak “milliyetçilik” rüzgarlarının oraya buraya sürüklediği, birbirine karşı eline silah alıp nöbet tutmak durumunda kalmış bir kuşak göçüyor… Sabah kahvelerini birlikte içmiş, birbirinin çocuklarını emzirmiş, birbirlerine ebelik, bakıcılık yapmış, “senin çocuğun, benim çocuğum” diye ayırım yapmadan komşu çocuklarına bakıp onları doyuran Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadınlar göçüyor… Çatışma günlerinde birbirini saklayıp kollayan, birbirine yardım eden, birbirine ekmek, süt, sigara, şeker, pirinç ya da evde ne varsa onu götüren, gelecek tehlikleri önceden birbirine fısıldayan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum komşu kadınlar göçüp gidiyor… Bazı Kıbrıslıtürkler ve bazı Kıbrıslırumlar elde silah, belde el bombası provokasyonlar tezgahlayıp adamızın bölünmesinin yolunu açarken, bu provokasyonlar sonucu ortaya çıkan bölünme nedeniyle ağlayarak evlerinden yerlerinden göç etmiş olan bir kuşak insan teker teker dünyamızdan ayrılıyor şimdi…

Geride bizler kalıyoruz, biz bunları annelerimizden, babalarımızdan, ninelerimizden, dedelerimizden dinlemiş olanlar, birazını bizzat yaşamış olanlar, o eski günlerdeki bizim sınıfımızdan insanların dostluğuna, işbirliğine, yoldaşlığına tanık etmiş olanlar… Biz de göçtüğümüzde artık bu belleğin var olmayacağını biliyoruz… Bir bellek siliniyor ve yerine düşmanlığa, kuşkuya, “ötekileştirmeye”, “milliyetçiliğe” dayalı bir bellek yerleştirilmeye çalışılıyor…

İnsanların mentalitesi “Onlar o tarafta, biz bu tarafta” diye değişiyor ve bunun önüne geçip geçmişte yaşananlardan ders çıkarıp geleceği sağlam dostluk temelleri üzerine kuracak bir yapı oluşturulmasına hala izin verilmiyor – her iki tarafa da hakim olan mentalite bunu yapmaya çalışanları dışlıyor, saldırı altında bırakıyor ve “milliyetçilik” kisvesi altında onları susturmaya çalışıyor… Bunun dereceleri değişse de, önemli olan bugün varmış olduğumuz nokta, Kıbrıs’ın iki ana toplumunun, Kıbrıslıtürkler’in ve Kıbrıslırumlar’ın “sınırlı” temasları olduğu gerçeğidir. Yeni Kıbrıs Derneği’nin son günlerde Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar arasında yaptırmış olduğu bir kamuoyu yoklamasında, iki toplumun yüzde 75’inin birbirleriyle hiç temas etmedikleri, hiç dostluk kurmadıkları, birbirleriyle hiçbir iletişimleri olmadığı ortaya çıkmıştır. Diğer nedenlerin yanında bunun en önemli nedenlerinden birisi de lisan sorunudur çünkü son 50 yıldır birbirinden “ayrı” yaşayan toplumlarımız artık geçmişte olduğu gibi birbirlerinin dillerini konuşamıyorlar, iletişim kuramıyorlar… Kuzeyde ve güneyde hakim olan mentalite, temas ve işbirliğini teşvik etmekten çok uzaktır. Toplumlarımızın ancak yüzde %25’i yani dörtte biri dostluk ve işbirliği ilişkileri içerisindedir. Bu vahim bir durumdur. Çünkü ortak belleğimiz göçüp gidiyor, adamızın her iki tarafında da emekçilerin yaşamakta olduğu sorunlar birbirinin neredeyse tıpatıp aynısı olsa dahi en yaşamsal sorunumuz olan Kıbrıs sorununun çözümü için ortak mücadeleye girişenlerin oranı son derece sınırlıdır…

Altı yıl önce yani 26 Eylül 2009’da Pervolya’da PEO tesislerinde bir araya getirmiş olduğumuz DEV-İŞ ve PEO Kadın Büroları üyeleri atölye çalışmaları sonunda ortak bir deklerasyon yayımlayarak, şimdi dikkat çektiğimiz sorunlara işaret etmişler, çözüm önerileri geliştirmişler, toplum liderlerine bir çağrı yapmışlardı. Altı yıl önce yapılan bu çağrı hala geçerlidir ve her zamankinden daha acildir… O günlerde emekçi kadınlarımızın çağrısında şöyle denilmişti:

***  İki toplum lideri arasında yürütülmekte olan yeni müzakere sürecini destekliyoruz ve onların BM’in ilgili kararları ve AB normaları uyarınca, tek egemenliğe, tek yurttaşlığa ve tek uluslararsı kimliğe dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federal bir çözüm bulmalarını istiyoruz.

***  Çocuklarımızın mevzilerde elde silah birbirlerine karşı cepheleşmeyecekleri, tümüyle askersizleştirilmiş bir ada istiyoruz. Dıştan müdahalelerinin mümkün olamayacağı bir adada yaşamak istiyoruz.

***  Avrupa Birliği’ne çözüm sürecine daha aktif bir ilgi göstermesi ve iki toplum liderine aktif biçimde yardımcı olması çağrısında bulunuyoruz

***  Yeni bir federal çözüm yaratırken, iki toplum liderine bu yeni yapıda kadınlarla ilgili sorunların aktif biçimde ele alınıp çözümlenebileceği, kadınların bilgi ve becerilerinin yaşamın tüm alanlarında daha görünür olacağı ve cinsiyet eşitliğinin tam olarak uygulanabileceği toplumsal cinsiyet eşitliği mekanizmaları yaratmaya çağırıyoruz.

***  Kadınlar savaş suçlarının ilk kurbanlarıdır, gerek 1963’te toplumlararası çatışmalar, gerekse 1974’teki savaş bunu yeniden teyit etmiştir. Her iki toplumdan da kadınlar böylesi savaş suçlarının kurbanı olmuşlar ve bunun sonucunda yaşadıkları travmalar da tüm yaşamlarında belirleyici olmuştur.

***  İşte bu da, kadınlar olarak bizlerin güvenlik koşullarının hakim olacağı barışçıl bir ülke için mücadele nedenlerimizden biridir. İki toplum liderini savaş kurbanlarını desteklemeye çağırıyoruz. Böylesi savaş suçlarının cezalandırılmamış olması, savaş kurbanlarının yaralarının iyileşmesini önleyici bir faktördür – savaş suçu işlemiş olanların cezalandırılarak kamu yaşamından dışlanmasını talep ediyoruz.

***  Liderlerimizi toplumlarımızı ayıran değil birleştiren sistemler yaratmaya, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, yabancı düşmanlığına ve şovenizme yönelik suçlardan sorumlu tutularak böylesi suçların cezalandırılacağı ve gelecek çatışmaların önleneceği sistemler yaratmaya çağırıyoruz.

***  İki taraf arasındaki geçişleri rahatlatmak üzere gerek yayalar, gerekse araçlı geçişler için yeni geçiş noktaları açılmalıdır

***  İki toplum arasında daha iyi iletişim ve karşılıklı anlayışa katkıda bulunacak daha etkin önlemler alınmalıdır (Örneğin Rumca ve Türkçe öğrenimi için tüm gerekli altyapıların sunulması, kitle iletişim araçlarındaki ikitoplumlu programların artırılması, toplumlarımız yararına çeşitli konularda işbirliğinin artırılması gibi..)

***  İki toplum lideri tarafımdan ortak kadın projeleri ile başka grupların ortak projeleri teşvik edilmelidir…
Bu önerilere ekleyebileceğimiz şeyler de var – örneğin geçişlerin kolaylaştırılabilmesi için araç sahiplerinin ödemek zorunda bırakıldığı çifte araç sigortasının tek sigortaya dönüştürülmesi, telefon hatlarının birleştirilmesi, yeni geçiş noktalarının açılması gibi…

Altı yıl önce yapılmış olan bu çağrıyı buradan tekrarlarken, önümüzde katedilecek uzun bir yol ve verilecek nice mücadeleler var diyoruz…


İbrahim Aziz’in kitabından bir fotoğraf: 1933 yılında Bodamya’da yol inşaatında birlikte çalışan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum işçiler…

Bu yazı toplam 1500 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar